Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Yıllar önceydi, o günlerde dereye ayaklarımızı sokmak için beton duvarları aşmamız gerekmiyordu. Derelerde yıkanıyorduk, derelerde temizlik yapıyorduk. Derede terliğimizi kaçırıp peşinden koşuyorduk. Sonra büyüdük. Bir gün köylere büyük ve güzel arabalarla Ankara’dan geldiler. Çocuklar sevinçle karşılarken, büyükler merakla sordular “neden geldiler” diye? Arabalardan inen devlet büyükleri, “su akar, Türk bakar demeyecekler’’ diye haykırdılar. Önce Köylüler “Devlet baba derse doğrudur’’ dediler. Sadece 3-5 kişi karşı çıktı. ‘’Yapmayın’’ dedi ‘’Derelerden, sudan bizi uzaklaştırmayın. Dokunabilelim suyumuza, duvarlar örmeyin, yapmayın’’. Velhasıl geldiler, duvarları yaptılar. Sonra “şehri güzelleştiriyoruz’’ dediler. Denizden uzaklaştığımız gibi dereden de uzaklaştık.

‘O kadar kolay değil’ dedi

Bizim köyümüze geldiler. “HES yapacağız, bunun için ölçüm yapacağız” dediler. Cihazlar kurdular. Bizim köyün Metin Hocası izin vermedi. “O kadar kolay değil” dedi. Her ava gittiğimizde debi ölçerleri nişangah yapıp, gençlere atış talimatı veriyordu. “Bu, hayatınızın en güzel avı, bu aleti yok etmezseniz köyünüz yok olacak’’ derdi her seferinde. Yıl 2015 dereler taştı, HES’ler yıkıldı, ağaçlar yok oldu. Şimdi soruyorum size: Biz öldük mü, öldürüldük mü?

Güvendiğim kamu oyu araştırmacılarına soruyorum, akil siyasetçilere ve karar vericilere soruyorum, ortak yorum şu: Tekrar seçimde çok büyük değişiklik yaşanmama olasılığı çok yüksek, 7 Haziran sonuçlarına yakın bir sonuç çıkabilir.

Fiili durumlarla yaşanan ilklerden sonra Türkiye bir ilki daha yaşıyor. Beklenen gerçekleşti; Türkiye, Erken ya da tekrar seçime gidiyor.

Erken seçim demek doğru değil, Türkiye parlamenter demokrasi tarihinde bu kadar kısa sürede ve hükümet kurulmadan erken seçim yaşanmadı.

Doğru olan terkrar ya da yeniden seçim, bu da, Türkiye siyasi tarihinde bir ilk.

1982 Darbe Anayasası’nın 114 ve 116. maddeleri gereği, “seçim için Bakanlar Kurulu”, yani, seçim hükümeti, AK Parti, başbakan +10=11, CHP 6, MHP ve HDP 3+3=6 olmak üzere 23 yöneticiden oluşacak. Bu da bir ilk.

Seçim hükümetinin güven oyu alması gerekmiyor. Bu da ilk,

Ve bu hükümet, tekrar seçim sonrası kurulacak hükümet Cumhurbaşkanı'ndan onay alıncaya kadar görevine devam edecek. Bu da bir ilk. Hem de akılda tutulması gereken bir ilk.

Bütün bu seçim karmaşası içinde ve dünyada ilk kurulan şebekeden 9 yıl sonra Türkiye'de 4G şebeke ihalesi yarın (26 ağustos 2015) 10:30 itibariyle BTK'nın Ankara'daki toplantı salonunda yapılıyor. Bugüne kadar 150 kadar ülke 4G'ye geçmiş durumda.

İhaleye katılmak için 30 temmuz 2015 tarihinde güncellenen[1] ihale şartnamesi alan firmalar Avea, Huawei, NetGSM, Turkcell ve Vodafone olarak şekillendi. 30 nisan 2029'a kadar 14 yıllığına 800, 900, 1800, 2100 ve 2600 MHz bandında 20 ayrı frekans paketi için açılan ihale, kapalı teklif, açık arttırma usulü ile gerçekleştirilecek. ,

Mobil şebeke işletmecilerine tahsis edilen frekans miktarı şu ana kadar 183 MHz iken, ihale kapsamında tahsis edilecek yeni frekanslarla toplam 573 MHz'a çıkacak. İhaleyle tahsis edileceklerle toplam frekans miktarı mevcut frekansların 3, mobil geniş bant data hizmeti sunulacak frekans miktarının ise 5 katına ulaşacak.

İhalenin başlangıç değeri 20 paket toplamı için 2,3 milyar Euro. Bu rakam açık arttırmayla daha da artabilir. İhaleyi kazananlar, ödemeyi 6'şar aylık dönemler halinde 4 eşit taksitte yapabilecek.

Madde madde ilerleyelim...

* Çözüm Süreci gibi bedel ödemeyi gerektiren barış projeleri siyasi değil, ahlaki niteliklidir. Sadece oy düşünen bir siyasi parti, böyle bir projeye girişmez, girişemez, girişse de etkili olamaz.

* Kürt sorunu Cumhuriyet'in dışlayıcı, ötekileştirici kurucu iradesinin bugünlere acı bir hediyesidir. Kuruluş tercihi kapsayıcı, etnik kimliklere kör eşit vatandaşlık zihniyetinde olsaydı, bugün bu çapta bir soruna sahip olmayacaktık.

* Soğuk Savaş döneminde ve darbeden sonra sorunun soyut/somut alanını domine etmeye başlayan PKK ise vesayetin manivelası olarak kullanılmıştır.

* AK Parti öncesi dönemde Kürtler özellikle 1990'lı yılların şiddet pratiğiyle ülkeden duygusal olarak kopmuş, fiziki kopuş ise konjonktüre kalmıştı.

* Özal görece erken dönemde bu riski görmüş ve bu nedenle tasfiye edilmişti. Erbakan'a darbenin bir nedeni de bu soruna çözüm odaklı yaklaşmasıydı.

Avukat Cihan Eren, bundan 10 yıl önce silahlı bir saldırıda öldürüldü. 

Karadeniz Sahil Yolu için hukuk mücadelesi veriyordu. 

Bütün iyi hukukçular gibi toplumsal yararı gözetiyordu. 

Karadeniz sahilini doldura doldura ilerleyen projenin, doğayı tahrip ettiği gerekçesiyle açtığı davayı kazanmıştı. 

Rastlantı bu ya, silahlı saldırıdan iki gün sonra Fındıklı Aksu Sahili’yle ilgili yapılacak keşfe katılacaktı. 

Tetikçi, duyup bildiğimiz bütün tetikçiler gibi 20’li yaşlardaydı. 

Tetikçilerin çoğu gibi hazır bir hikâyesi vardı: “Kurtlar Vadisi dizisindeki Polat Alemdar’a özeniyordum. Ünlü birini vurmam lazımdı. Fındıklı’daki en ünlü kişi de Cihan Eren olduğu için onu vurdum” dedi. 

Sonra ne mi oldu? 

Avukat Eren öldürülmeden önce 3. derece sit alanı ilan edilen Fındıklı Aksu Sahili’ne ilişkin karar, Eren öldürüldükten sonra Karayolları Genel Müdürlüğü’nün başvurusuyla Trabzon Bölge Koruma Kurulu’nca kaldırıldı. 

Trabzon İdare Mahkemesi bu kararı esas alan imar planını iptal etmişti.

Terörle mücadelemiz sonsuza kadar sürecektir.

Son operasyonlarda örgütün beli bükülmüştür.

Hava saldırılarıyla yüzlerce terörist etkisiz hâle getirilmiştir.

Üç gün süren havadan bombalamalar sonucu örgütün mühimmat ve cephane kaynakları imha edilmiştir.

Örgütün şehir yapılanmalarına karşı gerçekleştirilen bini aşkın tutuklama ile vatandaşımız rahat bir nefes almıştır.

Tutuklanan belediye başkanları belediyecilik değil terörist yardakçılığı yapmaktadırlar.

Kışa girilmeden önce örgüt dağılma noktasına gelebilir.

Kent merkezlerinde çıkan çatışmalarda sivil kaybı olmamıştır.

Bazı terör örgütü destekçilerinin ifade ettiği sivil ve çocuk ölümü haberleri maksatlı ve manidardır.

PKK'nın lider kadrosundan Duran Kalkan, HDP'nin yaptığı ateşkes çağrılarına tepki göstermiş.

'Kendileri neyi başardılar da çağrı yapıyorlar?' demiş. HDP'nin buna karşılık verdiği cevabı 'Kem küm, yani, ee' şeklinde özetleyebiliriz kanımca: 'Üzerimize aldığımız yükün farkındayız, kapatılma baskısı da var, akan kanın durması için daha yoğun çalışmalıyız, önümüzdeki seçimde toplumun verdiği kredi yükselebilir' vs. vs. 

Bana göre bir terör örgütü, barajı geçmiş, milyonlardan oy almış bir siyasi partiye çan çan konuşup nasihat vermeye kalkıyorsa, onlara verilecek tek cevap vardır:

Sana ne? Sen kimsin ki?

Bir partinin görevini iyi yapıp yapmadığına seçmen karar verir, oyuyla da bunu gösterir. HDP'nin yok efendim PKK'ya 'sırtını dayaması', PKK tarafından performansının değerlendirilmesi, ne yapması gerektiğinin söylenmesi filan, bunlar:

1- Silah vesayetidir, terör saltanatıdır, bence bir rezalettir.

2- Bunlar devam ettiği sürece, HDP'nin demokrasi ve özgürlükle ilgili edeceği hiçbir laf ciddiye alınmayacak, fasa fiso olarak görülecektir.

PKK, elinde silah, ülkenin, milletin ihtiyaç ve istekleriyle ilgili HDP'nin burnunun doğru koku almasını, ağzının doğru sözler söylemesini engellemektedir.

Yani PKK her gün resmen HDP'nin ağzını burnunu kırmaktadır!

