Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bir okul şarkısı öğrettilerdi bize çocukken; marş ritminde. 

“Tral-lal-lal-lal-laaa” diye başlar, gitmesek de görmesek de bizim olan köylerden söz ederdi. 

Her dörtlük sonunda tekrar eden trallal- lal nakaratını terennüm ederken, gözlerimizin yaşarıp, boğazımızın düğümlenmesine anlam veremezdik. 

Gitmesek de görmesek de uzaktaki bütün köylerin bizim olacağını vaz eden bu şarkının, devlete tapınma kültürünün esaslı tuğlalarından biri olduğunu, henüz bilmiyorduk. 

Devletin, sevilecek bir nesne değil, insanların yaşamını kolaylaştıran, haksızlık ettiğinde sorgulanması gereken bir araç olduğu düşüncesini öğrenmemiz zaman aldı.

O şarkının bize öğretildiği yaşlardaki çocuklar ölüyor “uzak köylerde”. 

Çocukların öldüğü, öldürüldüğü yerde kelimeler biterdi oysa. 

Bitmiyor.

Bölgeden günlerdir çatışma haberleri geliyor. 'Sokağa çıkma yasağı' ilân edilerek, ilçeler dış dünyaya kapatılıyor. Ardından 'katliam iddiaları' ortalığı kaplıyor. Yalın gerçeği tam olarak bilemiyoruz. 'Medya dili', esasta, 1990'lardan pek farklı değil.

Seçim hükümeti kuruluyor. 1 Kasım’da seçime gidiyoruz.

Peki nasıl gidiyoruz? 7 Haziran’da AKP’nin çok gerilediği, 1 Kasım’da ise kesinlikle çökeceği “Bölge”de durum nasıl?

On gün kadar önce Yüksekova Haber’in kurucusu Necip Çapraz aradı. Sesi sitem doluydu. Yüksekova Haber’e 24 Temmuz’da “operasyonlar”ın başlamasından beri “internette erişim yasağı” konulmuş olmasının haksızlığından yakınıyordu. Sitemi, “Batı”daki kurumlara ve meslektaşlarına yönelikti.

“Biz” dedi, “Türkiye’nin batı bölgelerinde meydana gelen demokrasi ihlalleri karşısında dayanışmayı hiç ihmal etmedik. Ama, bize yapılan haksızlıklara dair, oradan hiçbir dayanışma sesi duymuyoruz. Biz, bu ülkenin insanı değil miyiz?”

MERAL Akşener var ya Meral Akşener...

Kendisine yapılan bakanlık teklifine bir 'he' deseydi...

-En az iki ay bakanlık yapacaktı. 

-AK Parti'ye geçip el üstünde tutulacaktı.

-Sekiz havuz gazetesinden birden tam sayfa 'çok büyük devlet insanı' diye övgülere boğulacaktı.

-Başbakan kendisini 'cesur yürek' diye selamlayacaktı.

-Etrafı anında koruma ordusuyla donatılacaktı.

-Saray'ın gözdesi olacaktı.

-Kendisine 'yürü ya Akşener' denilecekti.

-Havuz televizyonları, kendisinin 28 Şubat'taki kahramanlıklarını dizi yapacaklardı.

-Bir eli yağda, bir eli bağda olacaktı.

-MHP'de gördüğü istiskalden 'şak' diye kurtulacaktı.

Ama Akşener, bunların hiçbirine tenezzül etmedi.

Hiç düşünmeden anında 'ret' deyiverdi.

Ey Devlet Bahçeli...

-Onun davaya sadakatinden kuşku duyduğunuz için.

-Onun dışarıdan gazlamalara gelebileceğini düşündüğünüz için.

-Ona Meclis başkanvekilliğini bile çok gördüğünüz için.

-Onu sürekli bir sadakat testine tabi tuttuğunuz için.

Bin pişman olup özür dilemelisiniz.

Tarım bakanı Edirne’ye gitti. Edirne il tarım müdürlüğü “Tarımın Mimarı Hoşgeldin” pankartı astı. Yağcılığın bu kadarı bakanı bile kızdırdı, “ben daha altı aylık bakanım, nasıl tarımın mimarı olurum” diye sordu. Tarım il müdürünün cevabı şahaneydi, “bu pankart hep hazırda duruyor, her bakan geldiğinde aynısını asıyoruz” dedi.

Meğer bu yüzden pankarta “isim” yazmıyorlarmış iyi mi… Habire bakan değiştiği için, haybeye masraf çıkıyormuş!

Gaziantep’te “her devrin bulvarı” var… ANAP iktidardayken, Mustafa Taşar Bulvarı yaptılar. ANAP gitti, MHP’li koalisyon geldi, Mustafa Taşar’ı silip, Alparslan Türkeş Bulvarı yaptılar. Koalisyon gitti, AKP geldi, Türkeş’i silip, Kürşad Tüzmen Bulvarı yaptılar. E, Kürşad Tüzmen de gitti… Yazıyı yazarken Gaziantep’i aradım, AKP hâlâ iktidarda olduğu için tabelaya şimdilik dokunmamışlar.

Amiral Doğan Grubu ile İskele Sancak Grubu arasındaki atışma özetle şunu anlatıyor:

Birinciler gazeteciliği safra diye zaten suya atmışlardı…

İkinciler bir de ayağına okkalı taş bağladılar!

Seyir ve Oşinografi Dairesi’nin tespiti böyle!

Nitekim Milliyet’i suya atmışlardı; Fitbolun başındaki yeni patron da gazetenin ayağına taş bağladı.

Oysa safra dedikleri gazetecilik, kendi haysiyetlerini bile su üstünde tutabilecek bir şeydi!

Bizzat Sancak’ın sözleri ile karşı tarafta grup sözcüsünün yazdıkları alt alta gelince de anlıyoruz ki, önceki var olmadan sonraki de var olamazmış.

AK Parti’nin 1 Kasım seçimlerinde bugüne göre daha fazla oy alması pek mümkün görünmüyor.

“Öyleyse bir başka plan mı var” diye insan ister istemez düşünüyor. Meselâ Fuat Avni, medyaya yönelik bir operasyondan söz ediyor:“Muhalif medyaya operasyon yapılacak. Hedefte sırasıyla Cemaat medyası, İpek Grubu, Sözcü ve Taraf gazetesiyle Doğan medyası var. Gazete ve televizyonlara el konulacak. Görev paylaşımı yapıldı. İstanbul Adliyesi Sözcü’ye, Ankara Adliyesi İpek Medya Grubu’na ve STV’ye çalışıyor. Vergi denetmenleri Taraf’a, MASAK ise Doğan Grubu’na yoğunlaştı. Can Dündar’ı casusluktan tutuklatıp, Cumhuriyet’i susturmayı planlıyorlar. Sosyal medyada etkin olan muhalif hesapların sahiplerine de operasyon yapılması kararlaştırıldı. Kendilerini eleştiren herkesi seçim öncesi hapse tıkıp susturmak istiyorlar.”

Demokratik düzende siyasi ve meşru yollarla özerklik talep etmek doğaldır. Yasaların böyle bir talebin dile getirilmesine izin vermediği durumlarda, yasaların değişmesi için meşru siyasi zeminler oluşturmak ve toplumsal farkındalığı arttırmak da demokratik siyasetin doğal yollarından biridir. Toplumlar, toplumsal talep ve dengeler değişir. Demokratik düzenler, bir yönüyle, yasa ve kuralları bu değişime, evrensel değerler kriterlerini de dikkate alarak uyarlama esasına dayanırlar.

Kürt siyasi hareketinin özerklik meselesini gündeme getirmesi, bu istikamette çaba göstermesi, siyaset yapması hem toplumsal ve siyasi talebin dile getirmesi, hem aşılamayan derin bir sorunun çözümü için önerilen bir yöntem olarak görülmelidir.. Bu öneriyi doğru bulmak ve o yönde siyaset yapmak ne kadar meşruysa, doğru bulmamak ve aksi yönde siyaset yapmak da o denli meşrudur.

Buraya kadar bir sorun yok…

7 yaşında bir çocuğun hayatından daha önemli ne olabilir?

Vatan mı daha önemlidir?

Yoksa devleti ve toplumu yıldırmak mı?

Devletin 'kudretini' göstermek mi daha önemlidir?

Yoksa toplumun ve toplumu yönetenlerin direncini kırmak mı daha önemlidir bir çocuğun hayatından?

Güçlü görünmek bir çocuğun hayatından daha mı önemlidir?

Yoksa zayıf olduğun için bir siyasal şiddet biçimini seçmek mi daha önemlidir?

Verdiğin kayıplarla toplumda yarattığın etki daha mı önemlidir bir çocuğun hayatından?

Yoksa öldürdüklerinle toplumda yarattığın infial mi daha önemlidir?

Kitlelerin dehşete kapılıp güçlü olana sarılması daha mı önemlidir?

Yoksa güçlüye kızdırıp kendi yanında saf tutturmak mı?

Yıllar önce bir televizyon kanalının canlı yayınında açık oturum yönetiyorum. Konuşmacılardan biri söz istedi ve 'Sayın Barlas, çok önemli açıklamalar yapacağım. Ancak bu söylediklerimiz aramızda kalmalı' dedi... Ben de o konuşmacıya 'Hiç endişelenmeyin...

Söyleyeceklerinizi bizlerden ve bu programı izleyenlerden başka kimse duymayacaktır' diyerek güvence vermiştim. 

Keşke duyulmasalardı 

Siyasi parti liderlerinin ve sözcülerinin yaptıkları bazı açıklamaları ve konuşmaları dinlerken, hep bu açık oturum katılımcısını hatırlıyorum. Örneğin MHP'lilerin ve Bahçeli'nin, Tuğrul Türkeş hakkında söyledikleri keşke aralarında kalabilseydi... Daha ötesi Bahçeli'nin 7 Haziran seçimlerinden bu yana söyledikleri ve her gün bir önceki gün söylenenin tam tersinin seslendirildiği konuşmaları da mümkün olsaydı da kamuoyuna yansımasaydı. 

Sonuç farklı olacak 

Ama bu tür aralarında kalması daha doğru olan söylemlerin, halkoyu önünde seslendirilmesinden ötürü, önümüzdeki 1 Kasım genel seçim sonuçlarının 7 Haziran'ının sonuçlarından farklı olacağını tahmin edebiliriz.

Bugün bir masal anlatacağım; her gün politika okuyup, düşünüp yazıyorum. Bugünse, politikanın bugün başaramadığı bir şey için; canı yanan, canını kaybeden çocukların acısına karşı çıkmak için yazıyorum. Babasını, annesini, arkadaşlarını, yakınlarını çatışmada kaybeden çocuklara ümit vermek; kurban verdiğimiz çocuklara ise hayatın güzel yanından bir ağıt yakmak için…

Sevgili ÇocukZaroke Delal,

Bu mektup, benden tüm çocuklara… Benim gibi yazı yazan insanlar, hep siyaseten güçlülere mektup yazıyor genelde; politikacılar, komutanlar, ülkeleri, silahlı insanları yönetenlere çağrıda bulunuyorlar. Ama ben, herkesten güçlü birine, sana yazmak istedim; sana bir hikâye anlatmak istedim. Herkesten güçlüsün çünkü sen geleceğe sahipsin.

Popüler İçerikler

Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!