Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Kaos, despotun merdiveni, diktanın habercisidir.

Baskı rejimleri, kargaşadan ve kargaşanın halkta yarattığı tedirginlikten beslenir.

Her türden belirsizlik ve korku iklimi, otoriter rejimlere zemin hazırlar.

Sokakta güvenli yürüyemeyen, her an bir saldırı bekleyen savunmasız kitleler, “Yeter ki canım, malım güvencede olsun” kaygısıyla, kolayca özgürlüğünden vazgeçebilir; kendini baskıcı bir rejimin, eli sopalı bir liderin kucağına atabilir.

Türkiye’nin bugünkü kaosunda, benzer bir gidişatın ipuçları var.

İktidar sarhoşluğuna kapılmış, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış, adalet çizgisinden sapmış, her diplomatik kararında yanılmış bir kadroya “Dur” dedik.

Daha çoğulcu ve dengeli bir Meclis’i görevlendirdik.

Sonuç ne?

Sandıkta bu iradeyi yansıtan halk, halen kanamalı bir hasta gibi inliyor.

Seçmenin el freniyle durdurduğu parti, zorla iktidarını sürdürmeye çalışıyor.

Diyelim ki iki alternatifiniz var. Birincisi kasım ayında yapılacak bir genel seçim, ikincisi ise AK Parti-CHP koalisyonu ile Türkiye'nin hükümet sorununu çözerek yoluna devam etmesi.

Hangi durumda bombalar patlar, terör artar ve bu saldırılarla ne kadar insan hayatını kaybeder? Biraz daha dramatize edelim. Hangi alternatif, kaç kişinin hayatını kurtarır ve 2016 yılını da görmelerini sağlar? Bu sorunun tereddütsüz cevabı, seçim ihtimalini gündemden kaldırarak bir koalisyon hükümetinin kurulup, herkesin işine gücüne bakması değil mi? Suruç saldırısının gösterdiği üzere, erken seçim kararı alırsanız sağda-solda bombalar patlayacak ve oy hesabı bu sefer hayatını kaybeden insan sayısına ve ülkede oluşan şiddet atmosferine dayanacak. Seçim güvenliği ciddi riskler barındırıyor. Erken seçim kararı vermek, iktidar hırsı ile bir katliam emrini imzalamak demek. Tablo son derece açık. Seçimin kaotik ortamında patlayan bombaların sona erdireceği her insan hayatı doğrudan bu kararı verenlerin, Türkiye'yi seçime götürenlerin işlediği cinayetler olacak.

Herkesin bir hesabı var; sadece seçimden tek parça iktidar hayalleri kuranların değil. “IŞİD, Türkiye'de kimin iktidarda olmasını ister?” diye sormuştum. Belki “kimi istemez?” diye sormak lâzım. Doğru cevabı önümüzde duran alternatife göre bulabilirsiniz. AK Parti-CHP koalisyonuna rıza gösterir mi? Türkiye'nin Suriye politikasını kökünden değiştirme talebi ile hükümete ortak olan bir CHP, IŞİD'in, bölgesel çıkarlarına uygun hareket eder mi?

“Pkk’yla görüştüğümüzü iddia edenler şerefsizdir” deyip, sonra “elbette görüşüyoruz” diyen kimdi?

a, Sülün Osman

b, Banker Kastelli

c, Cübbeli Ahmet

d, Jet Fadıl

Taliban’ın dizinin dibinde, yerde oturan kimdi?

a, İsmet İnönü

b, Jon Snow

c, Eda Taşpınar

d, Avarel

İnsanları domuz bağıyla öldürüp, mezar evlerine gömenleri, halay çeke çeke sokağa salan kimdi?

a, Salvatore Ferragamo

b, Zuhurat baba

c, Profesör Canan Karatay

d, İnek Şaban

Türkiye’yi güvenoyu almayan, müstafi bir hükümetinin yönettiğinin farkında mısınız? Meclis’in desteğine sahip olmayan siyasetçiler, neredeyse Türkiye’yi savaşa sokacaklar. Ülkemizin geleceğini ipotek altına alacak girişimlerde bulunuyorlar.

Önce 3 adet F-16 uçağı Diyarbakır 8. Ana Jet Üssü’nden havalandı. Suriye topraklarındaki 3 ayrı IŞİD hedefini vurdu. Kilis’in karşısındaki Bab bölgesinde yer alan IŞİD’e ait 2 karargâh ile bir toplanma yeri imha edildi; 35 kişinin öldüğü ileri sürüldü. İkinci dalga operasyonda, Pars Filosu’ndan jetler havalandı. Hem IŞİD hedefleri bir kere daha vuruldu hem de Kuzey Irak’ta Kandil, Zap, Metina, Basyan ve Avaşin’de PKK hedef alındı.

İngilizcede 'Lame Duck' seçim sürecini tamamlamış ve yerine yenisi seçilmiş kişi ve hükümetleri tanımlamak için kullanır. Türkçesi ‘Topal Ördek’ olan bu tanımın tam karşılığı bugünkü hükümet aslında. Topal Ördek durumundaki hükümet, seçim olmamış gibi kararlar alıyor ama Şaşkın Ördek misali.

Bilirsiniz Şaşkın Ördek’ler suya tersten dalar. Bu iktidar da Suriye’ye tersten dalmak zorunda kaldı. Attı, tuttu ve sonunda Washington’ın taleplerine evet demek zorunda kaldı.

Hem seçim meydanlarında Amerika’ya sallayıp hem de çaresiz kalınca Üst Akıl ile kol kola girmenin çarpıklığı tüm açıklığıyla ortada.

Sayın Cumhurbaşkanımızın Çin seyahati öncesi bazı araştırmalara göz atarken elime daha önce okuduğum bir kitap geçti... Oldukça ilginç bir çalışma; “Dünyaya neden şimdilik Batı hükmediyor?”...

Dediğim gibi ilginç ve çok güzel bir çalışma, yazarı Ian Morris, özellikle 1800’lerin başından akışı ele alarak bugün neden kendine “BATI” diyen emperyal yapının dünyaya hükmettiğini analiz ediyor...

Sevgili dostlarım, kitap çok ilginç bir detayla başlıyor ve 1800’lerin başında Çin limanlarını yakıp yıkan İngiliz donanması ile zorla Çin ticaretinin İngiliz tacirlerin eline nasıl geçtiğini ortaya koyuyor, geçen hafta sizle paylaştıklarımdan bir detay da ben ekleyeyim; 1839 Baltalimanı anlaşması ile Osmanlı da aynı sonuca katlanmak zorunda kalıyor ve Osmanlı ticareti ve yerli üretimi çökertiliyor... Sonrası zaten malum; BATI hayranı kafaların ürünü bir Osmanlı ve Çin-Osmanlı çizgisindeki çöküş ile ortaya çıkan Emperyalizm!

Barış süreci “ ikinci bir emre kadar ” askıda! O “ ikinci emir ” nereden ve ne zaman gelir, bilinmez! Ortadoğu’da zaten her şey karman çorman.

Dünyada varolan en kalabalık Kürt nüfus Türkiye’de yaşıyor. Bu durum, Türkiye’nin devletinde, siyasi seçkinlerinde, bir büyük korku yaratıyor. Aşağı yukarı Osmanlı devletinden Türkiye Cumhuriyeti’nin çıktığı yıllarda başladı bu korku, hâlen de devam ediyor.

Benim öteden beri bu konuda düşündüğüm, Türkler’le Kürtler arasında böyle korku ilişkileri değil, uzun vadeli dostluk ve dayanışma ilişkileri kurulmasıydı. Ama bütün bu yıllar boyunca bu “ eksantrik ” bir düşünceden başka bir şey olamadı. Var ya, o “ liberal aydın ” filan dediğimiz acayip insan tipi… İşte onlara özgü, ciddiye almaya değmez bir şey. “ Gerçekçi ” değil!

Yazının asıl başlığı “Muhalefet ve medyanın sorumluluğu” idi. Ama böyle bir başlık atmak bana çok naifçe geldi, değiştirdim. Çünkü sorumluluk sözcüğü ile bizim oligarşi medyası ve muhalefeti yanyana getirmek oksimoron üretmek gibi.

Hürriyet veya Doğan medyası uygun şartlarda her zaman Ahmet Kaya'lara “Vay şerefsiz” manşetleri atmaya, Savcı Kiraz'ın şakağına dayanmış terörist namlusundan poster çıkarmaya hazır olacaktır mesela. Şartlar değişmedikçe yeni yeni Ahmet Hakanlar, Ertuğrul Özkökler, başka paralel ihanet örgütleri yaratılır. Bu bir para ve organizasyon meselesidir. O organizasyonun arkasından yumruk sallayan asıl iktidar merkezlerini çökertmeden, paçozluk her zaman prim yapar. Aklar itinayla kara, karalar da ak gösterilir.

Savaş ruhunun canlandığı, cenazelerin huzur içinde kaldırılamadığı, yürüyüşlerin engellendiği ve toptancı düşman etiketi yapıştırma alışkanlığının ciddi ivme kazandığı bir ortamda sakin olmak kolay değil. Serinkanlılığını muhafaza etmek de. Müthiş bölücü bir havanın egemen olduğu, hiçbir grubun diğerinin derdini, acısını, ıstırabını anlamak istemediği bir toplumda iç savaşın elinin kulağında olduğunu düşünmekse mümkün.

Tam da bu nedenlerle insani kaygıları bir yana bırakmadan ancak asıl amacın ülkenin bir şiddet girdabına sürüklenmesini engellemek olduğunu kabul ederek düşünmek ve hareket etmek lazım. Olayların akışına biraz mesafeli bakınca gerçekten hayli önemli ve rota değiştirici günlerden geçtiğimize kuşku yok.

‘Sözün bittiği’ daha doğrusu, ‘söz’ün bilinçli olarak bitirildiği bir atmosferde ne faydası olacak bilmiyorum ama Kürt milliyetçiliğinin ve Türk milliyetçiliğinin buna verdiği karşılığın 100 yıllık serencamını bir kez daha özetlemek istiyorum. Yer sorunu yüzünden dışarıda bıraktığım İran, Irak, Suriye ve eski SSCB coğrafyasındaki Kürtlerin modern tarihini bilmeden bu tarihçeyi tam olarak anlamlandırmak mümkün değil ama bu haliyle bile bugünkü çıkmazın nedenlerini anlayabiliriz diye umuyorum. Yazı doğal olarak uzun oldu. Keşke bir dizi halinde yayımlanabilseydi. Ama bunu planlamaya vaktim olmadı. Yine de konuyla samimi olarak ilgilenenlerin ve bilgilerini tazelemek isteyenlerin uzunluktan yılmayacağını umuyorum.

Kürt milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği gibi 1880’lerde filizlenmeye başladı. Başlangıçta her iki etnik grubun da kendi ulus-devletini kurma gibi bir hedefi yoktu. (Bunun nedenleri ayrı bir yazı konusu.) Hedef, II. Abdülhamit’in istibdat rejimini yıkmaktı. Bu amaçla her iki kesim de 1889’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde (İTC) birleştiler. İki taraf birbirine öyle yakındı ki, İTC 1913’ten itibaren Türk milliyetçiliğine evrilirken bile Kürt kökenli aydınların ezici kısmı hareketin içinde kaldılar.

Popüler İçerikler

RTÜK Başkanı'ndan Gündüz Kuşağı Programlarına Son İkaz: "Toptan Yok Ederiz!"
TSK'dan Atatürkçü Teğmenlerin Kılıçlı Yemini İçin Açıklama: "Mesele Kılıç Değil, Emre Uyulmaması"
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!