Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

'Seçim kampanyası', esas olarak Irak topraklarında ve kısmen Suriye toprakları üzerindeki hava harekâtının gürültüsüyle ve ülke içinde 'gözaltına almalar' ve güvenlik gerekçesiyle 'kitlesel toplantıları yasaklamalar' eşliğinde başlatılmış halde.

Gerçek anlamında hiçbir vakit olmayan ya da –en azından Tayyip Erdoğan’ın zihninde- olması gereken haliyle olmamış olan “çözüm süreci” ne, noktayı fiilen Irak Kürdistan topraklarında girişilen ve süregelen hava bombardımanları koymuştu.

Başlamış olduğunu 2012 sonunda o ilân etmişti. “Sürdürmek mümkün değil” diye o ise, “çözüm süreci” nin mevcut haliyle –ki, o, gerçekte, “güçlü ateşkes” ve “çatışmasızlık durumu” ndan başka bir şey değildi- bitmiş olduğunu kabullenmek gerekecek.

Tayyip Erdoğan, Çin’e giderken açıkladı. “Bu ülkede milli birliğimize kastedenlerle bir çözüm sürecini devam ettirmek, öyle zannediyorum ki, mümkün değil” dedi.

Ve, devam etti: “Olması gereken nedir? Milli birliktir, kardeşliktir. Bu kardeşlik zaten, çözüm süreci denilen başlığın çok çok önünde olan, içeriği zengin bir başlıktır.”

Cumhurbaşkanı emir verdi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı durumdan vazife çıkardı ve taa 17 Mayıs'ta söylediği bir söz nedeniyle HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş için dokunulmazlığının kaldırılması amacıyla fezleke düzenledi.

Savcılık, Demirtaş'ın 'kanaat açıklama ve ifade hürriyeti sınırlarını aştığı' kanaatinde!

Şimdi fezleke Adalet Bakanlığı'na, oradan da TBMM'ye gidecek ve büyük olasılıkla Demirtaş'ın dokunulmazlığı kaldırılacak.

Demirtaş'ın buna üzüldüğünü zannetmiyorum.

Türkiye'de adalet sisteminin ne halde olduğunu dünyaya göstermek için bir fırsat olarak kullanacaktır, iyi de olur.

Savcılık, eski bir konuşmayı soruşturuyor ama biliyoruz ki esasen Demirtaş'ın 'Seni Başkan yaptırmayacağız' sözlerinin cezası kesilmek isteniyor.

HDP barajı geçemeseydi ve AKP tek başına Anayasa'yı değiştirebilecek bir çoğunluğa ulaşıp Erdoğan başkan olabilseydi, bu soruşturma da elbette olmayacaktı.

Cezalandırılmak istenen, barajı geçen HDP'dir.

Bu partiye oy veren 6 milyon kişi yok sayılıyor.

Her ağızlarını açtıklarında sandıktan, milli iradeden söz ediyorlar ama belli ki 'milli irade' sadece onlar seçimi kazanırlarsa makbul, aksi takdirde üzeri çizilip, atılacak bir kavramdan ibaret.

Türkiye, tarihi bir dönemden geçiyor. Öylesine gelişmeler yaşanıyor ki uzunca bir süredir sonuçları merakla beklenen, ağustosun başında yapılacak Yüksek Askeri Şura bile alt sıralarda tartışılıyor.

Cumhuriyet tarihinin en güç dönemlerinden birinde Genelkurmay Başkanlığı yapan Orgeneral Necdet Özel’in, görevi Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar’a devredeceği YAŞ öncesi askerlerin odağında olduğu gelişmeleri iki başlıkta değerlendirmek gerekir.

Birincisi, PKK’ya ve IŞİD’e yönelik sınır ötesi operasyonlar.

İkincisi, çatışmasızlık döneminin son bulmasıyla yurtiçinde oluşan riskler.

Kesintisiz operasyon

Birinci başlık çok yönlü.

Önce IŞİD hedeflerini vuran, sonrasında PKK’nın Kandil başta olmak üzere bütün yönetim merkezleri ve ana kamplarını hedef alan TSK’nın operasyonları aralıksız sürecek.

Daha açık söyleyebilir miydi? 

Erdoğan’ın yardımcısı Davutoğlu’nun yardımcısı Yalçın Akdoğan meseleyi özetledi. 

Demek seçim öncesinde HDP, Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için müzakere masası dağıtıldı. 

Demek, HDP’nin barajı geçmesi sürece zarar verdi. 

Demek bazı şehirlerde yüzde 90’a varan oy almasına rağmen HDP’nin hiçbir karşılığı yok. 

Demek HDP’nin ekseni Diyarbakır’dan Cihangir’e kaydı. 

Demek aslında Dolmabahçe’de mutabakat yoktu. 

Demek zaten toplantının Dolmabahçe’de olmasının da bir anlamı yoktu. 

Demek Öcalan, HDP’yi görse sopayla kovalar. Demek Öcalan aslında başkanlıktan yana. 

Demek Akdoğan, Erdoğan’ı başkan yaptırmak için Öcalan’a sığınıyor. 

Manzara maalesef çok ama çok basit. Barış süreci AKP’ye oy kazandıracaksa, Erdoğan’ı başkan yaptıracaksa var. AKP’nin oyu düşüyorsa ve HDP, AKP’nin dümen suyuna girmiyorsa yok. 

Gerekirse yüzde 13 oy almış bir partiye yok muamelesi yapılır ve dahi partiye karşı Öcalan’a bile sarılınır. Maksat başkanlık olsun.

Bildiğiniz gibi dünyada petrol fiyatları bu ay yüzde 20 oranında geriledi. Ve brent petrolün varili 53 dolara düştü.

Peki, niye düşüyor petrol fiyatları?

Düşüyor, çünkü, ABD günlük ham petrol üretimini geçen yıla göre bir milyon varil artırarak dokuz milyon varile yükseltti. Tabii bir de Çin’in ekonomik büyüme hızının yavaşlaması petrol talebini azalttı. Azalan talep dünyada petrol arz fazlasına neden oldu. Bu arada hemen belirtelim beklentilere göre; petrolün varili 32 dolara kadar düşebilir.

İşte dünyada petrol arzı artıp ve fiyatlar bu şekilde gerilerken gelelim Türkiye de ne olduğuna…

Türkiye’de şu oldu; dünyada bu ay petrol fiyatları yüzde 20 oranında gerilerken Türkiye’de benzinin litresi ancak yüzde 2 oranında geriledi. Bu indirim Ramazan Bayramı’nın ardından yapıldı. Böylece Bayram’da ulaştırma talebi esnek olmadığı için vatandaşın cebi boşaltıldı. Vatandaş yüksek petrol fiyatlarıyla soyuldu.

Daha önce kadının bakışından, gülüşünden, tek başına tatile çıkmasından, kahkahasından rahatsız olan Bülent Arınç altın vuruşunu bir milletvekiline “kadın olarak sus” diyerek yaptı. “Altın vuruş” diyorum çünkü kendisinin kadın düşmanlığı konusunda sicili hayli kabarık, eril dil konusunda da eline kolay kolay kimse su dökemez.

Bülent Arınç’ın kadın düşmanı nefret söylemlerini elbette ilk kez duyuyor değiliz. Daha önce “kadın dediğin kahkaha atmayacak” demekte bir beis görmeyen ve gelen onca tepkiye “direğe çıkanlar” diyebilen bir insan için bir kadına “sus” demekte hiçbir sakınca yok. Kısaca Arınç aynı Arınç bu kez nefretini Meclis’e taşıdı. Özür dileyeceğini de hiç sanmam. Bir kadın olarak artık özür dilemesini falan da istemiyorum. Çünkü özür dilemesi onun hayatı böyle yaşadığı, böyle düşündüğü, böyle siyaset yaptığı gerçeğini ortadan kaldırmayacak. Asıl soru ve sorun Arınç’ın parlamentoda bir kadına sus demesine ses çıkarmayan gerçekten susan AKP’li kadın vekillerdir. Bülent Arınç 'Bir kadın olarak sus' diyerek bir kadın vekile hakaret etti ve ne yazık ki ve yine AKP'li kadın vekiller buna sustu. Bunu kendilerine, kızlarına, onları seçen kadınlara nasıl açıklayacaklar merak ediyorum.

Siyasi ortam nasıl evrilirse evrilsin, şiddet ve savaşın sorumlusu kim olursa olsun “demokratik siyaset” asla gözden kaybetmemek gereken ana pusuladır. Türkiye bugüne kadar çözebildiği tüm kritik sorunları siyaset ve demokrasi üzerinden çözmüştür. Kürt sorunu da eninde sonunda bunlardan birisi olacaktır.

Siyaset ve demokrasi, adalet ve hakkaniyet herkes için pusula olmalıdır.

Ancak bu açıdan ilk sırada, gücün temsilcisi, siyasi kararların sorumlusu ve yetkilisi olan siyasi iktidar bulunur. Toplumun bir bütün olarak, belli bir uzlaşma çerçevesinde, barış ve refah içinde yaşamasından sorumlu olan herkesten önce odur. Ülkeyi gerecek, çatışma akslarını aktive edecek, fay hatlarını derinleştirecek adımlardan kaçınmak önce onun işidir. Bu görev zaman zaman güvenlik tedbirleri almayı da, yasal fiziki şiddeti uygulamayı da gerektirir. Burada önemli olan yerindelik, ölçü ve yukarıda altını çizdiğimiz pusuladır.

Bugün siyasi iktidarın savunma tepkisi ve güvenlik tedbirleri bir yere kadar anlaşılır olmakla birlikte bu konuda, ciddi kimi sorunlar da içeriyor.

AKP’nin telafisi mümkün olmayacak şekilde ekonomi, dış politika ve iç siyasetteki yenilgisi kuşkusuz herkesin malumu.

Ne var ki AKP rejiminin karakteriyle bağlantılı olarak rejimin tüm sahiplerinin kolayca gitmeyeceklerini, tüm makyajlarını akıtarak yakmaya-yıkmaya varana dek kendi aralarında seferberlik ilan edebilme ihtimallerinin ne denli kuvvetli olduklarından söz ediyorduk ya... İşte sözü edilen bugündür. Kocaman düşleriyle dayanışma yoluna çıkan 31 gencimizi, arkadaşımızı katledenleri başımıza musallat eden aklın sıkıştığı köşede giderek saldırganlaşması, içeride ve dışarıda savaş planlarıyla yeniden sahalara inme çabaları bugünün vaziyetidir.

AKP dönemi boyunca artık hayatımızda süreklileşen katliamlar, gerek en vahşi düzeyde hayata geçirilen neoliberal uygulamaların bir sonucu olarak, gerekse toplumsal-siyasal zeminde yükselen mezhepçi faşizmin bir ürünü olarak, gerekse de bu zeminle paralel izlenen dış politikanın bir sonucu olarak gündemimizde kalıcı hale geldi. Hiçbirinin nedeni birbirinden kopuk değildi; ne Soma Reyhanlı’dan, ne de Roboski bedenleri yol kenarına saçılan mevsimlik tarım işçilerinden bağımsız okunabilir. Hırsızların katil olduğu bir düzen bu! Güç ve hırsın hiçbir engel tanımadığı, en vahşi neoliberal uygulamaların toplumsal alanda dinsel-mezhepsel kuşatmayla gizlendiği, gizlendikçe sömürünün katmerleştiği, daha fazla güç uğruna bölgesel güç olma gibi hayalperest iddialarla dışarı taşan hırsın beslenip kutsandığı bu düzenin bedelini fazlasıyla ödedik.

Türkiye’de yaşanan süreç aslında sürpriz değil. Bugün operasyon düzenlenen gruplar zaten çatışmalarını Türkiye’ye taşımaya başlamıştı. Türkiye ise Suriye’de iç savaşın Türkiye’ye etkilerini küçümsedi. Gelinen noktada bir sınır güvenliği konusu ulusal güvenlik sorununa dönüştü.

Suruç’taki terör saldırısından birkaç gün sonra Adıyaman ve Kilis’te meydana gelen olaylar Türkiye’nin nasıl bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya olduğunu bir kez daha tartışmaya açtı. Bir yanda PKK, aşırı sol terör örgütleri ve selefi-cihatçı örgütlerin güvenlik güçlerine yönelik saldırıları, diğer yanda aynı grupların Türkiye içinde birbirlerine yönelik eylemlerinde eş zamanlı bir artış meydana geldi.

“Bugün yaşanan süreç, Suriye’deki iç savaşın Türkiye’deki etkileri ile ülkedeki iç siyasi gelişmelerin özgün bir bölgesel bağlamda kesişiminden kaynaklanıyor.”

Bugün yaşanan süreç, Suriye’deki iç savaşın Türkiye’deki etkileri ile ülkedeki iç siyasi gelişmelerin özgün bir bölgesel bağlamda kesişiminden kaynaklanıyor. Türkiye’deki karar vericiler ya da kamuoyunu yönlendiren isimlerin önemli bir kısmı, Suriye’deki gelişmelerin Türkiye üzerindeki etkilerini uzun süre küçümsedi.

Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) A Grubu ve Öğretmenlik ile Öğretmenlik Alan Bilgisi (ÖABT) sınav sonuçları “uzun” bir beklemenin ardından açıklandı. Ancak öğretmen adaylarının girdiği sınavda 12 soru hatalı olduğu için iptal edildi. 3 sorunun da yanıtı “hatalı” verildiği için düzeltildi. Yargıda ise hatalı olduğu gerekçesiyle sonucu beklenen 4 soru var. Yargı bu soruları iptal ederse adayların puanları bir kez daha değişecek.

Hatalı sorular ilk kez iptal edilmiyor. Hatırlanacağı gibi hem YGS hem de LYS’de de hatalı olduğu için iptal edilen sorular oldu. ÖSYM son yıllarda adeta “hatalı soru hazırlama şampiyonu” gibi çalışıyor.

Sınavlarda bu kadar iptal olunca “Bu soruları kimler hazırlıyor?” sorusu akla geliyor. Çünkü hem üniversite sınavına hem de KPSS’ye giren adaylar daha sınavdan çıktıkları anda soruların hatalı olduğunu söylerken, soruları hazırlayan ekip bunun farkında bile değil. Yanıtı değiştirilen 3 soru ise soruları hazırlayanların doğru yanıtın hangisi olduğunu bile bilmediğini gösteriyor.

Peki nasıl oluyor da “soru hazırlama uzmanları” bu kadar hatalı soru hazırlıyor?

Popüler İçerikler

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"
Wanda Nara'nın Icardi'nin Mesajını İfşaladıktan Sonra L-Gante'yle Yaptığı Paylaşım Icardi Fanlarını Kızdırdı!