Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

İşaretler, AK Parti ve MHP'nin adı koyulmamış, sözü kesilmemiş, zımni bir ortaklık içinde aynı yönde hareket ettiğini gösteriyor.  Bugün yapılacak toplantıdan bir AK Parti-CHP ortaklığı çıkması gerçekten sürpriz olur

Sahi, Başbakan Ahmet Davutoğlu daha önce de “teröre ve şiddete karşı” bütün parti liderlerini ortak açıklamaya çağırmamış mıydı?

Bu çağrıya tek olumlu karşılık veren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu olmamış mıydı, Davutoğlu bu nedenle Kılıçdaroğlu’na 25 Temmuz’da basının önünde teşekkür etmemiş miydi?

O halde üzerinde düşünmeye değer, Kılıçdaroğlu ile önemli 10 Ağustos görüşmesinden bir gün önce bu çağrıyı neden tekrarladığı üzerine.

Üstelik bu arada Kılıçdaroğlu HDP heyetiyle görüşmüş, o görüşmeden sonra CHP sözcüsü Engin Altay çıkıp PKK’yı eylemlere son verip silah bırakmaya çağırmış, o görüşmeyi takiben HDP ile devlet arasında aylar sonra ilk resmi temas kurulmuş olduğu halde...

Milli Güvenlik Kurulu'na sunulan bir rapora göre, PKK, 'barış süreci nedeniyle çekiliyoruz' bahanesinin arkasına saklanarak Doğu ve Güneydoğu'da 80 bin adet silah depolamış.

Kalaşnikoflar, pompalı tüfekler, tabancalar ve el bombalarından oluşan 80 bin silah.

Havuz gazetesinin haberine göre, devletin istihbarat organları bu adresleri tek tek tespit etmiş.

Zaten raporu da onlar yazmış.

Hatta hangi adreste, hangi marka ve cinsten silahtan kaç adet depolandığı bilgisi bile bizim istihbaratçılarda mevcutmuş.

Bunu okuyunca insan merak ediyor tabii: Peki bu silahların depolanmakta olduğunu biliyordunuz da neden gidip engel olmadınız?

Verebilecek cevapları yok, çünkü büyük olasılıkla bu haber de Sümeyye Hanım'a suikast haberi gibi palavra.

Çünkü bu dehşetengiz haber şöyle bitiyor:

'Yakında bu adresleri de kapsayan kapsamlı bir iç güvenlik operasyonu yapılacak ve silahlar toplanacak!'

Farz edin ki İstanbul veya Ankara’da “huzur ve güvenlik” gerekçesiyle bazı ilçelerin ulaşımı kapatıldı. İnsanlar iş ve okuluna gidip gelemiyor, sokağa çıksa ‘kim vurduya gitme’ ihtimali var. ‘Terör riski var’ diye parklar, bahçeler yakılıyor. Hatta oturduğunuz yeri terk etmeniz için baskı yapılıyor.

Ne yapardınız? 

Ne düşünürdünüz?

4 Ağustos’ta ilan edilen 37 özel güvenlik bölgesinin 14’ü, Dersim’de. 

Geçen hafta Hozat’ın Karaçavuş mezrasında yaşayanlara, “herhangi bir durumda göreceğiniz zararlardan sorumlu değiliz” diyerek mezrayı boşaltmaları istendi. Tehditle... “Gidecek yerim yok, ekin toplama dönemindeyiz, 400 baş hayvan bölgede köyü boşaltamayız” diyenlere, tutanak imzalatıldı. 

‘Olağanüstü hal’ uygulaması, ilk etapta bölgenin en önemli tarımsal faaliyeti olan arıcılığı vuruyor. 600 arıcının faaliyet gösterdiği Dersim, kayıtlara göre geçen yıl 500 ton bal üretti.

MAYINLI AMA HARİTA YOK

Dersim Arıcılar Birliği Başkanı Kazım Bey, “Ulaşımın bittiği ortamdayız. Arıcılar yayladan inmeye çekiniyor. Gelen, gitmeye korkuyor. Büyük sıkıntılar yaşadık zaten. Kimse rahatlatıcı konuşamıyor” diye anlatıyor durumu.

Başbakan Davutoğlu ile CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, AK Parti-CHP koalisyon hükümeti için bugün bir araya gelecekler.

İki liderin görüşmesine tarihi anlamlar yüklemek doğru değil. Ama büsbütün işlevsiz görmek de yanlış. Önemli olan iki liderin iradesi olacak. Davutoğlu ile Kılıçdaroğlu sadece koalisyon kurup kurmayacaklarına karar vermeyecekler. Aynı zamanda kendi siyasi gelecekleri açısından da kritik bir karar verecekler. Koalisyon hükümetinde erimek veya erken seçimde büyümek ya da tam tersi gibi bir tercihle karşı karşıyalar.

Davutoğlu-Kılıçdaroğlu görüşmesi bundan sonraki süreci tayin edecek.

İki liderin koalisyon hükümetlerine bakış açıları farklı.

Kılıçdaroğlu, 4 yıllık güçlü bir AK Parti-CHP koalisyonunu istiyor.

Başbakan ise 4 yıllık bir angajmanın bu aşamada erken olduğu görüşünde. Koalisyon kurulmadan ne kadar devam edeceğini kestirmek güç. O nedenle koalisyonun sürecinin ucu açık olmasını istiyor.

Sümeyye Erdoğan’a suikast haberi sahte çıktı. Zaten her şeyin düzmece olduğu başından belliydi. Konuyla ilgili hukuki davalarımız devam ediyor. Havuz medyasında çıkan diğer tüm iddialar da AKP hükümetinin proje hâkimlikleri ve atanmış savcıları tarafından açılan tüm soruşturmalar da aynı şekilde kurgu.

Hakkımda açılan davalar ve atılan iftiraların asıl nedeni MİT’in karıştığı bazıları suç sayılacak birtakım operasyonları deşifre etmiş olmak. 2012 yılından itibaren bunları yazma ve basma cesareti gösteren Taraf, Mehmet Baransu ve ben zaten hedefteydik. Şimdi Baransu hapiste ben sürgün, Taraf da yoğun baskılar altında. Devletin menfaatlerinin yerine parti istihbaratına dönüştürülen MİT’in parmağının olduğu şu konuları yazdığımız için hedefte olduğumuzu düşünüyorum:

1) Uludere’de bombalanan köylüleri bombalatan istihbaratın MİT’ten gittiği bilgisi; 2) Türkiye’nin muhaberat devletine dönüştürüldüğü gerçeği; 3) Çözüm sürecinin aldatma olduğu, amacın seçimlere kadar Kürtleri oyalamak olduğu; 4) Erdoğan’a yapılması düşünülen, deşifre olduğu için vazgeçilen çakma suikast girişimi; 6) IŞİD ve El Kaide’ye giden TIR’lar; 6) İran ile girişilen tuhaf ilişkiler, –ki bunların bir kısmı daha sonra 17-25 Aralık dosyasında ortaya çıktı.

Tüm çatışmaların odağının insan olduğunu akıldan çıkarmamak, reyting ve tiraj kaygısıyla sansasyonelliğe teslim olmamak zorundayız.

Haberleri izlemek için ne zaman televizyon kanallarında dolaşsam savaşı kışkırtan ve ölümleri kutsayıp yücelten hep o aynı dille karşılaşıyorum. Adeta 1990’ların ortalarına yeniden ışınlanmış gibiyiz. Ekranda savaş analistleri, “uzman”lar ve eski istihbaratçılar, şehvetli bir militarist tavırla haber sunanlar, elindeki hükümet kaynaklı bilgileri heyecanla, yüksek perdeden okuyanlar boy gösteriyor yeniden. Televizyonlar kesif bir militarist haber dili kokuyor. “Cezaları kesildi”, “püskürtüldü”, “etkisiz hale getirildi”, “hesabı soruldu” benzeri fiillerle süslü cümleler ardı ardına diziliveriyor. Zehirli bir savaş söylemi tüm ekranların yeniden hakimi artık. 1996’larda o ünlü Kardak Krizi’yle tavan yapan ve ben de dahil pek çok iletişim bilimcinin “Rambo Gazeteciliği” diye adlandırdığı savaş çığırtkanlığı tekrar geri döndü işte. Basit bir “kazanan-kaybeden”, “biz-onlar” ikiliğine oturtulan bu söylemde asıl soru daima “kim kazanacak?” olageldi. İnsani boyutun ve farklı toplumsal katmanların göz ardı edildiği, ölümlerin ise birer istatistik olarak kayıtlara geçtiği bir habercilik ortamında barış dili naif bir talep artık.

Türkiye’yi yöneten siyasal İslamcı heyetin “dış güçler”, “antiemperyalizm” palavraları buraya kadar... Parti kongrelerini “Davamız, davamız” nidasıyla müsamereye çevirenler şimdi Suriye’yi NATO şemsiyesi altında bombalatma hesabında. Bundan Suriye’nin kuzeyinde şeriat için savaşan “ideolojik kardeşleri” faydalanacak sanırlar. 

***

Hesapları ABD/NATO eliyle Halep’in fethi... Şam’daki Emevi camiinde namaz kılamadılar, müsamerelerinde bu kez “Osmanlı yadigârı Halep’i aldık” diye inletecekler salonu. Şimdiden medyalarında “Halep 82. Vilayet” başlıkları atılması bundan. Bu uğurda paylarına düşeni kapma gayretiyle İncirlik son kartını oynadılar. NATO ve Körfez ülkelerine de “gelin” çağrısı eşliğinde, yabancı güçlerin memlekete konuşlanması için pazarlığı ABD ile yapıyorlar. Elbette ortada binbir soru işareti var.

AKP medyası, mutlak hakimiyet idealine yönelik her tehdit algısında ‘Büyük Akıl’ı (Opus Dei? Illuminati?) suçladı. ‘Faiz lobisi’, ‘NeoCon’lar (ABD Yeni Muhafazakârları) gibi başka kumpasçılar da denendiyse de, son zamanlarda ‘Büyük Akıl’da karar kılındığı anlaşılıyor. Örneğin AKP’nin Suriye’deki emellerine direniş gösteren PYD’nin IŞİD’e karşı başarılarının arkasında, hatta IŞİD’in ‘kendini şeytanlaştırmasının’ arkasında bu ‘Büyük Akıl’ vardı.

Bu ‘Büyük Akıl’ın telekinezi ile çalıştığını biliyoruz, ama ne olduğu, kimlerden olduğu bir muamma. Meseleye izah getirmek bize düşüyor bu ahvalde…

‘Büyük Akıl’ vs kumpas iddiaları, Platon’un insanları sahnede kukla misali oynatan Tanrı tasavvurunun vulger versiyonları olmanın ötesinde de manalar taşıyor. Fakat esasen ‘Büyük Akıl’ diye kontrol edemediğimiz olguların üzerine bir gizem perdesinin çekilmesi, tarihsel hadisenin anlaşılmasındaki zorluğa isyandan ziyade, hadiselerin çoklu bilinmeyenlerini tek bilinmeyenli bir denkleme indirgeme çabasıdır.

Olayların denetimini bir türlü tam olarak ele geçiremeyen failler, kendi iradesine direnen kamusal alanı veya dünyanın kendisini tek bir hamlede bertaraf eder: dünya sahnesinde ya da kamusal alanda benim irademe direnen faillerin kendi iradeleri, kendi bağlamları, kendi eylemleri ve sözleri olamayacağına göre, ipler kimin elinde?

Bu devlet PKK’nın tepesine tam 30 yıl bomba yağdırdı.

Her bombalamanın ardından kameraların karşısına geçip, kibirli bir ses tonuyla bize her seferinde, “PKK’nın belini kırdık”dediler. 30 yıl aynı yalanı tekrarladılar.

Hem on binlerce gencimizi kurban verdiler, hem de milyarlarca lira paramızı dağa taşa bomba diye attılar.

Onlar bombaladıkça PKK büyüdü. Çünkü bu ülkeyi yönetenler bir taraftan PKK’yı bombalarken, diğer taraftan kendi halkının bir kısmına da zulüm yapıyordu. O insanlara en doğal haklarını vermekten imtina ettiler. Akıl almaz kötülükler yaptılar.

PKK’yı adeta o insanlar için bir sığınak, bir güvence haline getirdiler…Dokuz yıl boyunca aynısını yaptınız

Ve sonra iktidara AK Partililer, siz geldiniz.

Dokuz yıl boyunca benzer yöntemleri uyguladınız. Sizin döneminizde de binlerce gencimiz hayatını kaybetti. Milyarlarca liramız dağa taşa bomba olarak yağdı.

Şimdi şöyle oluyor ve daha beteri olacak:

Suruç’ta Işid 32 insanı katletti…

Türkiye, ABD’nin İncirlik’i kullanma isteğini kabul etti.

Belli ki ABD’den de karşılığında PKK’yı bombalama vizesi aldı.

Tamam, diyebiliriz ki, “iki müttefik”, biri “İslam”, diğeri Türkiye’nin de bir parçası olan “Kürtler”in silahlı örgütünü bombalamak için anlaştı; çünkü “ikisi de terörist.”

*** 

Fakat işbölümü şöyle:

Türkiye Işid’i bombalamıyor…

ABD, PKK’yı bombalamıyor.

Hadi “Ankara (Şanlıurfa) – Işid ilişkileri”ne dair iddialar geçmişte kaldı ama durum bu.

Popüler İçerikler

Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı