Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

İlk gerçek, son üç yıldan beri, demokrasi adına bir tek adım bile atılmamış olmasıdır! Meselenin özü budur!

Sayın Erdoğan, madalya töreninde terör – demokrasi – siyasal partiler ilişkisini ele aldı ve iki görüşünü açıkladı:

1- “Terör örgütleri ülkemiz için tehdit olmaktan çıkarılana kadar, silahların susması değil, silahlar bırakılıp gömülünceye kadar, üzerine beton dökülene kadar, sınırlarımız içinde tek bir terörist kalmayana kadar mücadelemize devam edeceğiz.”

2- “Terörle mücadele, demokrasi ve hukukun en başta gelen şartıdır. Çünkü terörün olduğu yerde bu kavramların esamesi okunmaz.”

Bu cümlelerdeki “Terör” kelimesinin, sözlülüklerdeki anlamıyla, Terörle Mücadele Kanunu (TMK)‘ndaki anlamı arasında çok büyük farklar vardır. Ülkemizdeki sıkıntının kaynağı bu farklı anlamla ilgilidir.

Savcılar ve yargıçlar doğal olarak TMK’ndaki “terör”, “terör örgütü”, “terör örgütü üyeliği”, “terör suçu”, “teröre yardım” tanımlarına göre işlem yapmaktadır.

Şırnak’ın kent merkezinin yanı sıra Cizre ve Silopi ilçeleri, tıpkı Hakkari kent merkezi ve Yüksekova ilçesi gibi örgüt için en önemli çatışma alanları olarak bilinir. 

Zira bu beş nokta, örgüt yönetiminin aldığı kararların hemen uygulamaya konulduğu alanlardır. Örgütün uygulama laboratuarıdır adeta. Bu sahalarda başarıya ulaşan uygulamalar zaman geçirmeksizin ülkenin diğer bölgelerine yayılarak örgütün otoritesi kurulmaya çalışılır. 

PKK’nın Çözüm Süreci’ni sona erdirdiğini açıklamasının ardından en yoğun çatışma haberleri Şırnak ve çevresinden geliyor. 

Eylemler profesyonelce

Şırnak’ta neler oluyor? Çatışmalar neden yoğunlaştı? 

Bu soruların yanıtlarını şöyle açıklayabiliriz: 

Örgütün Çözüm Süreci’ni bitirdiğini açıkladığı 24 Temmuz’dan bu yana, PKK’nın kırsal kadroları Şırnak ve Hakkari’de şehir kadrolarıyla birleşmeye çalışıyor.

11 Ağustos gecesi çok hazin, çok garip şeyler oldu. Türkiye-Suriye sınırına yakın Atme bombalandı ve aralarında çocukların da bulunduğu 20’den fazla sivilin öldüğü, çok sayıda yaralı olduğu haberleri geldi. İncirlik Üssü’nün açılması sonrasında yaşanan bu sivil katliamı en çok “AK Parti tabanı sayılabilecek” kişiler arasında tepki yarattı. “İncirlik’ten kalkan uçaklar sivilleri vurdu!” ithamı sosyal medyayı saniyeler içinde kat etti. Dışişleri iddiayı hızlı bir biçimde yalanladı. Resmi açıklamada, “Suriye’nin Atme Köyü yakınındaki bazı hedeflere bu akşam (11 Ağustos) koalisyon hava kuvvetleri tarafından yapıldığı bildirilen hava harekâtına İncirlik Üssü’nden kalkan veya Türk hava sahasını kullanan herhangi bir insanlı-insansız hava aracı katılmamıştır. Bunun aksine yapılan haberler gerçek dışı ve art niyetlidir” denildi.

Saldırı Doğal Kararlılık Operasyonları Birleşik Ortak Görev Gücü, yani IŞİD’e karşı mücadele eden koalisyon gücü tarafından üstlenildi. Saldırının IŞİD’in olmadığı ve üstelik Türkiye’nin “güvenli bölge” olması için çabaladığı bir alanın çok yakınına yapılması ilginçti.

“Benim muhtarım hangi evde kim var? Gelecek gayet uygun ve sakin bir şekilde kaymakamına, emniyet müdürüne bildirecek.”

Biliyorum dünden bu yana bu cümleyi ezberlediniz.

İyi ettiniz.

Ezberleyiniz; belleğinizin silinmeyecek bir yerine yerleştiriniz; sık sık hatırlayınız. Çünkü önümüzdeki günlerde, haftalarda, aylarda (yıllarda? Anneeeeee!) ihtiyacınız olacak.

Bu cümle dün bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıktı.

12 Mart utangaç faşizmi döneminde kendini her gücün üstünde bir güç olarak gören bir emekli Albay’ın, Şadi Koçaş’ın ağzından çıkmıştı. Mütekait albay bu cümlenin ardından hızını alamamış ve “Sayın muhbir vatandaşlarıma güvenim tamdır...” diye başlayan bir başka cümle kurmuştu. Biz kendi aramızda “Ulan muhbir’in de sayın’ı olur muymuş? Demek bugünleri de görecekmişiz” diye geyik muhabbetleri kaynatırken, Cihangir’deki “sayın” muhtarımız “gayet uygun ve sakin bir şekilde” bizim evi sıkıyönetim komutanlığına ihbar etmiş; ev basılmış; mutlu bir rastlantıyla evde olmadığımızdan paçayı o gün için kurtarmış; ama eve de ayak basamaz hale gelmiş; gecelemek için eş - dost evi ayarlamak günlük esas uğraşımıza dönüşmüştü…

Hükümet ile PKK arasındaki görüşme/çatışma modalitesi objektif değerlendirme yapmak için gerekli serinkanlılığı engelliyor. Mesele sadece iki ‘tarafın’ varlığı değil. Görüşme ile çatışmanın iç içe geçmesi ve dolayısıyla Çözüm Süreci’nin Kürt meselesi dışında bir dizi ilkesel, ahlaki ve ideolojik tutumu da etkilemesi. Dolayısıyla gözlemciler bu ‘süreç’ hakkında konuşurken, kendi siyasi konumlarını da konunun parçası haline getiriyorlar.

Bu durumun en belirgin sonuçlarından biri açıkça saçma argümanların ciddiyetle tekrarlanabilmesi. Burada bir simetri yok… Hangi taraf daha sorumlu ise, o tarafa yakın gözlemciler de saçma muhakemelere daha eğilimli oluyor. Örneğin Dolmabahçe toplantısı sonrasında Erdoğan’ın ‘masa yok’ tavrının yanlış olmadığını kanıtlamak için epeyce ter dökülmüştü. HDP/PKK kanadının ‘çözüm süreci bitti’ türünden hem Dolmabahçe öncesi hem sonrası birçok demeci gerçekten de vardı. Ama önceki demeçler ‘masayı’ ortadan kaldırmadığı gibi, hükümetin sorumluluğu da herhalde örgütünkinden niteliksel olarak farklı olmalıydı.

Son zamanlarda ülkeleri gruplandırma çabasıyla ortada birçok kategorinin dolaştığına tanık oluyoruz. BRICS, MINT, MIST, “Kırılgan Beşli” gibi son dönemde finans analistleri tarafından ortaya atılan gruplamalar buna bir örnek. Bu eğilim yeni değil, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu Asya’da hızlı büyümeye model olarak gösterilen “Asya Kaplanları” -“Doğu Asya Mucizesi” veya kapitalist sisteme başkaldıran Latin Amerika ülkelerinin “hayal kırıklığı” diye nitelendirilmeleri de tarihsel örnekler. Tüm bu isimler, bilinçli olarak bir algı yaratma çabasının sonucu üretilse de, kapitalizmin dengesiz ve çarpık hali isimlerin geçerliliği konusunda kendini bir kez daha ele veriyor. Örneğin 2001 yılında Goldman Sachs’ın eski Başekonomisti Jim O’Neill tarafından ciddi yatırım potansiyelleri ve hatta 2050 yılında birer güç olacakları iddia edilerek Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika BRICS kategorisinde dünyaya sunulmuştu. Nitekim son yıllarda ABD’nin küresel para politikasının değişmesiyle birlikte bu ülkeler iklimden en kötü etkilenebilecek ülkeler olarak sınıflandırılıyor. Ayrıca Brezilya, Hindistan, Güney Afrika, Endonezya ve Türkiye’yi kapsayan “kırılgan beşli” diye bir başka grup, “en zayıf halka” olarak bu dönem öne çıkanlar arasında. Yine hatırlanacağı üzere “gelişmekte olan ülkeler” finansal serbestleştirme politikalarının hızına bağlı olarak 90’ların başından itibaren de “yükselen piyasa ekonomileri” olarak anılmaya başlamıştı. Özetle tüm bu tanımlamaları küreselleşme evrelerinin bir sonucu olarak görmek, merkez-çevre paradigması içinde çevre ekonomilerin konjonktüre dayalı yeniden konumlandırılması şeklinde de izlemek mümkün.

Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar...

-'Bir Zekeriya çıkar, bütün putları kırar' diye lügat parçalayan kim varsa...

-'Zekeriya'nın heykelini dikmemiz lazım' diye kendilerini paralayan kim varsa...

-'Zekeriya... Ey Zekeriya' diye destan söyleyen kim varsa...

Bugün...

-'Kaçak Zekeriya' diye...

-'Alçak Zekeriya' diye...

-'Hain Zekeriya' diye...

Ortalığı velveleye veriyor.

*

Zekeriya yüzünden hayatları kararanlar, altı yıl zindanlarda sürünenler, ölmeden mezara gömülenler bile...

Zekeriya'ya karşı daha serinkanlı...

*

Bir insan, nasıl olur da birkaç yıl içinde 'Kahraman Zekeriya'dan 'Alçak Zekeriya'ya bu kadar kolay geçebilir?

Ve bu çok hızlı geçişi yaparken...

Bu kadar utanmaz, bu kadar sıkılmaz, bu kadar pervasız, bu kadar rahat olabilir?

Orgeneral Necdet Özel önceki günkü Devlet Şeref Madalyası töreninin ardından verilen resepsiyonda, VATAN Ankara Temsilcisi Murat Çelik’in sorularını yanıtladı.

“Bir nasihatte bulunayım... Beni bir ağabey olarak kabul ederseniz, bir ağabey tavsiyesi...”

Görevini gelecek hafta devredecek olan Genelkurmay Başkanı ile sohbetimiz, Orgeneral Necdet Özel’in bu sıra dışı cümlesi ile başladı.

“Elbette” dedim. “Buyurun, dinliyorum...”

Önceki gün, Beştepe Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda, Devlet Şeref Madalyası’nı aldıktan sonra, onuruna verilen resepsiyonda konuştuk Özel ile.

‘Eleştirin ama önyargılı olmayın’

30 Ağustos itibariyle emekli olup sivil hayata dönecek olan Orgeneral Özel’in ‘ağabey tavsiyesi’ şu oldu:

- İnsanlar hakkında önyargılı olmayın. Önyargılarla yaklaşmayın. Bırakın, fırsat verin, insanlar çalışsın. İcraatlarını görün ondan sonra değerlendirin.

Necdet Özel’in ‘serzeniş’ de içeren bu sözlerinin, şahsi tecrübelerinden kaynaklı olduğu açıktı.

Sordum:

Bir süredir, Siyaset Bilimi’nde bir çalışma metodu, bir düşünce sistematiği olarak Süreç İzleme (Process Tracing) üzerine çalışıyorum. Metot, düşünme sistemi önemli; Türkiye’de hemen hepimiz siyasi yorumcuyuz malum. Hepimizin öngörüleri var, bazılarımızın öngörülerle beraber bilgileri de. Herkes her şeyi bilemeyeceğine göre, bilgileri olanların, belli konularda uzmanlaşması beklenir. Ve uzmanlık alanları dışında da, sürekli her konuda yorum üretmemeleri…

Ama böyle olmuyor; kamuoyunun ortak alanında sıklıkla boy gösteren birçok yorumcu, her an her konuda sürekli konuşuyor, yazıyor. Müthiş bir enformasyon bombardımanı altındayız Türkiye kamuoyu olarak. Bu “fikir bolluğu” arasında, bazı kalıplar sürekli tekrarlanarak sonunda kendi gerçekliğini oluşturuyor. Hiçbir somut veri tarafından desteklenmemeleri, açıkça gözlenebilecek güvenilir ve başkalarını da ikna edebilecek kanıtlara, başkaları tarafından da tekrarlanabilir deneylerle doğrulanan sebep sonuç ilişkilerine dayanmadıkları halde, popülerleşiveriyor bazı görüşler.

Şimdi, bir süreci izleyelim.

Vaka şu; 7 Haziran seçim günü. Şu veya beklenmedik bir sonuç ortaya çıktı; iki parti sürpriz yaşadı. AKP, oy oranındaki düşüşle beraber, parlamento çoğunluğunu da kaybetti. HDP, aldığı siyasi riskin oylarını katlayan bir kazanımla geri döndüğünü gördü. Bunun ötesinde, 24. Dönem Meclisi muhalefeti partileri, seçim kampanyası boyunca, dinamik bir takım oyunu sergilediler.

Erdoğan’ın bir koalisyon taraftarı olmadığı ve erken seçim istediği biliniyor.

AK Parti’deki Erdoğan’a yakın kimseler şöyle düşünüyordu: ‘Tek parti iktidarının sağladığı istikrarın tadını alan seçmen, bir erken seçimde ‘hata’sından vazgeçip yeniden AK Parti’ye yönelecektir.’

Bunu hızlandırmak için seçimden sonra toplumu, ‘ya tek başına AK Parti iktidarı ya da kaos’ seçeneğine zorlayıcı politikalara yöneldiler.

Fakat açıklanan anket sonuçlarına bakılırsa AK Parti beklediğini alamıyor. Nasıl mı? Anlatayım.

Andy AR araştırma şirketinin yaptığı son anket yayınlandı. Anket sonuçları, işlerin AK Parti’nin istediği gibi gitmediğini gösteriyor. Kararsızlar dağıtıldığında AK Parti’nin oyunun bir puan arttığı ve yüzde 42 civarında olduğu görülüyor. Ama durum böyle değil.

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti