Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Madem Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok kuvvetli bir erken seçim vurgusu yapıyor.

Madem Başbakan Davutoğlu, 'Erdoğan'a rağmen bir şey yapmayız' diyor.

Madem her geçen gün AK Parti, ideolojik olarak daha çok MHP'ye yanaşıyor.

Madem Davutoğlu, 'MHP ile temas yapıyoruz, CHP ile not alıyoruz' diyor.

O halde size düşen...

'Koalisyon yapıyormuşuz gibi çek panpa' pozu vermek dışında bir şey yapmayan AK Parti'nin oyuncağı olmaktan istifa etmektir.

Yık o masayı ey CHP.

Çekil o masadan.

Rejisörü, senaryosu, oyuncusu, kurgucusu en baştan belli olan bu tuhaf müsamerenin figüranı olma.

Ahmet Davutoğlu'nun Tayyip Erdoğan'a rağmen bir şey yapma ihtimali, sıfırın bile altındadır.

'Davutoğlu istiyor' falan diye kendini avutma.

Unutma ki:

Davutoğlu'nun hayatta en çok istediği şey sizinle koalisyon yapmak olsa bile...

Erdoğan'a rağmen bunu yapma iradesi sergilemesine ihtimal yoktur.

Bülent Arınç, olağanüstü toplanan Meclis’te HDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’a “Hanımefendi sus. Bir kadın olarak sus” diyerek, kadına bakışını bir kez daha sergiledi. 

Kadının kahkaha atmasını dahi “uygun bulmayan”, kadının hareketlerinde “cazibedar” olmamasını ve iffetini koruması gerektiğini öğütleyen Arınç’ın ayrımcı dili artık dünyanın malumu. The Independent, 2014’te “en cinsiyetçi sözleri söyleyen siyasiler” arasında üçüncü seçti kendisini. 

Bu söyleme hiç yabancı değiliz. Kadınların kendi fikrini beyan etmesini bile yadırgayan zihniyetin sadece Arınç’ın şahsiyetiyle kısıtlı olmadığını, her siyasi partide ve toplumun farklı kesimlerinde karşılık bulduğunu da gayet iyi biliyoruz. 

Tek yol dayanışma

Kadın düşmanlığının basındaki tezahürlerine bakalım... Sözleri ve duruşları nedeniyle topun ağzına ilk konanlar, hedef gösterilenler genelde kadın. 

Sözde “demokrat” meslektaşlarınca bile gazeteciliği, yetkinliği sorgulanan ve aşağılananlar, trollerin en iğrenç saldırılarına uğrayanlar da kadın.

7 Haziran’da seçim sonuçları belli olunca “Saray”ına kapanıp birkaç gün sesi soluğu işitilmeyen Tayyip Erdoğan’ın o günlerde ne düşündüğü belli olmaya başladı. Bu aslında o gün de üç aşağı beş yukarı belliydi, çünkü Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir kişiliğe sahip olduğu bir sır değil. Yenilgiyi sindirebilecek bir yapısı yok. Bu durumda, “sindirme” bir yana, yenilginin kesinleşmesi durumunda başına neler gelebileceği düşüncesi de etkili oluyordur.

Seçim denen şey, Tayyip Erdoğan’ın kazanması için icat olunduğuna göre, onun kazanamadığı (istediği gibi kazanamadığı) bir seçim meşru olmaz. Dolayısıyla, yapılan seçimin sonuçlarıyla çizilmiş sınırlar içinde çözümler Tayyip Erdoğan’ın beklentilerini karşılayamaz. Yani, Tayyip Erdoğan’ı yeniden tek başına iktidara getirmek üzere seçim yenilenmelidir. “Ya aynı sonuç alınırsa” sorusu akla geliyor ister istemez. Sorun değil. Tayyip Erdoğan mutlu olana kadar seçim yenilenebilir.

CHP’nin TBMM’nin olağanüstü oturumunda verdiği terör ile ilgili Meclis Araştırma Önergesi AKP ve MHP’nin oylarıyla reddedildi. 

Teröre karşı mücadeleyi, ortak noktaları ilan eden iki partinin, terörün nedenlerinin Yüce Meclis tarafından araştırılıp, aydınlatılması karşısında oluşturdukları bu koalisyon, asıl ortaklığın gerçek niteliğini gizlemeye yönelik olsa gerek. 

Tüm amaç, MHP’nin şeytan ilan ettiği, AKP’nin ise tek başına iktidarı kaybetmesinin en büyük sorumlusu olarak gördüğü, metazori erken seçimde de baraj altında bırakmaya çalıştığı HDP’yi, terör odağı olarak göstermek, bu yolla tasfiye etmektir. 

Dün burada HDP’nin kapatılmasının amaçlandığı, bunun da siyasi açıdan kötü sonuçlar doğuracak bir yanlış olduğunu anlatmaya çalışmıştım. 

Peki, HDP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından terörün odağı olduğu gerekçesiyle kapatılması konusunda hukuki açıdan neler söylenebilir? 

Hemen belirtelim ki, bugüne kadar 24 parti kapatma kararı veren Anayasa Mahkemesi (AYM), bu konuda çekingen davranmayan bir kuruluştur.

Erdoğan felaket senaryosu olan iktidar üzerindeki kontrolünü kaybetmesin diye 1994'de DEP milletvekillerinin utanç verici bir şekilde dokunulmazlıklarından sıyrılıp hapse atılması senaryosu hatırlatılıyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan binlerce kilometre uzakta Çin-Endonezya seyahatinde bile Türkiye’deki siyasi gelişmelere müdahil olmaktan kendisini alamadı.

Baktı ne dese kimse üzerine almıyor, derdini ima yoluyla anlatamıyor, konuya doğrudan girdi.

Koalisyondan fayda beklemek “boşuna” idi, dışarıdan destekli bir azınlık hükümetiyle hemen seçime gitmek 

Cumhurbaşkanı doğrudan isim vermedi ama çağrının muhatabının Başbakan Ahmet Davutoğlu olduğu çok açık.

DAYAK yiyen biz...

Taciz edilen biz... 

Daha çocuk yaşta polisinden hacı dedesine onlarcanız tarafından tecavüze uğrayan biz...

Mahkeme salonlarında 'Rızası vardı' diye suçlanan biz...

Okul önlüğü çıkarılıp zorla gelinlik giydirilen, bir de çok lazımmış gibi beline kırmızı kuşak takılan biz...

Canından olan biz...

Parçalanmış cesedi çöp torbasına tıkılıp konteyneri boylayan biz...

Baltalarla, tüfeklerle öldürüldüğümüzde sokaklara dökülen biz...

Size sorsak, suçlu biz, namus biz, kuyruk sallayan biz, tahrik eden biz, kışkırtan biz!

Hadi oradan!

Sizin üç cümlenizden biri en leşinden cinsel organlı küfür içerirken, bilimsel konuşup 'vajina' dedik diye ayıplanan biz.

Siz tek sözcükle, erkek diye tarif edilirken, tek başına kadın olmaya değil, ancak kızlığa, bacılığa, analığa layık görülen biz.

Türlü sıfatlarla, yok 'çiçek', yok 'kutsal' diye hayatın her alanında sömürülen biz.

HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’tan “son dakika” barış çağrısı...

Sevindirici...

Nihayet “sorumlu” bir siyasetçi olduğunu/olması gerektiğini ve Cemaat trollüğüyle bu işlerin yürümeyeceğini anladı.

Buyuruyor ki Demirtaş, “Siz eleştiri yaparsınız biz dinleriz. Ama masadan kalkmak olmaz. Biz tekrar Türkiye toplumu olarak derhal ellerinizi tetiklerden çekin ve bin bir zahmetle kurulan masaya geri dönülsün diyoruz.”

İyi de, hasbelkader kurulmuş masadan kim kalktı Sayın Demirtaş? Uyarılarını emir telakki edip fikir değiştirdiğiniz Karasu’ların. Bayık’ların, Hozat’ların tehdit içeren açıklamalarını nereye koyacağız? Silah bırakma kongresini “Öcalan’ın derhal ve koşulsuz serbest bırakılması” şartına bağlayan ve “HDP de kimmiş? HDP mi bu işlere karar verecek” diyen Bayık’a bir çift sözünüz olmayacak mı?

Çarşamba günü Meclis olağanüstü toplandı. CHP, terör olaylarının araştırılması amacıyla önerge verdi. MHP ve AK Parti’nin oylarıyla bu teklif reddedildi. Oysa, Meclis’ten güvenoyu almış hükümetin mevcut olmadığı bir siyasi iklimde, TBMM’nin ara vermeden görevine devam etmesi ve bütün sorunlara el atması gerekmez miydi? Terör eylemlerinde karanlık noktalar var. Kamuoyunun büyük bir bölümü, bazı şiddet eylemlerinin derin devlet tarafından organize edildiğine inanıyor. Kafalardaki şüpheleri silecek şekilde konuların araştırılması icap etmez miydi?

Meclis’in yıldızı şüphesiz Osman Baydemir’di. Baydemir, hem terörü lânetledi hem de eylemlerin sona ermesinin yolu gösterdi: “Tek bir yurttaş evlâdımızın hayatını yitirmesini istemiyorsak, irade burasıdır. Milletin iradesi burada tecelli etmiştir.

Gelin hepimiz bu zeminde, çatışma pratiğine dur diyelim. Barış zeminine geri dönüş şarttır. Savaş isteyenlerin restine rest ile karşılık vermek amacında değiliz.

Lozan Antlaşması’nı imzalayan dışişleri bakanı İsmet İnönü, Anadolu Ajansı’na demeç verdi, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş senedini aldık” dedi. (İsmet İnönü, milli mücadale kahramanı, genelkurmay başkanı, başbakan, cumhurbaşkanı.)

Hatay, Türkiye’ye katıldı, dışişleri bakanı Şükrü Saracoğlu, Anadolu Ajansı’na demeç verdi, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Hatay’dan başka Suriye’nin hiçbir yerinde gözü yoktur” dedi. (Şükrü Saracoğlu, Cenevre Siyasi İlimler Akademisi mezunu, milli mücadele kahramanı, TBMM başkanı, adalet, maliye, milli eğitim bakanı, başbakan.)

İkinci dünya savaşının dışişleri bakanı Numan Menemencioğlu, Anadolu Ajansı’na demeç verdi, tarafsız kalmayı başardığımız Kahire Konferansı’nda neler konuşulduğunu anlattı. (Numan Menemencioğlu, Lozan Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, Viyana, Bern, Budapeşte, Beyrut’ta görev yaptı, Paris ve Lizbon büyükelçisi.)

Mümkün olsaydı ve başta Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP'nin ileri gelenleri ve ileri gidenleri Abdullah Öcalan'la karşılıklı oturup, hatalarının ne tür sonuçlara dayanacağını ondan dinleselerdi... HDP'nin ve PKK'nın Öcalan'ın yörüngesinden çıkıp Gülen Örgütü'nün çizgisine girmesi, Kürt Siyasal Hareketi'nin en trajik tarihi yanılgısıdır.

İçinde bulunduğumuz dönemde Kürt siyasal hareketinin karşı kaşıya bulunduğu çok önemli bir problem, yaşanılan gergin ortamın sonucu olarak bu hareketin aktif yönetici kadrosunun Abdullah Öcalan'ın sahip olduğu tarih bilincinden mahrum kılınmış olmalardır. Daha da kötü olan durum ise, Kürt siyasal hareketinin bugünkü yönetim kadroları Gülen örgütünün seslendirdiği '90'lara geri dönüyoruz' benzeri tarihi yanılgılara kendilerini kaptırmış gibi görünmeleridir. 

Sosyal alzheimer mı? 

Bireylerin belleklerini yitirmelerine 'Alzheimer' de deniliyor. Genel olarak 'Bunama' diye bilinen 'Demans' olgusundan 'Alzheimer Hastalığı'nın temel farkı belirgin şekilde 'Yeni bilgileri öğrenme güçlüğü'nün varlığıdır. Bu hastalık toplumun belirli kesimlerini ya da siyasal eğilimleri etkilediğinde 'Sosyal Alzheimer'den söz edilebiliyor.

Popüler İçerikler

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler