Yıllar önceydi, o günlerde dereye ayaklarımızı sokmak için beton duvarları aşmamız gerekmiyordu. Derelerde yıkanıyorduk, derelerde temizlik yapıyorduk. Derede terliğimizi kaçırıp peşinden koşuyorduk. Sonra büyüdük. Bir gün köylere büyük ve güzel arabalarla Ankara’dan geldiler. Çocuklar sevinçle karşılarken, büyükler merakla sordular “neden geldiler” diye? Arabalardan inen devlet büyükleri, “su akar, Türk bakar demeyecekler’’ diye haykırdılar. Önce Köylüler “Devlet baba derse doğrudur’’ dediler. Sadece 3-5 kişi karşı çıktı. ‘’Yapmayın’’ dedi ‘’Derelerden, sudan bizi uzaklaştırmayın. Dokunabilelim suyumuza, duvarlar örmeyin, yapmayın’’. Velhasıl geldiler, duvarları yaptılar. Sonra “şehri güzelleştiriyoruz’’ dediler. Denizden uzaklaştığımız gibi dereden de uzaklaştık.
‘O kadar kolay değil’ dedi
Bizim köyümüze geldiler. “HES yapacağız, bunun için ölçüm yapacağız” dediler. Cihazlar kurdular. Bizim köyün Metin Hocası izin vermedi. “O kadar kolay değil” dedi. Her ava gittiğimizde debi ölçerleri nişangah yapıp, gençlere atış talimatı veriyordu. “Bu, hayatınızın en güzel avı, bu aleti yok etmezseniz köyünüz yok olacak’’ derdi her seferinde. Yıl 2015 dereler taştı, HES’ler yıkıldı, ağaçlar yok oldu. Şimdi soruyorum size: Biz öldük mü, öldürüldük mü?