Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Çözüm süreci kronolojisinin tamamı doğru bilinmeden yorum yapmak çok zordur.   

Seçimden bu yana, çözüm süreci kronolojisi var mı diye bakınırım. Dün HaberTürk’te Nihal Bengisu Karaca ’nın, “Neden Buzdolabında?” başlıklı yazısında bir ipucu gördüm.

Stratejik Düşünce Enstitüsü yazarlarından Dr. Murat Yılmaz, Hayati Ünlü ve Eyüp Yılmaz , “Çatışmasızlık Süreci Nasıl Sona Erdi” başlıklı bir kronoloji hazırlamışlar ve bu çalışma Star gazetesinde yayımlanmış.

Sayın Bengisu bugün de devam edecek yazısında, “Kandil’in devletin attığı pozitif adımlara süreç boyunca nasıl cevap verdiğini” tarihler ve olayları yorumlayarak anlatmış.

Her kronoloji çalışmasının özellikle ilk yayınında çok eksikler bulunur; bu eksikler o çalışmanın değerini azaltmaz, tam tersine çalışmanın önemine işaret eder.

M.Yılmaz-H.Ünlü-E.Yılmaz kronolojisinde gördüğüm eksiklerden örnekler vermeden önce; Sayın Bengisu’nun yazısındaki bir kabule değinmek istiyorum. Yazar, yazı boyunca “devletin pozitif” adımlarını sayıyor ancak, onların olumsuz karar ve düşünceleri ile Kürt politikacılarının olumlu ve hoşgörülü davranışlarından söz etmiyor.

Okulunu bitiren 913 bin gençten 259 bini iş bulamadı. İşe girenlerin durumu da belirsiz, dolar arttı diye işyerleri personel azaltıyor. İstihdam artıracak reformlar ise rafta bekliyor

İşgücü piyasasında iş bulma açısından göreli olarak daha dezavantajlı durumda olan kadınlar, gençler, engelliler ve uzun dönemli işsizler gibi gruplar bulunuyor. Son yıllarda Türkiye işgücü piyasasında - her ne kadar istenilen seviyede olmasa da - kadınlar işgücüne daha fazla katılıyor ve daha fazla istihdam ediliyor. Örneğin, tarım dışı sektörlerde Mayıs 2015 dönemi itibarıyla bir önceki yıla göre 356 bin kadın daha istihdamda yer almış durumda. Buna karşılık, tarım sektöründe istihdam edilen kadın sayısı 31 bin kişi azalmış.

Ancak ne yazık ki, Türkiye’de kadın istihdamı açısından son yıllarda gözlenen olumlu seyir, bir başka dezavantajlı grup olan genç işgücü için söz konusu değil.

Mayıs ayı mevsim etkilerinden arındırılmış işgücü verileri, son bir yılda 15 - 24 yaş grubunda 913 bin gencin daha işgücü piyasasına katıldığını gösteriyor.

Bunların 654 bini iş sahibi olarak istihdam içinde yer almaya başlamışken, 259 bin genç iş aradığı halde bulamamış. Genç nüfusta işsizlik oranı, bir önceki yıla göre 1.4 puan; bir önceki aya göre ise 0.8 puan artmış ve yüzde 18.8 düzeyinde gerçekleşmiş.

Gündemimizin ilk sırasında kuşkusuz halkın iradesini yok sayarak iktidar koltuğunu gasp etmiş zoraki bir iktidar ve onun tahtta kalmak uğruna içeride ve dışarıda yürüttüğü savaş konseptine dayanan saray stratejilerinin insanlık açısından ağır sonuçları var. Bir yandan izlenen bu stratejilerle insanlığın onuru hiçe sayılırken, diğer bir yandan da ülke siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan çok daha karanlık günlere hazırlanıyor. Ekonomik alanda da rejimin birikmiş sorunlarına eklenen bu ağır bilanço, kuşkusuz yaşamı insanlık açısından daha da zor bir noktaya sürüklüyor.

Gıda fiyatlarına gelince…

AKP rejiminin beklenen sonuçlarından biri olarak bugün tüm dünyada gıda fiyatları düşüş eğilimindeyken Türkiye’de yukarı yönlü tırmanıyor. Baştan söyleyelim, temel nedeni iklimsel veya diğer doğal faktörler değil. Şayet Türkiye elindeki birikimin bir kısmını üretim alanlarında teknoloji yatırımlarına yönlendirseydi bu sonuçla karşılaşılmazdı. Neden, ithalata kaymadır. Mesele ise bu dışa bağımlılığı yaratan politikalardır; yani kaynakların tahrip edilmesi, doğal kaynakların yağma ve talanla tüketilmesi gerçeğidir.

Fransa Başbakanı Manuel Valls, iki oğlunu yanına alıp Berlin'deki Şampiyonlar Ligi maçını izlemeye gitmişti.

Durum ortaya çıkınca kıyamet koptu tabii.

Ve Başbakan Valls şu açıklamayı yapmak zorunda kaldı:

'İki çocuğumun 2 bin 500 Euro'luk masrafını üstleniyorum. Bir daha asla böyle bir şey için uçağı kullanmayacağım.'

Valls, Fransız değil de Türk olsaydı, bunu yapmasına gerek kalmayacaktı.

Zaten medyada bunu sorgulamaya kimse cesaret edemeyecekti.

Olur da bunu eleştiri konusu yapan birisi çıkarsa da ağzının payı verilecekti tabii:

'Ne demek efendim, ülkenin koskoca başbakanı, tarifeli uçakla mı gitseydi maça? Bu ülkenin bir gururu var! Artık küçük düşünmeyi bırakın!'

Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron da geçen gün ucuz havayolu şirketi EasyJet'in ekonomi sınıfında Portekiz'e uçtu.

Biletini kendi cebinden aldığı için ucuz uçuşları tercih ediyordu zaten. Yolculardan biri Cameron'u uçakta ikram edilen biberli cipsi yerken görüntüledi, gazetelerde fotoğrafı yayımlandı.

Cameron İngiliz değil de Türk olsaydı, o tatile devletin uçağıyla ailecek gidebilirdi.

Yok öyle dizi senaryoları ile “Amma da atıp tutuyorlar” diye dalga geçmek. Fazlası var eksiği yok, hayat hep bir adım ileride. Yok öyle ilahi cennet ve cehennem tahayyülleri. Cennetin bu topraklardaki karşılığı, sadece o sürgün ânı olsa gerek. Hani şu insan varoluşunun bağımsızlığını ilan ettiğin ve hakikatine sahip çıkmanın bedelini toprağından olmakla ödediğin an.

Gerisi cehennemdir. Hem de benim diyen korku filminin, fantastik edebiyat kitabının, gotik resmin yarışamayacağı bir cehennemdir. Çünkü insan elinden çıkmadır. Ve insan denen mahlûk, Deccal’in avucuna elini, yani tekmil varlığını bırakmaya pek meyyaldir. Deccal, sahte güç, kolay iktidar, geçici hükümranlıktır. Deccal kötülüğün, zulmün, eziyetin virtüözüdür. Aşağılayarak öldürür.

Güne uyanmışım. Uyanınca hayat başlar. Gündelik işler hakkını ister. Sanki her şey normalmişçesine. Oysa benim ne zamandır öğretilmiş normlarla işim yok. Bütün değerler alaşağı, her bir norm bir başka hegemonyanın, tahakkümün ifadesi. Kendi rızamla çekiyorum ne zamandır ayağımın altındaki zemini. O zeminin kumsal kılıklı bir bataklık olduğunu anladığımdan beri.

Bir biri ardına şehit haberlerinin geldiği zor bir gündü.

Ama siyasi trafik açısından da oldukça hareketliydi.

Sabah Çankaya Köşkü'nde Başbakan Ahmet Davutoğlu ile bir araya geldik.

Gazetelerin Ankara Temsilcileri olarak 2 saat süreyle Başbakan'a sorular yönelttik.

Başbakan'la kahvaltılı toplantı öncesinde Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile AK Parti'nin koalisyon çalışmaları sırasında oluşturduğu heyetlerin başkanları Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'le sohbet ettik.

Öğleden sonra ise CHP Genel Merkezi'ndeydim.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile bir saate yakın bir süre makamında baş başa sohbet ettik.

Başarısızlıkla sonuçlanan koalisyon çalışmalarına, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçim hükümetini kurmak üzere Başbakan Davutoğlu'nu görevlendirecek olmasına, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na hükümeti kurma görevinin verilmemesine hem iktidar hem muhalefet cephesinden bakma imkanım oldu.

Benim bildiğim İslamı savunmak, İslamı yaymak için savaşırken ölenlere şehit denir. Ulus-devletler çağıyla birlikte vatanı savunmak ya da başkalarının vatanını fethetmek için savaşırken ölenlere de şehit denmeye başlandı. Şehit kavramı gitgide ayağa düştü, anlamsız bir niteleme sık kullanılır oldu. Kendini Marksist olarak tanımlayan ve tanımı gereği bir dinsel inanca bağlı olmaması gereken örgütlerin açlık grevlerinde ya da bir çatışmada canını yitiren üyeleri için de “devrim şehidi” gibi tuhaf ve anlamsız bir niteleme kullanılmaya başlandı. O kadar ki pek çok toplantı, “Şimdi hepinizi devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşuna çağırıyorum” anonsları ile başladı ve şehitler “sol ya da sağ yumruklar havada” anıldı. 

Şehit edebiyatının doruk noktası ise “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganında ifade buldu. Çatışmalarda can vermiş gencecik yurttaşlarımızın cenaze törenlerinde bu slogan sürekli kullanılır oldu. 

Kendini tutamayıp gencecik oğlunun acısıyla, “Ne demek şehitler ölmez. İşte dal gibi oğlum öldü de burada tabutta yatıyor” diye haykıran annelere, babalara o yıllarda milli hisleri zayıf, dini inancı güçsüz, hafiften de olsa “vatan haini eğilimler” taşıyan biri olarak bakılırdı.

Dün geçtiğimiz hafta yazılı basında da yer alan kronoloji çalışmalarını referans alarak PKK’nın Mart 2013’te verdiği “ön şartsız” geri çekilme vaadinden nasıl geri döndüğünü ve ardından çatışmasızlık sürecini nasıl adım adım çatışmaya taşıdığını önemli kırılma hatlarını öne çıkararak özetlemeye çalıştım. Devam edelim...

20 Eylül’de Kobani’den gelen 100 bin Kürt’ün Türkiye’ye sığınması var. Daha temmuz ayında kabul edilen “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesi Kanunu”na atfen Çözüm Süreci Kurulu ve Kurumlararası İzleme ve Koordinasyon Komisyonu’nun kurulması var. Tarih 2 Ekim 2014.

PKK, Kobanililere kucak açılmasına da söz konusu kurul ve komisyonların oluşturulmasına da 3 Ekim’de Tunceli Pülümür’deki karakola saldırarak yanıt veriyor.

Hep mazeret olarak gösterdikleri “çözüm sürecinin yasal zemine kavuşması ve TBMM nezdinde kurumsal nitelik kazanması” meselesi hallolma yolunda iken bunu yapmaları ilginç mi? Bana artık ilginç gelmiyor.

Ai­le­le­rin mut­lu­luk­la­rı (!) hiç bit­mi­yor!..

Ön­ce­ki gün Li­ce­’den üç şe­hit ha­be­ri da­ha gel­di…

Ay­nı ça­tış­ma­da ya­ra­la­nan teğ­men de dün has­ta­ne­de şe­hit ol­du…

Yet­me­di, dün Si­ir­t’­te as­ke­ri ara­ca ya­pı­lan bom­ba­lı kah­pe sal­dı­rı­da se­kiz va­tan ev­la­dı da­ha şe­hit düş­tü!..

24 sa­at­te 12 şe­hit!..

Ev­le­ri­ne ateş dü­şen, yü­rek­le­ri kav­ru­lan12 “mut­lu­” ai­le da­ha!..

Ve dün Ener­ji Ba­ka­nı Ta­ner Yıl­dız açık­la­dı:

“Be­nim ama­cım şe­hit ol­mak­tı­r”

De­mek Ta­ner Yıl­dız da ai­le­si­ni mut­lu (!) et­mek is­ti­yor!..

* * *

Bir eli­ni şe­hi­din ta­bu­tu­na ko­yan, öte­ki eli­ne de mik­ro­fo­nu alan Tay­yip Bey ca­mi av­lu­sun­da ne de­miş­ti?..

“Ne mut­lu onun ai­le­si­ne… Ne mut­lu onun tüm ya­kın­la­rı­na­”

Bu du­rum­da, şe­hit ana­la­rı “mut­lu­luk­ta­n” fer­yat edi­yor!..

13 yıl­lık ik­ti­dar kör­lü­ğü­nün, si­ya­set­te­ki ayak oyun­la­rı­nın…

Dış po­li­ti­ka­da Tür­ki­ye­’nin bir ba­tak­lı­ğın içi­ne düş­me­si­nin…

De­ğer­li yal­nız­lı­ğın…

De­rin­lik­li stra­te­ji­nin…

Eğitim yılının başında özel okullarda estirilen terörü, ancak PKK'nın sürdürdüğü “Devrimci Halk Savaşı” kavramı ile açıklayabilirsiniz. Yöntem aynı, içerik aynı.

Doğrudan toplumu yıldırmayı, baskı altında tutmayı hedef alan bir terör dalgası estiriyorsunuz ve hukuk dışında psikolojik bir üstünlük sağlamaya çalışıyorsunuz. Buradan elde ettiğiniz taktik üstünlüğü, bu sefer asıl amacınız olan iktidar hesaplarınız için kullanıyorsunuz. Adam sandığa gömülmüş, hâlâ okullarla dershanelerle uğraştığına göre demek her şeyi yapacak! Şu günlerde Türkiye'nin yüzakı olan otuz civarında okula yapılan baskınlar ile PKK'nın Silopi'de, Cizre'de hendek kazıp güvenlik birimlerine ateş açarak sürdürdüğü halk savaşı arasında hiçbir fark yok. İkisi de can damarlarımızı hedef alıyor ve hesap başka yerlerde yürütülüyor.

“Devrimci Halk Savaşı” Marksist-Leninist hareketlerin iktidar stratejisine dair kanlı bir teori. Bu teori aynı zamanda terörün meşrulaştırılması çabası olduğu için, bu hareketlerin ideolojik bagajında çok önemli bir yer işgal ediyor. Sovyet Devrimi'ne Mao'nun Çin Devrimi sonrası yazılarıyla ilave ettiği “kırdan kente gerilla savaşı” taktiğinin aşama aşama formüllere bağlanmasına dayanıyor.

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var