Patriot’ların Türkiye’den çekilmesi kararı millî bir füze savunma sistemine ihtiyacımızı bir kez daha gösterdi. Peki bu karar Türkiye’ye hangi siyasi mesajları veriyor? Yeni tehditler neler? Güvenlik analisti Metin Gürcan Al Jazeera için yazdı.

Sizce ekonomimizin üçte birini, nüfusumuzun dörtte birini oluşturan ve 2 trilyon dolarlık bir değer olan İstanbul’un yüksek irtifa hava ve balistik füze savunması var mı? ‘Bunca sıkıntının arasında ne alaka?’ cevabını verdiğinizi duyar gibiyim. Ama Mart 2004’te o dönem Kerkük/Irak’ta konuşlu ABD’nin 173. Hava İndirme Tugayı’nda Türk İrtibat Tim Komutanlığı görevi esnasında bulunduğu hava üssüne Iraklı muhaliflerce atılan BM-21 Grad 122 mm roketin etkisini bizzat görmüş biri olarak belirteyim, bence bu sorunun cevabını önemsemelisiniz.

Çünkü bu roketin dehşet yıkıcılığını gözlerimle gördüm. Patlama noktasına 10 km mesafede olmamıza rağmen kaldığımız binanın duvarları çatladı, camları kırıldı. Psikolojik etkisiyse cabası... Üsteki Amerikan askerleri tam 2 ay boyunca gaz maskeleri ve nükleer/kimyasal saldırı koruma kitleri ile dolaştı.

Lice’yi, etrafı dağlık, devasa bir ova olarak düşünün. Hayvanların otladığı, karpuzların olgunlaşmaya başladığı, altın sarısına boyanmış tarlaların masmavi gökyüzüyle rekabet ettiği anayolda ilerlerken tek tük insana rastlıyorsunuz. Ancak bu doğal güzelliğin ardında, on yıllardır süren bir dram oynanıyor.

24 Temmuz’da başlatılan “operasyon”ların bir parçası olarak “geçici güvenlik bölgesi” ilan edilen 127 bölgeden dokuzu Lice’de.

Lice merkezde yaşlılar kahvede, çocuklar bisikletlerin üstünde, kadınlar evlerde didinmekle meşgul. Kalabalık bir gazeteci grubuyla bir kahveye oturduğumuzda insanlardaki endişe ve şüphe üzüntü verici.

Açıkça söylüyorlar: Konuşursak gece eve baskın yapıp alabilirler.

Zaten bu tip baskınlar, Güneydoğu ve Doğu illerinde şu aralar “olağan” durum.

Bir köylü, eczanede çalışan oğlunun çatışma esnasında aceleyle dükkânı kapatıp çıkarken yaralandığını, hastaneye özel tim eşliğinde götürüldüğünü ve tedavisi biter bitmez önce gözaltına alınıp sonra mahkemeye sevk edildiğini anlatıyor.

Ya sonra ne olacak?

“Hastanedekiler, doktorlar, hepsi onu tanıyordu. Ama çatışmada yaralandığı için terör örgütüne üyelikle suçlanıyor” diyor ümitsizce.

Diyanet Din İşleri Yüksek Kurulu, IŞİD hakkında kapsamlı bir rapor hazırladı. Örgütü merak edenler internet sitesinden ulaşmalı ve okumalı; çünkü rapor hem IŞİD’i doğuran tarihsel nedenlere bakıyor hem de “DAİŞ (IŞİD) vakası ve benzeri ‘tekfirci’ eğilimler sadece ‘dış mihrakların komplosu’ diye geçiştirilemez. Bu bir komplo olsa bile, ‘Bu komplonun tutmasında bizim bünyemizin hiç mi zaafları yoktur?’ suali sorulmalıdır” diyerek tarihsel nedenler ve koşullar ne olursa olsun Müslümanları özeleştiriye davet ediyor.

Çağımız Müslümanları, din ile hayat arasındaki ilişkiyi doğru kuramıyor. Zira en son güncelleme asırlar öncesine ait. Modern öncesi toplumların belli bir coğrafya için, muhtemelen belli bir olay için ve belli bir dönemin imkân ve gereksinimlerine bağımlı olarak dini metinler içinden çıkardıkları çözümler, günümüzün sofistike problemlerini çözmekte yetersiz. Üstelik son birkaç yüzyıl, İslam âleminin ya fiilen sömürüldüğü, ya işgal altına alındığı, fiziksel ve düşünsel krizlerin ardı ardına yaşandığı bir dönem.

Sonuç ya dine karşı sorumsuz bir tutum alma ya da Kuran’ı ve hadisleri ruhuyla değil lafzıyla anlamlandırma ve bunu yaparken de geleneğin hayatı karşılamaya yetmeyen birikimiyle yetinme oluyor. “Her iki yöneliş de orta yoldan sapmayı içinde barındırmaktadır. Kimisi az, kimisi daha çok, kimisi şu yönde, kimisi tam aksi istikamette dinin özünden uzaklaşmadır” diyor rapor.

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı