Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türk siyaseti hep sürprizlerle dolu olmuştur. Ama bu defa sürprizler hep Erdoğan'dan geliyor ve göstere göstere geliyor. Yeni bir sürpriz de sürpriz olmaz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın siyasi becerisi en çok bir alanda öne çıkıyor.

En karmaşık problemleri bile tek bilinmeyenli bir denkleme indirgeyip öyle çözmede gerçekten başarılı.

Günümüz dünyasında bu yöntemi fazla basit bulup burun kıvıranlar olabilir ama işe yarıyor; en azından son yirmi küsur yıldır 7 Haziran’a kadar hep yükselen bir siyaset grafiği çizen Erdoğan’ın işine yaradı.

7 Haziran’da AK Parti Meclis’te tek başına hükümet kurma çoğunluğunu yitirmeseydi, 330’u bulup Anayasa'yı değiştirmek mümkün olamasa dahi, Erdoğan’ın fiiliyatta başkanlık sistemine geçmesi mümkün görünüyordu; Başbakan Ahmet Davutoğlu, pek hoşlanmasa dahi buna itiraz etmezdi.

Ülke savaş ve terör sath- ı mailine (eğik düzlemine) girdi. Güneydoğu’da insanlar ölüyor, devlet görevlileri kurşunlanıyor, araçlar yakılıyor.

İstanbul’da metro istasyonları ve metrobüs duraklarına yönelik sabotaj uyarısı yapıldı. AVM’ler gibi kalabalık yerlerde tedirginlik yaşanıyor... Kentlere patlamadan önceki sessizlik havası hakim... 

Suruç saldırısını gerçekten IŞİD mi tezgahladı? Havadan yapılan saldırılar ile PKK ve IŞİD’e zarar vermek mümkün müdür? Yurt içinde PKK ve IŞİD militanlarına yönelik tutuklamalar bu örgütleri bitirmeye yeter mi? Yoksa terör kışkırtılıyor mu?

Bu sorular da önemini kaybediyor.

İki soru öne çıkıyor...

İktidar gerçekten terörle mi savaşıyor?

Yoksa bir erken seçimde HDP’yi baraj altına itmek, MHP’ye giden oyları geri almak için senaryo mu uyguluyor?

İkinci ihtimal ağır basıyor. İnsan kanı ve canı sağ iktidarlar için birkaç oy ve birkaç koltuk kadar önemli değildir inancı geçerliğini koruyor.

Türkiye Suriye ile resmen bir savaşta değil. Ancak, Suriye siyasi ve silahlı muhalefeti Türkiye’de örgütlendi, örgütleniyor. 2011’den bu yana Türkiye bu konuda taraf oluğunu saklamıyor.

Türkiye Suriye savaşına böylesine angaje olunca, Suriye de Türkiye’nin içine girdi. Türkiye belli anlamda Suriyelileşti.

‘Uzmanlar’ın haberi yok muydu yoksa?

Türkiye bu hareket tarzıyla uzun yıllar etkisi olacak bir politikanın tohumlarını ekerken Türkiye-Suriye sınırında bir Pakistanlaşma riskinden söz etmiştik. Bunların bir kısmını bölgedeki kişisel gözlem ve tecrübe, bir kısmını da bizzat benzer süreçleri yaşamış Pakistan istihbarat yetkililerinin bilgilerinden edinmiştik (Aralarında  Taliban’ı Pakistan’da örgütlemiş ve savaştırmış isimler de vardı).

Bu isimler Pakistan’ın içine giren terörle başa çıkmaya çalışırken 2013 başında daha IŞİD henüz bugünkü haliyle ortada yokken şunu söylemişlerdi: “IŞİD benzeri yapılar ya Suriye’de durdurulur ya da tüm bölgeye yayılır. Türkiye cihatçı örgütlenmelere çok dikkat etsin.”

Kürt siyasetinin kaybettiği meşruiyeti Demirtaş yeniden sıfır noktasına dönerek yakalayabileceğini sanarak Dolmabahçe mutabakatını hatırlattı. Gerçekten de AKP’nin seçim kaygısıyla olsun olmasın, bu ‘fotoğrafı’ reddetmesi Çözüm Süreci’nin rafa kalkmasını ifade ediyordu. Ancak her siyasi karar gibi bedeli de ödendi ve AKP’nin yüzde 4-5 oyu HDP’ye gitti. Öte yandan temel ilkesel karar olan ateşkes durumu etkilenmedi. Hükümet Çözüm Süreci’ni duraklatma tercihinin parçası olarak Kandil’i bombalamaya kalkmadı. Oysa Kandil Çözüm Süreci’nin gereklerini yapmadığı gibi, karşı tarafın duraksaması karşısında ilkesel zemini sabote etmeyi tercih etti. Devrimci halk savaşı ilan ettiler ve somut eylemlere giriştiler. İki polisi uykuda öldürmenin sembolik anlamını herhalde bilmiyor değillerdi… Aksine bu cinayetlerin anında sahiplenilmesi ve hele Cizre katliamının intikamı olarak sunulması açık bir savaş ilanıydı. Hükümetin bu davete icabet etmemesi devlet olma vasfından feragat etmeyi gerektirirdi ve nitekim Kandil bombalandı… 

Peki, acaba Kandil hangi cesaretle bu adımı atmıştı? Muhtemelen ABD’ye ve İran’la olan anlaşmasına güvenerek… Ancak hayaldeki ABD gerçekçi bir ‘fotoğraf’ değildi. Tercih noktasına zorlandığı takdirde ABD’nin Türkiye’den yana tavır koyacağını öngörmemek basiretin ne denli psikolojik olduğunu hatırlatıyor. Bunu idrak etmeyerek o iki polisi katletmek herhalde PKK’nın bugüne dek yaptığı en akılsızca iş olmalı. Belki 6-8 Ekim olayındaki akılsızlığın kendi hanelerine artı yazmasından heveslenmişlerdir.

2014 yılının mart ayı. Ankara’da gazetecilik yapıyorum. Her kesimden haber kaynağım var. Kaynaklarımdan biri Abdullah Öcalan ile görüşen “devlet yetkililerine” yakın bir isim. Barış sürecinin kalıcılığı üzerine konuşuyoruz. “İniş-çıkışlar olacak, büyük sıkıntılar çıkacak ama olumlu sonuçlanacak. Görüşenler için, elini taşın altına koyanlar için de bu şart” diyor. “Görüşenler için niye şart?” diye soruyorum.. “Eğer olumsuz sonuçlanırsa devlet yetkilileri cezaevine, siyasetçiler Yüce Divan’a gider” diyor. Kaynağım, Öcalan’ın Anayasa Mahkemesi’ndeki bir başvurusu için bir “devletin bir grup yetkilisinin” çalıştığını anlatıyor.

Aradan çok değil 15 ay geçiyor. Üstelik bu süreçte “Öcalan’ın silahsızlanma çağrısı yapmaya hazırlandığı Dolmabahçe Mutabakatı” bile var. Ve ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kurucusu olduğu partiye milliyetçi oyları kazandırmak için “kendi kurduğu masayı dağıtması”...

Tam bir hafta önce Suruç’ta 32 gencin IŞİD tarafından öldürülmesiyle başlayan yeni süreç. Bu sürecin hemen ardından Urfa Ceylanpınar’da gencecik 2 polisin öldürülmesi. Polis cinayetini HPG’nin üstlenmesi. Ardından Türkiye jetlerinin Kuzey Irak’taki kampları vurması. AKP içinden kimi isimlerin HDP’nin kapatılabileceğini ima etmesi. Lice’de askeri konvoya saldırı, 2 askerin ölmesi. Yeniden ağlayan anaların, eşlerin, çocukların fotoğrafları. Son olarak önceki gün Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun süreçle ilgili söyledikleri:

Resmi rakamlara göre pazar akşamı gözaltına alınanların sayısı 851’di. IŞİD’e karşı yapıldığı söylenen operasyonlarda gözaltına alınanların çoğu devrimci ve yurtsever. Aynı şekilde “IŞİD’i bombalıyoruz” diye çıkılan yolda bombalara maruz kalan Kandil oldu. YPG de “IŞİD dediniz, bizi bombalıyorsunuz” diye açıklama yaptı.

Bizi aptal yerine koyma çabaları, medyanın da desteğiyle, büyük bir şaşaa içerisinde sürüyor. Ama IŞİD yine de memnun değil.

Örgütün Konstantiniyye adlı dergisinin son çıkan ikinci sayısının önsözünde Türkiye’ye sitem ediliyor:

“Ayrıca son dönemde garip tavırlar sergileyerek İslam devletini karşısına almak isteyen Türkiye devletinin PKK’ya verdiği destek ve tavizlerle bölünmeye doğru yol aldığını da izah etmeye çalıştık.”

Yani “son dönemde garip tavırlar sergiliyorsunuz, halbuki daha önce böyle miydik, bize ne oldu?” mealinde, çok sert ifadelere başvurmayan, gizliden gizliye korumacı bir cümle.

Tüm olup bitenlerin ardından (MİT’le yollanan silah dolu TIR’lar, IŞİD mensuplarının göğsünü gere gere yaptığı İstanbul toplantıları, memleketteki bazı İslamcı örgütlerin IŞİD’e verdikleri açık destek…) AKP’nin IŞİD’e “sempatik” bakışını inkâr etmek absürd.

Savaş atmosferi, çatışmacı siyaset, Erdoğan iktidarının sadece IŞİD’e değil, tasfiye etmeye kararlı olduğu tüm muhalif güçlere yönelen keyfi tutuklama ve baskıları tırmanarak sürüyor. Ülkenin geleceğini etkileyecek son derece önemli ve riskli kararlar yasal-anayasal meşruiyeti kuşkulu birimlerde alınıyor. 7 Haziran’da seçilen Meclis devre dışı. Erdoğan tarafından atanmış yetkisiz memurlar konumundaki düşük hükümet (topal ördek) ve onun başbakanı boylarını, yetkilerini, sorumluluklarını aşan hayati kararlar almakta sakınca görmüyorlar.

Dünkü yazıda barış, demokrasi, huzur isteyen herkesin, hepimizin gündeminde olan o yakıcı soruyu: Bu vahim gidişata dur demek için ne yapabiliriz, sorusunu sormuş, hedef haline getirilen HDP’ye güçlü destek vermeyi önermiştim. Bu düşüncemin yüzeysel bir parti propagandası, ajitatif bir söylem olduğunu düşünenler olacak, biliyorum. Tıpkı “Çare Türkiye’nin HDP’lileşmesi” başlığına da bıyık altından gülenler, “bu kadın siyasetten bir halt anlamıyor, terör örgütünün uzantılarının propagandasını yapıyor” diyenler olacağı gibi.

Tuğçe Kazaz'ın siyaset, IŞİD, PKK, iç politika, dış politika hakkında görüşler bildirmesine şaşırmıyorum...

Siyaset kimsenin tekelinde değil...

Kahvedeki amca siyasi yorumlar yaparken Tuğçe Kazaz'a sana ne oluyor demek saçmalık...

Benim şaşırdığım, devletin ajansı olan Anadolu Ajansı'nın bu konularla ilgili Tuğçe Kazaz'a mikrofon uzatması...

AA muhabirinin Orhaneli'ye gidip Kazaz'ı bularak siyasi gündemle ilgili röportaj yapması...

Hangi sıfatla?

Tuğçe Kazaz dış politika uzmanı mı?

Siyaset bilimci mi?

Analist mi?

Ortadoğu uzmanı mı?

Araştırmacı yazar mı?

Gazeteci mi?

Anadolu Ajansı'nın hangi sıfatla Tuğçe Kazaz'a mikrofon uzatıp görüş aldığını vallahi merak ediyorum...

Yasin Aktay, Cihangir’in üzerinden savaş uçakları uçurma post’unun mizah olduğu konusunda samimi olsaydı, o vakit Türk-İslamcı mizah anlayışının hangi koşullarda zuhur ettiğini sorgulardık. ‘Suruç, patladığında daha güzelsin’ diyen şahıs da muhtemelen mizah yaptığını söyleyecektir. Demek oluyor ki, Türk-İslamcı mizah anlayışı, puslu havalarda ortaya çıkan bir yaratık. (Freud, buna bilinçaltı diyecektir).

Ama işin aslı şu: Aktay’ın sürç eden lisanı, rövanşizmin ifadesi olmanın berisinde, bizi egemenin olağanüstü hal keyfiyetiyle tehdit ediyor. Elbette eğretilemede 28 Şubat'ın rövanşını Türkiye solundan çıkaran bir ruh hali var. Türk-İslamcı cenahın Türkiye Cumhuriyeti muktedirleri arasındaki aşiret savaşlarındaki hırpalanmışlıklarının kuyruk acısını, elbette diğer muktedirlerden çıkarması beklenemezdi.

Çünkü Türk-İslam sentezi denilen bu İttihat Terakki mirası üzerinde kavga etseler de, mirasçılar arasında nihayetinde asabiyye de söz konusudur. 28 Şubatçıların bir kısmı iktidarı ve nimetlerini paylaşmaya devam ederken, Vatan partisinde temsil edilen diğer kısmının ise AKP ile aynı ‘jeopolitik’ hissiyatı, aynı Kürt ve sol düşmanlığını paylaştığını unutmamak lazım.

Kadri Gürsel görüşlerini açıkça ortaya koyduğu onca eleştirel yazısından sonra neden attığı bir tweet’ten ötürü işten çıkarıldı sizce?

Geçtiğimiz günlerde Milliyet Gazetesi, Suruç saldırısı sonrasında sosyal medya hesabından isim vermeden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirdiği gerekçesiyle ünlü gazeteci Kadri Gürsel’in işine son verdiğini açıkladı. Aslında Kadri Gürsel’in dünya görüşünü ve eleştirel duruşunu bilen biri için attığı tweet hiç de şaşırtıcı değildi. Gürsel “yabancı liderlerin Türkiye’deki İŞİD terörünün bir numaralı sebebini oluşturan kişiyi arayıp Suruç için başsağlığı dilemeleri utanç verici” diye yazmıştı Twitter’a.

2007’den beri aynı gazetede köşe yazarlığı yapan Gürsel’in Türkiye’nin Suriye politikasını sert bir dille eleştiren sayısız yazısı yayınlandı. Benzer şekilde AKP siyasetini de hem televizyon ekranlarında hem de gazetedeki köşesinde eleştirdi yıllarca Gürsel. Oradan oraya savrulmadan, eğilip bükülmeden düşüncelerini değişik platformlarda korkusuzca savundu. Evet Gürsel’in duruşu değişmemişti ama anlaşılan yıllar içinde değişen pek çok şey vardı. Bir kere medya sahiplik yapısının bu ödünsüz duruşu taşıması artık gittikçe zorlaştı. Köşe yazarları sadece fikirlerini yazsa da ve gazetenin editoryal çizgisini belirlemese de iktidar-patron ilişkisi bu eleştirel fikirlere bile yaşama alanı bırakmamaya başladı.

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?