Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Düşünsenize hükümet daha altı ay öncesine dek PKK ile varılabilecek bir anlaşmayı iç barışın ve güvenliğin teminatı sayıyordu. Şimdi yeniden 1984 fabrika ayarlarına dönmeye başlayan PKK, yeniden ve bu kez IŞİD ile birlikte bir numaralı düşman. Bu tırmanışın siyasi cinayetlerle devam etmemesi Ankara'da fısıltıyla söylenen bir temenni...

Irak ve Şam İslam devleti (IŞİD) örgütü artık Türkiye’ye sadece terörist eylemler üzerinden değil, Suriye sınırından ateş açıp asker şehit ederek saldırmaya başladı.

Bu saldırı haberinin hemen öncesinde Diyarbakır’da 2 polis memurunun vurulması haberi gelmişti. Ondan bir gün önce Ceylanpınar’da iki polis memurunun şehit edildiği ve bunu da PKK’nın üstlendiği haberinin sıcaklığı henüz geçmemişti.

Gerilim baş döndürücü bir hızla tırmanmaya başladı.

ABD ile varılan mutabakata göre, Türkiye, Suriye sınırına girmeden 40 km menzilli fırtına obüsleri ve ağır silahlarla, ABD ise uçaklarla bölgede güvenliği sağlayacak. ABD sınırlı biçimde İncirlik Üssü’nü kullanabilecek ama kara birlikleri olmayacak

Suruç’ta yaşanan terör saldırısı ve ardından gelen artçı şoklar, Türkiye’nin genelde kuzey Suriye, özelde IŞİD’e ilişkin stratejisini yeniden şekillendirdiği bir dönemde yaşanıyor.

Dün Kilis’te, sınır hattında IŞİD ile TSK’yı fiilen savaş noktasına getiren gelişmeler kuşkusuz yeni stratejinin zamana yayılmasını önleyecek ve ABD ile Fırat’ın batısı konusunda varılan mutabakat çok daha hızlı devreye girecek.

Bakanlar Kurulu’nda ABD ile varılan mutabakata ilişkin bir kararnamenin imzaya açıldığı bilgilerinin kamuoyuna yansımasının ardından dikkatler, mutabakatın içeriğine odaklandı. 

PKK-PYD’nin, Suriye’nin kuzeyinde Tel Abyad’ı ele geçirmesi, burada yeni bir durumu ortaya çıkarmıştı.

Suriye bünyesindeki etnik ve mezhepçi çatışma, Türkiye'nin güvenliğini ciddi surette sarsıyor, korkarım ki böyle tırmanmaya devam ederse Türkiye'nin 'Suriyeleşme' tehlikesi bile artacaktır.

Suriye'deki IŞİD-PYD çatışması Türkiye'nin Güneydoğusuna zaten taşınmış vaziyette. IŞİD'in her caniyane saldırısı, Kürt milliyetçiliğine benzin döküyor.

Baştan beri demokratik siyasete dönerek şiddeti bırakmayı bir türlü içine sindirememiş olan KCK da tekrar terörü tırmandırmak için bu ortamı gerekçe olarak kullanıyor. IŞİD'in Suruç'ta yaptığı barbarca katliamdan sonra iki polisimiz şehit edildi, dün Diyarbakır'da silahlı saldırıya maruz kalan iki polisimizden biri şehit düştü. Bir süredir zaten TIR'lar yakılıyor, şantiyeler basılıyor.

HDP'nin seçimlerden önceki 'sevimli' dili bırakıp militan ve tahrikçi açıklamalar yapması, bu tırmanışa eşlik ediyor.

Hükümetin de 'çözüm süreci'ni kötü yönetmesi, KCK'nın propagandalarına malzeme veriyor maalesef. 

DOLMABAHÇE MUTABAKATI?!

28 Şubat 2015 günü Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve İçişleri Bakanı Efkan Ala, Dolmabahçe'de Sırrı Süreyya Önder ve arkadaşlarıyla birlikte açıklamalar yaptı. Öcalan'ın kaleminden çıkıp 'devlet'in revizyonundan geçen 'Dolmabahçe mutabakatı' denilen metni Sırrı Süreyya okudu.

Suruç saldırısının üzerinden sadece üç gün geçti, cenazeler daha yeni toprağa verildi. Ancak ülkedeki olaylara, tartışmalara, ithamlara bakıldığında bu saldırının işaret ettiği derin tehlikeden hiç bir sonuç çıkarmamışa benziyoruz.

Suruç saldırısı etrafında karşılıklı suçlamalar, muhalif medyadaki yorumlar, takıntılı analizler siyasi iktidara yönelik bir politika eleştirisinin ötesine geçti ve AK Parti saldırının doğrudan ya da dolaylı faili ilan edilmeye başlandı. İstihbarat zaafı tartışmaları bu zaafın çapını aştı, eleştiriler bir sorgulamadan öte iktidar hedefli, yıpratma amaçlı siyaset savaşına döndü.

Öte yandan yapılan kimi açıklamalar, yaşanan kimi olaylar 1970'leri akla getirecek şekilde endişe verici.

Ceylanpınar'da iki polisin evlerinde öldürülmesini PKK'nın Suruç saldırısına karşı bir misilleme olarak üstlenmesi bunlar arasında. Sultangazi'de bir sivilin IŞİD'li olduğu gerekçesiyle örgüt tarafından öldürülmesi, HÜDA-PAR'lıların tekrar hedefe konması da öyle… İki genç polis de, hayatını Suruç'ta kaybeden gençler kadar masumdu. Kurbanlar ve hayatlar arası hiyerarşi yoktur.

Maalesef, başka vesilelerle de yazmak zorunda kalmıştım; Türkiye büyük bir “mezar ev”e dönüştü; evin altına yeni gömülenlerin cenaze töreninden sonra hayat “olağan akışı” ile devam ediyor. Kahire’nin ünlü “mezar ev”lerinde yaşayanlar, cenaze töreninden sonra nasıl hayatlarına bir şey olmamış gibi devam ediyorsa, bizde başka türlüsü, hayat siyasi olarak kaldığı yerden devam ediyor. İktidar partisi, bu ülkede yaşanan tüm facialardan kendini muaf tutmanın yolunu buluyor. Suçlular: Üst akıl, PKK, hainler, işbirlikçileri, vs., vs. ve nihayet olanları sorgulayanlara yüklenme, suçlama, hedef alma... 

Suruç’ta yaşanan facia ardından da yine aynı şeyi yaşıyoruz, fazladan Kürt siyaseti ile yaşanan gerilimin dozu arttıkça artıyor. Hemen söyleyeyim, “DAİŞ-AKP çetesi” söylemi de, PKK’nin iki polisi katlederek ateşkesi sona erdirmesi de, barış ihtimalini giderek daha fazla zayıflatıyor. Mevcut hal bu, bu halden çıkış yolu nedir diye fikir yürütmek de giderek daha zor hale geliyor. 

Hesap vermeli 

Yine de, bir ülkede yaşanan facialar ve kötü gidişten öncelikle iktidar olanlar sorumludur. Öncelikle, güvenlik önlemleri anlamında, sonra da bugüne kadar izlenen siyasetlerin sorgulanması anlamında iktidar hesap verme makamıdır.

Irak’ta merkezle bağı giderek zayıflayan Kürt Bölgesi’nde bağımsızlık söylemi ve zemini giderek güçleniyor. Ortadoğu’daki Kürtler arasında en zayıf halka olarak görülen Suriye Kürtleri ise fiili olarak kendi otonom bölgelerini kurdu ve siyasi statü sahibi olmaya çok yaklaştı.

21. yüzyılın Kürtlerin yüzyılı olacağı iddia ediliyordu. Bu iddiayı doğrulamak için henüz erken olsa da 2015 yılı ile beraber özellikle Irak ve Suriye Kürtleri adına tarihi gelişmelerin yaşandığı söylenebilir. Irak’ta merkezle bağı giderek zayıflayan Kürt Bölgesi’nde bağımsızlık söylemi ve zemini giderek güçleniyor. Ortadoğu’daki Kürtler arasında en zayıf halka olarak görülen Suriye Kürtleri ise fiili olarak kendi otonom bölgelerini kurdu ve siyasi statü sahibi olmaya çok yaklaştı.

IŞİD’in Kürtler adına yarattığı en büyük fırsat, belki de bölgede rekabet halinde olan Kürt siyasal ve askeri aktörler arasında ortak tehdide karşı işbirliği temelinde bir ittifak doğurması oldu.”

‘Kimlerin yaşamının yası tutulmaya değerdir?’ diye soruyor uzun zamandır bir çok yazısında Judith Butler. ‘Kimlerin hayatının kurtarmaya ve savunmaya değer hayatlar olarak görülür, kimlerinki görülmez?’ İçimden bu soru durmaksızın geçiyor iki gündür. Hala ulusal yas ilan edilmedi. Ekşi Sözlük’te birisi ‘en az 25 sivilin ya da 250 madencinin ölmesi gerekir’ demiş, ama ulusal yasın coğrafyasını ve hedef kitlesini hesaba katmamış. 32’ye yükselen ölüm haberi büyükşehirlerden birisinden yükselse yine yas ilan edilmez miydi? 45 kişinin öldüğü Reyhanlı’nın ulusal bir yas olduğunu düşünmeyen hükümet, Suudi Kralın ardından yas ilan ediyor. Kimlerin acısı, kırılganlığı saygıya, anmaya, yas tutmaya layık değil bu ülkede?

Ulusal yas yoksa toplumsal yas da mı olmaz diye geçiyor içimden, beş parmak kenetlenip bir arada göğe yükselemez mi? Yaşadığım kentin sahilinde birahaneler dolu, canlı müzikler yükseliyor havaya. Sanki kimseye bir şey olmamış gibi.

Çok uzun süre Kürt sorunu dediğimiz bu mesele yakın zamanda Çözüm Süreci, Kürt Barışı adıyla anılıyordu. Ne olduysa oldu, tekerlek kırıldı, araba devrildi ve yeniden çözümsüzlük aşamasına ulaşıldı. Ben gerekçesini kendi anladığım kadarıyla söyleyeyim. Bu durum bir tedirginlikten kaynaklandı. Erdoğan sonrası Akparti'nin MHP'ye oy kaybettiği varsayıldı, o hareketin nedeni olarak çözüm süreci görüldü, gösterildi. Akparti, gereksiz ölçülerde Kürt karşıtı bir siyaset üretti. Bir spekülasyon tabii, gene de, söyleyeyim, belki böyle yapmasaydı, MHP'ye de HDP'ye de giden oyları bir ölçüde azaltabilirdi.

Bunlar yaşandı, bitti. Üstelik köprülerin altından çok sular aktı. Bugün PKK'nın son hamlesiyle Türkiye yeniden çatışma ortamına sürükleniyor. Hele KCK'dan gelen 'silahlanın, silah eğitimi alın' çağrıları da göz önünde bulundurulursa...

Suruç katliamının gerçekleştiği Amara Kültür Merkezi’nin bahçesindeyim. 32 masum gencin burada feci şekilde can vermesinin üzerinden henüz 24 saat geçmiş…Hafızamdan asla silinmeyecek kareler…

“İnsan eti var, aha bak burada” diyor kalabalığın içinden bir adam. Yerde kağıt mendille kaplı kibrit kutusu büyüklüğünde bir cisme işaret ediyor. Altında kömürleşmiş et parçası görünüyor.  Biraz ilerisinde duran plastik bir sandalyede ise kan izi var.

Kolumdan tutan orta yaşlı bir adam hıçkırıklarla ağlamaya başlıyor ve yaşadığı dehşeti anlatmaya koyuluyor. “Yoldaşlarım öldü. Onların kollarını bacaklarını topladım. Bir çocuğun başı yarılmıştı ortadan. Poşete koydum. Biz savaş getirmedik. Çocuk maması getirdik.”

“Canlı bombanın Adıyaman Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü birinci sınıf öğrencisiyken kaydını dondurduğu belirlendi.”

Bizim basını okursan…

Herif, makine mühendisi olacakken, canlı bomba olmuş. Kaydını dondurmasa, dünya tarihinin ilk makine mühendisi canlı bombası olacakmış.

Yüce basınımıza kıllık yapmak istemem ama…

Adıyaman Üniversitesi’nin makine mühendisliği bölümü henüz öğrenci almadı, şu anda öğrencisi yok!

Adıyaman Üniversitesi makine mühendisliği bölümü, ilk defa, önümüzdeki sene öğrenci alacak.

Bu durum, aslında şunu gösteriyor.

Yandaş basın var.

Tarafsız basın var.

Cemaat basını var.

Ama…

Sızdır birine.

Hepsi fotokopi gibi yazsın.

Popüler İçerikler

Türkiye'de 9.05'te Hayat Durdu! Atatürk'e Saygı Duruşu!
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
Daron Acemoğlu'nun Atatürk Hakkındaki Yorumlarına Gelen Tepkiler