Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

17 Ağustos depremi, bu güven duygusunu sonsuza kadar sarstı. Sıradan, hiç bir tehlike işareti algılamadığımız bir geceye uyuyup, kıyamet hikayelerinde anlatılana benzer bir sabah uyanabileceğimizi hatırlattı bize.

O sıcak ve nemli günün sonunda güneş batarken, her şey gayet sıradan görünüyordu. Sıcaktan kaçanların meydana çıkması ile etraf hareketlendi. Çocuklar bisikletleriyle sokakta turladılar. Sporcu gençler yan sitenin takımı ile yaptıkları maçtan ter içinde döndüler. Apartmanlardan kızartma kokuları yükseldi. Yurt dışındaki üniversiteden kabul yazısını alan doktora öğrencisi, kendini çok önemli hissetti . Hoşlandığı delikanlının arkadaşına çıkma teklif ettiğini öğrenen zayıf kız, 'İntihar etsem pişman olurlar aslında ' diye düşündü. İş yerindeki direktöre sinirlenen bankacı, 'Hayatım boyunca değerimi bilen çıkmayacak mı?' diye veryansın etti. Genç doktor, kaygı içinde ilk gece nöbetini tutmaya hazırlandı. Titiz anne, ev terliği ile çöp dökmeye giden kocasına öfkelendi.

Akşam geceye bağlanırken, kızlar, delikanlılar, bankacılar, öğrenciler, anneler, gelinler ve enişteler, şortlarını, askılı geceliklerini giydiler, kafalarını meşgul eden irili ufaklı planları, dertleri, mutlulukları, kırgınlıkları rüyalarında biraz daha düşünmek üzere uykuya daldılar.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rize'de ilginç bir konuşma yaptı.

Konuşmanın ilginçliği seçtiği sözcüklerden kaynaklanmıyor.

Bildiğimiz şeyleri tekrarlıyor aslında ama o bildiğimiz şeyleri ifade ediş tarzı da 'içindeki otokratı' bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.

Cumhurbaşkanı şöyle diyor:

'Beyler, Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde, milletin doğrudan cumhurbaşkanını seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı elbette yetkiler çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır. İster kabul edilsin, ister edilmesin. Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değiştirilmiştir.'

Bizlere hitap ettiği tarzda hitap edecek olursak, şöyle diyebilirim:

Bayım, Türkiye'de 10 Ağustos 2014 tarihinde sadece cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa değişikliği oylanmadı, Anayasa değişmedi!

Evet bayım, siz 10 Ağustos 2014 tarihinde uyacağınıza namusunuz ve şerefiniz üzerine yemin ettiğiniz Anayasa'da yazılı görevleri yerine getirecek bir Cumhurbaşkanı olarak seçildiniz.

Şimdi o yemini unutmuş olabilirsiniz, üzerine yemin ettiğiniz kavramlar size bir şey ifade etmiyor olabilir, bu sizin sorununuz, bizlerin değil.

Erdoğan, “İster kabul edin, ister etmeyin” diyerek Türkiye’nin yönetim sisteminin değiştiğini açıkladı. “İster kabul et, ister etme” bu fiili duruma hukuki çerçeve uydurmak kaldı...

Sistemin “fiili” durumu herkesin malumu. Peki Türkiye’nin sosyal, ekonomik, eşitlik ve özgürlüklerdeki fiili durumu ne? 

“İster kabul edin, ister etmeyin”, Türkiye’nin karnesi hiç parlak değil!

2015’in ilk altı ayını değerlendiren twitter şeffaflık raporunda, Türkiye açık ara dünya şampiyonu oldu. Hükümetin kişisel tweet’lere müdahale oranı, listede ikinci gelen Rusya’yı bile 10’a katladı.

Türkiye’den twitter’a, “kişisel hakları ve ulusal yasaları ihlal etmek” suçundan 408 mahkeme kararı, 310 resmi kaldırma talebi iletildi.

Peki Çin ve İran dışında twitter’a erişim yasağı getiren üçüncü ülke hangisi dersiniz? Tabii ki Türkiye.

Ya 2014’te Facebook’ta içerik kaldırmada ikinci, 2013’te Google’da siyasi içerik kaldırmada birinci olan ülke acaba hangisi? Hay bin şeytan! Türkiye...

Bugün yapılacak Davutoğlu-Bahçeli görüşmesinden kimse bir şey beklemiyor. Görüşmeyi yapacak olanlar da bir şey beklemeden konuşacaklar.

Bu görüşme sadece “yapmış olmak için” yapılan ve tek amacı seçim kararı öncesinde son haftayı geçirmek olan bir görüşmeden ibarettir.

Bugünkü görüşme sonrasının takvimi de aşağı yukarı belli olmuştur. Bahçeli görüşmeden çıktıktan sonra Davutoğlu’nun hükümet kurma görevini Cumhurbaşkanı’na iade etmesini isteyecektir.

Aynı talep CHP’den gelecek ve CHP de Kılıçdaroğlu’nun görevlendirilmesini isteyecektir. Aslında “isteyecektir” gibi kesin bir ifade kullanmamak gerekiyor, “isteyebilir” daha doğru kelimedir.

Çünkü CHP’den böyle bir talep gelirse, bundan Kılıçdaroğlu’nun hükümet kurma görevini almak için Beştepe’ye gitmeyi kabul ettiği anlamı çıkarılacaktır.

Her durumda, MHP ve CHP bu taleplerini, Davutoğlu’nun görevi 45 gün tamamlanmadan önce geri vermeyeceğini bilerek yapacaklardır.

Gezi olayının bir benzeri de 17 Ağustos 1999’da yaşanmıştı. Felaketin duyulduğu andan itibaren biraraya gelen bireyler, STK’lar devletin o güne kadar yapmadığı bir işi yapmışlar, kamu alanını katılıma açmışlardı. Daha ilk günden başlayarak müdahale aşamasında öylesine bir katılım ihtiyacı ortaya çıkmıştı ki, neredeyse kamu kararlarını bağımsız bireyler alır hâle gelmişlerdi. Böyle bir durumda yapılması gereken bir koordinasyon merkezi oluşturmak, bölgesel birimler oluşturup, bunlarla sürekli iletişim içinde bulunmak, karayollarının felç olması karşısında deniz ulaşımı için alternatif bir şebeke oluşturmak, deniz otobüsleri ile mobil hastane malzemelerini bölgeye aktarmak, ilk adımdan başlayarak uluslararası ajanslarla ve STK’larla işbirliği yapmak, havalimanından bölgeye ulaşan acil müdahale ekiplerini, insani destek, ilaç, malzeme, ekipman imkânlarını yönlendirmek. Devletlerarası kuruluşlarla, devletle, yerel yönetimlerle sürekli iletişim kurarak, onların da yapılan çalışmalardan haberdar olmasını sağlamak. O kadar ki bütün haber ajansları, televizyonlar en sağlıklı bilgileri bu iletişim ağından alıyor, her saat başı buradan aldığı bilgileri yayınlıyor, bütün STK’lar bu merkez sayesinde koordinasyon sağlıyor, Japon İmparatoru’nun danışmanları ve yönlendirdiği kuruluşlar birlikte çalışıyor, sivil girişimi işbirliği için NATO Kuvvetleri Başkomutanı (Amerikan orgenerali) bile ziyaret ediyor, bakanlar, valiler, belediye başkanları bu oluşumla ilişki kuruyordu.

AK Parti-CHP koalisyonuyla ilgili görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlandığı görüşmede Başbakan Davutoğlu ile Kılıçdaroğlu arasında şu diyalog yaşanıyor.

Davutoğlu- Seçime endeksli kısa süreli bir reform hükümeti kurabiliriz. Bu arada seçim barajının indirilmesi, taşımalı oy sistemi gibi reformları da yaparak seçimlere gidebiliriz.

Kılıçdaroğlu- Biz, bu işlerin 4 yıllık yüksek profilli bir reform hükümeti ile çözülebileceğini düşünüyoruz'

Bunun üzerine Başbakan, 'Peki o zaman koalisyon kurulamadı ama bu diyalog çok yararlı oldu, bunu sürdürelim. Seçimden önce de seçim sürecinde de bu diyaloğu sürdürelim' diyor.

İki lider ayağa kalkıyor ve birbirlerine teşekkür edip, görüşmeyi bitiriyorlar.

Burada “Üç aylık seçim hükümeti' tartışmasına girmeden Bülent Arınç'ın deyimiyle ülkenin, 'Tef gibi gerildiği' bir ortamda iki liderin ayrılırken sergiledikleri nezakete dikkat çekmek istedim.

“İkinci bir emre kadar sokağa çıkmak yasak…”

Bir gün kalkarsınız ve artık yaşadığınız şehir size yabancıdır; gökyüzü başka görünür pencereden, postal kokusu siner soluduğunuz havaya. İşittiğiniz yüksek perdeden gelen sert ve yıkıcı seslerdir sadece. Ne güz, ne bahar fark etmez, özgürlüğün prangalandığı zaman hava hep karanlıktır. Sizin adınıza ağzından kan dökülen, irin akan adamlar; o gürültülü, ürkütücü, vicdanını yitirmiş mahlûklar konuşmaya başlar! Doğrusu ‘söz’ yitik, ‘anlam’ kayıp haldedir. Darbe sabahına uyanmak istemez insan ama… Uyku biter, sanrılı gün başlar…

Darbenin bir tarihi olmaz. Zaman akmaz, öylece durur. Saatler ilerlemek için zembereğini patlatır da, olmaz. Demir parmaklıklar ardında işkenceciler son sigaralarını içip, tutsakları bekler gamsız. Kurulur darağaçları sıra sıra... Radyodan hep aynı ses yükselir, bitmez tükenmez bir tekrar, hep birlikte ahmaklaşır insanlar…

Darbe zamansızdır… Kiminin ilk gençliğini çalar, kiminin evladını toprağa taşır… Kimi çocukluğunu gömer o karanlığa; kimi sessiz, soluksuz kalır, yutar dilini, kör eder gözlerini… Bir elinde bayrak, bir elinde kutsal kitap meydanlara düşer zalim. Ve her diktatörün uyuşmuş, onu alkışlayan halkı mutlaka bulunur… Yoksa yaratılır… Vicdan kurutulur…

Muhalefet partilerinin tamamı veya biri ya da ikisi, AKP’nin 18 eksiğini tamamlamasının önünü kesecek şekilde oylarını artırmanın yolunu bulmalıdır. Bu, ancak bir rüzgâr yaratmakla mümkündür. Erdoğan, yeniden tek başına iktidar hedefine ulaşır ise bu, uzun süre kalıcı olmaz ama tüm sorunlarımızın uzlaşma yoluyla çözülebileceği bir süreçte, çekeceğimiz sıkıntılar artar. 

Şimdi bu rüzgâr nasıl yaratılır, süratle bunu düşünmek ve ortak akla ulaşıp, partiler içi kavgalarla değil, el ele başarmak gerekir. 

Muhalefet partileri için ayrı ayrı olmak üzere, bahsettiğim “rüzgar”ı yaratmanın önkoşulu, bu partilerde siyaset yapanların egolarından sıyrılmaları, “ben” değil, “BİZ” demeleridir. 

Analizler ve çıkış yolu 

1. Erken seçim geliyor, Erdoğan sahneye iniyor. 

2. 7 Haziran seçiminin etkisi, Meclis başkanı AKP’den seçildiğinde bitti; Erdoğan, erken seçim kararını o gün kesinleştirdi. İhsanoğlu veya Baykal seçilseydi, bugün koalisyon kurulmuştu. 

3. Davutoğlu’nun, Erdoğan’a rağmen koalisyonu kurabileceğini beklemek mümkün değil idi. Çünkü Davutoğlu, bu mevkiye seçim kazanarak değil, Erdoğan’ın danışmanlığını /bürokratlığını yaparak geldi. Gittiği kadar, böyle devam eder.

Halk size hiç bir ahval ve şeraitte şu anda yarattığınız 'fiili' durum için yetki vermemiştir. 

Sayın Cumhurbaşkanı, tarafsız değil milletin tarafında olduğunu söylüyor ama milletin hangi tarafta olduğunu görmüyor. Görmek istemiyor.

Anayasanın çiğnenmesi yahut sivil darbe olarak da pekala yorumlanabilecek ve elbette yorumlanan ‘İster beğenilsin, beğenilmesin, Türkiye’de yönetim sistemi fiili olarak değişmiştir’ sözleri de…

‘Ben halkımın bana verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanırım’ sözleri de…

Bu görmezden gelmenin ‘doğal’ sonucu.

Doğallık kısmına sonra geleceğim ama önce bir kısa bilgilendirme yapmam gerekiyor.

Sayın Cumhurbaşkanı… Halk size o yetkiyi vermedi.

Öncelikle halka ne sordunuz?

Cumhurbaşkanını halk seçsin mi?

Yıllardır maruz kaldıkları devlet şiddetine dönük biriken isyanlarını kazdıkları hendekler ve kurdukları barikatlarla gösteren Cizreliler, bu hallerinden son derece memnun.

Mahallerin belli başlı sokaklarında, mahalle sakinlerine ait ya da ticari araçların belli noktalarına kadar ulaşmalarına müsaade ediliyor.

Bu sokaklardan polise ait zırhlı araçlar girmek istediğinde ise uyarı sistemi devreye giriyor. Fakat bu sistem teknik değil, insan unsuruna dayanıyor. Trafiğe açık bu sokak başlarında duran gözcüler, mahalleye girmeye çalışan polis araçlarını fark ettiğinde daha gerideki barikatlara haber vererek, olası saldırıların önünü kesme dikkati içerisinde.

Araçların giremediği sokaklarda en gözde ulaşım aracı motosikletler. Motosiklet sahibi olanlar bu kazılan hendek ve barikatların yan bölümlerinde yurttaşlar için ayrılan aralıklardan zikzak çizerek ilerleyebiliyor.

Sokak aralarında da poster ve pankartlar asılı: '15 Temmuz ruhu ile Demokratik Özerkliği kuracağız.' 'Geleceğini aydınlatmak için yak bir molotof'…

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nde Yeni Doğmuş Bebeğin Başının Örtülmesi Tepki Topladı
Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi