Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Hani komplo teorisyenlerinin o meşum 'üst akıl' hurafesi var ya, sanırsınız o 'üst akıl' bugünlerde Türkiye'deki demokrasinin 90'lara döndürülmesi için, o hurafe lisanıyla söylersem anlarlar, 'düğmeye basmış' bulunuyor.

Sahi siz “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünün sadece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı mı rahatsız ettiğini düşünüyorsunuz?

Öyleyse gelin başka bilgilerin ışığında konuşalım.

Ve bugün Selahattin Demirtaş’ın ve HDP’nin neden sadece AK Parti’nin hedefinde olmadığını, PKK’nın da Türkiye’de demokrasinin HDP’nin yüzde 10 aşıp Meclis’e girişiyle yakaladığı zenginleşme şansını kısa yoldan harcamak için her şeyi yapmakta olduğunu anlamaya çalışalım.

Önce bazı kulis bilgileri...

PKK ya da onun cephe örgütü KCK, 11 Temmuz’da yol ve baraj inşaatı çalışmalarını da gerekçe göstererek “çatışmasızlık” bitmiştir demeseydi, İmralı ile görüşmelere devam edilme kararı alınmış olsaydı dahi ne olacaktı, biliyor musunuz?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 'azınlık hükümetine' karşı olmadığını söyledi, meğerse onun karşı olduğu şey 'kalıcı azınlık hükümeti' imiş!

Belli ki Anayasa'nın etrafından dolaşma konusundaki performansına bir yenisini daha eklemenin hesabını yapıyor.

Çünkü eğer bir koalisyon hükümeti kurulamaz da Cumhurbaşkanı seçim kararı alırsa, kurulacak seçim hükümetinde her partiden milletvekili sayısına göre bakan atanacak.

Öyle bir hükümet ile seçime gitmek de işine gelmiyor tabii.

Çünkü öyle bir hükümetle seçime gitmek durumunda kalınırsa, biliyor ki devlet imkânlarının tümünü kendi seçim propagandası için kullanamayacak.

Başka ortaklar da işin içine girecek, o milletin parasıyla yapılan açılış görüntülü mitinglere veda etmek zorunda kalacak.

Ayrıca seçime kadar geçecek süre içinde başka partilerin eline geçecek bakanlıklardan ne tür kötü kokular yayılacağını kestirebilmek de olanaksız.

Her gün yeni bir bomba- lama, kaçırma, yol kapatma, infaz etme, tutuklama, çatışma, cenaze haberi gelirken içimiz yanıyor. 

Henüz 2 ay önce  yapılan seçimle Meclis’e giren bir parti için kapatma, yöneticileri hakkında soruşturma ve dokunulmazlıkların kaldırılması gündemde. Barış süreci ağır yara aldı; uzatılmış ateşkes dönemi resmen bitti.

Öte yandan, “operasyonların nedeni” olarak gösterilen Suruç katliamıyla ilgili kaç kişinin, hangi gerekçelerle  tutuklandığını bile bilmiyoruz. 

Aynı şekilde, 20 Temmuz itibariyle 34 ilde yapılan 1000’i aşkın gözaltının yasal dayanağıyla gözaltı ve tutuklamaların sayısı da belli değil. 

Büyükşehirlerde IŞİD, bombalı eylem tehdidi yapıyor, yurtdışında turistlere “Türkiye’ye gitmeyin” uyarısı çıkarılıyor. 

Vekiller Ankara’da toplansın!

İncirlikABD uçaklarının IŞİD’i bombalaması için açılırken, Türkiye’de cirit atan IŞİD-El Nusra gibi örgütlerin nasıl tepki vereceği ve geçici hükümetle yönetilen ülkede ne gibi önlemler alınacağı bilinmiyor.

İlerde basın tarihini yazanlar, ülke kan gölüne döndüğü bu dönemde, neden gazetelerin çoğunun bu haberleri gizlemeyi tercih ettiğini araştıracak. 

Televizyonların haber bültenlerine, gazetelerin birinci sayfalarına bakacaklar ve devlet büyüklerinin kurusıkı demeçleri dışında bir şey bulamayacaklar. Silahların neden yeniden konuşmaya başladığına dair ciddi bir analiz ya da bölgede neler yaşandığına dair ayrıntılı izlenimler göremeyecekler. 

Başbakan mı durdurdu? 

Belki o zaman, Başbakan Davutoğlu’nun geçen hafta gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle yaptığı toplantının tanıklarına başvuracaklar. 

“O toplantıda Başbakan, sizden ne rica etti” diye soracaklar. 

Ve orada “terör haberlerine, şehit cenazelerine geniş yer vermeyin. Kamuoyunu tedirgin etmeyin. Bazı sözcükleri kullanmayın” “rica”sının iletildiğini öğrenecekler. Bu “rica”ları izleyen günlerdeki sayfaları inceleyince bir dönem medyanın nasıl çalıştığını anlamış olacaklar. 

Cumhuriyet’in kıymeti de o zaman daha iyi anlaşılacak.

Bizim özellikle Kuzey Suriye’de herhangi bir terör oluşumuna, terör yapılanmasına sıcak bakmamız mümkün değildir. Bu konudaki kararlılığımız Amerika tarafından da biliniyor. NATO’daki müttefikimiz ve stratejik ortağımız olan ABD de söz konusu bölgede Türkiye’ye karşı oluşturulabilecek bir tehdide sıcak bakmayacaktır. Müttefiklerimizin böyle bir yanlışın içerisine düşeceklerini sanmıyorum”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çin ve Endonezya gezilerinin ardından Türkiye’ye dönerken, PKK ve IŞİD’e yönelik operasyonlar, Suriye’deki gelişmeler ve ABD ile ilişkiler konusunda gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Türkiye - ABD ilişkilerinin son durumu nedir ve yakın dönemde bir ABD seyahati var mı?

“Henüz nihai kararımızı vermedik. Eğer Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılırsam Eylül’de, katılmazsam bu ay içerisinde bir ABD seyahati söz konusu olabilir. Gittiğimizde, Maryland’deki külliyenin açılışını da gerçekleştirelim istiyoruz. Orada muhteşem bir eser ortaya çıktı. Dolayısıyla, hem Washington’u hem New York’u içeren bir ziyaret olacak.”

barış projesi olarak ilerlerken ona ölümüne düşmandılar.

Ama ne zaman ki Öcalan'ın bahsettiği darbe mekaniği tarafından zehirlendi, o zaman sürecin destekleyicisi oldular. 

İlk haliyle süreç, Türkler ile Kürtlerin bin yıl sonra ikinci ittifakı ile Sykes-Picot'nun panzehiri olacaktı. Ortadoğu ve tüm mazlum ülkelere çıkış modelini gösterecekti. Ülke yüklerini atıp havalanacaktı.

İşte süreç bu yönde ilerlerken ondan nefret ettiler. Kendilerini Kandil'e, Diyarbakır'a attılar. Sırrı Süreyya Önder ile Öcalan'a “Beyaz Türk eliti rahatsız” mesajı gönderdiler.

Gezi ve 17/25 Aralık operasyonu için “darbedir, ateşe odun taşımayın” dediğinde Öcalan'a çok bozuldular, önce tehdit ettiler sonra fişini çektiler, Demirtaş'ı parlatmaya başladılar.

Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait savaş uçaklarının Kandil’in Zergele köyüne düzenlediği saldırı sonucunda ona yakın sivilin öldüğü haberleri karşısında Dışişleri Bakanlığı bir açıklamada bulunmuş. Bakanlık, “PKK’nın lojistik ve koordinasyon amaçlarıyla kullandığı” bir kamp olduğunu iddia ettiği Zergele’ye yönelik gerçekleştirilen hava harekatı sırasında sivil kayıplar meydana geldiği yönündeki iddialar hakkında inceleme başlatıldığını açıklamış.

Bakanlıktan yapılan açıklamada “Bahse konu Zergele terörist kampında sivillerin bulunmadığı, ancak üst düzey PKK’lıların harekat sırasında orada mevcut oldukları bilinmektedir. Öte yandan terör örgütünün sivilleri canlı kalkan olarak kullandığı da maalesef bir vakıadır” denilmiş.

Bakanlığın ve (havuzlusu ve havuzsuzuyla) savaş medyasının Zergele’nin bir “terörist kampı” olduğu iddiasını, savaş propagandasına has bir “karartma” girişimi olarak şimdilik es geçelim. Bakanlığın açıklamasındaki son bölüm, yani “terör örgütünün sivilleri canlı kalkan olarak kullandığı” iddiası çok çok daha önemli.

İki gün önce, 63 kişilik Âkil İnsanlar Heyeti'nden 10 kişilik bir grup toplandı ve ortaya çıkan metne 20 âkil imza attı. Katılan pek çok arkadaşın iyi niyetinden eminim ama madem işin içine 'akil' sıfatı karıştı ve madem Cumhuriyet gazetesi dün ben, Yıldıray Oğur ve Can Paker'i 'barış istemeyen âkiller' diye hedef gösterdi, mecburen eleştirilerimi dile getirmek zorundayım.

Öncelikle söz konusu metin, on yıl önceki çatışma ortamında da, herhangi bir sivil toplum örgütünün yapmış olabileceği çağrının hemen hemen aynısıydı. 'Silahlar sussun, barış konuşsun' şeklinde özetlenebilecek metin, son 3 yıldaki paradigma değişikliği ve gelinen noktayı ıskalıyordu.

Sivillerin imzaladığı bir metnin, 'silahlı örgüt lideri' Öcalan'dan bile geride kalması esas sorundu. Zira yaşadığımız üç yıldan sonra PKK'ya 'sınır dışına çekil' çağrısında bile bulunamayan bir 'sivil' sözün, PKK'ya sınır dışına çekilmekten öte, silahsızlanma kongresini toplama çağrısında bulunan 'örgüt lideri' kadar bile olamaması kabul edilemez.

Bir daha yalan söylemeye ihtiyaç duymamak...

Çetin Altan, hayatta başarıyı buradan tanımlar. Dürüst görünmek için değil, ihtiyaç duymadığı için, tenezzül etmediği için yalan söylememek.

Etyen Mahçupyan’ın, bu köşede Ali Bayramoğlu için yazılan ve önemli bir bölümü Bayramoğlu’na ait metinlerin karşılaştırmalarına dayanan yazıya verdiği cevabı okurken ilk aklıma gelen mesele buydu...

Hayatta başarı nedir?

Birikmiş kâğıt parçalarını saymakta anlam bulan hesap makinesi gibi akılsız bir akıl değilseniz cevap kıymetli.

Mahçupyan, bu kez “biraz daha ağır sıklet bir Bayramoğlu gibi” bize doğrularını buyururken “yalan”ı da yardıma çağırdığı bir yazıyla çıktı karşımıza. Bulduğu her çukura düştüğü bir yazıyla.

Bana kalırsa son dönem Türkiye demokrasisinin perişanlığını, ne halde olduğumuzu gösteren en ‘kusursuz’ örnek, Gezi eylemleri sırasında bir grup oyuncu ve yazarın, dönemin başbakanı ile yaptığı ‘gece’ görüşmesidir. Üniversitelerde üzerine ders açılabilecek bir toplantıdır o.

Yanlış anlaşılmasın, oraya giden insanların ciddi bir sorunu iyi niyetle çözmeye çabaladıklarına kuşku yoktu. Sorun şu ki, öyle bir manzara ancak demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir rejimde gerçekleşebilirdi ve nitekim öyle oldu.

Madem başkanlık sisteminden söz ediyoruz, daha anlaşılır olması için bu ‘nefis’ örneği ABD’ye uyarlayalım.Amerika’da dozerlerle bir parka girilse…

Hayal edelim: Başkan Obama, Central Park’a İç Savaş yıllarından kalma sembolik bir kışla, hemen çaprazına şöyle güzel bir kilise inşa edileceğini vs. söylemiş olsun. Dozerlerle parka girilsin. Muhalif bir senatör dozerin önüne çıksın ve yıkımı durdursun. Gençler parka gelip çadırlarını kursun. Sonra bir gece o çadırlar polis tarafından yakılıp darmadağın edilsin. Sonrasında herkesin malumu olaylar başlasın…

Popüler İçerikler

Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu