Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

AKP/CHP BULUŞMASI: Bir hizaya girme çabası var iki tarafta da... Fakat inceden gülümseyerek disiplin havasını da bozmaya çalışıyorlar. CHP'lilerde aşırı ihtiyatlılıktan kaynaklanan bir tedirginlik... AKP'lilerde ise mahcup bir tebessüm... Ahmet Bey ile Kemal Bey arasında ise tam bir mütekabiliyet var. Faik Öztrak'ın sanki Kuzey Kore heyetinin bir parçasıymış gibi duruşunu saymazsak... Bu buluşmayı Norveç Muhafazakâr Partisi ile İsveç Sosyal Demokrat Partisi'nin buluşmasına bile benzetebiliriz.

AKP/MHP BULUŞMASI: Salonda ağır bir hava var. Bir 'devlet' havası... Ciddiyet, düzen, tertip... AKP'li bir heyet üyesinin ortadaki sehpaya bıraktığı mavi naylon dosyayı saymazsak... Düzeni bozan tek bir unsur yok. Devlet Bey ciddi... Semih Yalçın, Devlet Bey'den bile ciddi... Ahmet Bey de bu aşırı ciddiyetten etkilenmiş olacak ki yüzünde her daim var olan o mütebessim ifade, bu kez yok. Oktay Vural'ın bir anlık hafif kaykılması olmasa... 'Ne oluyor yahu! Milli Güvenlik Kurulu savaş kararı mı alıyor, bu ne ciddiyet beyler' bile diyebiliriz.

Türkiye’de bir tatil zamanı, koalisyon görüşmeleri, Türkiye’nin siyasi hâlleri üzerine yazarsam, okuyanlara büyük haksızlık olur. Seçimlerden sonraki yaklaşık bir ayda, tüm bu konular üzerine yazılan yazıların çokluğunu ve geline(meye)n yeri düşününce, belki başka dünyalar, yerler, konular üzerine daha fazla konuşup yazsak, Türkiye’de de işler başka mı olurdu diye düşünmeden edemiyor insan.

Bugünlerde, siyasette “kilit” kavramını çok kullanıyoruz; “kilit parti”, “kilitleyen parti” gibi yorumlar ortada çok dolaşıyor.

“Kilit”, Türkiye siyasetinde, daha çok “felç eden”, “çözülmesini engelleyen” anlamında kullanılıyor. Ama “kilit”, hayatta başka anlamlarda da “var”.

Her şeyden önce, insanlar olarak, zamana karşı yarışımızı da sembolize ediliyor “kilit”. Hayatı kilitlemek, zamanın geçmesine engel olmak, zamanı mühürlemek istiyoruz. Hep genç kalalım, hep mutlu olalım ve tabii, hep âşık kalalım.

Hatırlıyor musunuz? Tayyip Erdoğan'ın İran'a uygulanan ambargonun kaldırılması ve İran'ın nükleer alandaki çalışmalarının uluslararası bir uzlaşma ile kriz konusu olmaktan çıkartılması için harcadığı çabaları... Başbakan Erdoğan ve Brezilya Cumhurbaşkanı Lula'nın Birleşmiş Milletler'de İran'ın izole edilmemesi için neler yaptıklarını hatırlamıyor musunuz?

O dönemde başta 'Pensilvanya Örgütü'nün medya imamları olmak üzere Erdoğan takıntılılar, AK Parti'yi ve hatta MİT'in yöneticilerini bile 'İrancı' olmakla suçlamazlar mıydı?

Peki şimdi ne yapacaklar bunlar? 

Gecikmeli olsa da 

Baksanıza... ABD Başkanı Obama sonunda gecikmeli olsa da Erdoğanlaştı... Hem İran'la anlaşmaya varıldı, hem de İran'a uygulanan ambargo kalkıyor.

Sevgili okurlarım, önce bayramınızı bir kez daha kutlarım: 

Kırk yıllık “Şeker Bayramı” 12 Eylül askeri cuntası tarafından “Ramazan Bayramı”na dönüştüreli beri, barış ve dostluk simgesi olan bayramımızın adı bile kavga konusu oldu.

12 Eylül askeri cuntası, bütün sivil siyaseti ve her türlü sivil ve sol örgütlenmeyi karşısına alınca, desteği dinde ve dincilerde aradı... 

Din derslerinin anayasa yoluyla zorunlu hale getirilmesi gibi verilen pek çok ödün sırasında Şeker Bayramı’nın da adı değiştirildi. 

12 Eylül darbecileri, Cumhuriyetin kuruluşundan beri zaten var olan Atatürkdüşmanlığını, Atatürk adına yaptıkları işkencelerle ülke çapında yaygınlaştırır ve derinleştirirken, bir yandan da laik kültürümüzü Arap Sünniliği çizgisinde yozlaştırmayı sürdürüyordu. 

Bu bağlamda, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığının kökeni elbette Lozan’a kadar dayandı.

Çocuklar sokakta oynuyordu. Yaşlı bir adam, aralarından birine seslendi: “Bana yardımcı olabilir misin?” Küçük kız 7-8 yaşlarındaydı; kıyafeti eski püsküydü. Adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra, “Vitrindeki kabanı giyer misin? Bakalım üzerine uyacak mı” dedi.

Çocuk, “Acaba rüyada mıyım” diye düşündü. O hep yıpranmış kıyafetler giymeye alışmıştı. Bayrama 3 gün vardı ama paraları olmadığı için ailesi ona yeni elbiseler alamayacaktı. Satıcı, kemik düğmeli kırmızı kabanı fakir kıza giydirdi. Çocuk, oyunu bırakıp geldiği için, rengârenk misketleri elinde tutuyordu. Düşmesinler diye kabanın cebine koyuverdi. Aynada “Ne güzel oldum; kırmızı bana ne kadar yakıştı” diye kendisini seyrederken gözleri mutluluktan ışıl ışıldı. Birden yaşlı adamın sesini duydu: “Bu kabanı torunuma alıyorum. Kendisine sürpriz yapacağım için senin üzerinde denedim.” Küçük kız aynaya son bir defa baktı ve sonra üzerindekileri çıkararak, sessizce dükkândan ayrıldı. Arkadaşları “Haydi oyuna devam edelim, nerede misketlerin” diye sordular.

Fikirtepe'de konutların metrekare fiyatı iki yılda ikiye katlanmış. 

Hani şu ünlü 'gecekondu semti' Fikirtepe'de. 

İki sene önce metrekaresi 4 bin 440 liraymış, şimdi 8 bin lira. 

'Kentsel dönüşüm projeleri' tamamlanınca da metrekare fiyatının 12 bin dolara, liraya değil dolara, çıkması bekleniyormuş! 

'Aç ve sefil emekçi halkımın' yaşadığı bölge... 

Pis kapitalistler tarafından insafsızca sömürülenlerin yaşadığı Kuştepe'ye falan da gidip kendiniz bakınız. 

Hani çevreyi hep gökdelenler kaplamıştı da, bir tek eski evde yaşlı bir emekçi kardeşim kahramanlar gibi direniyordu, muhalif basın da ona övgüler düzüyordu... 'Gezi ruhu', hain müteahhide direnen şanlı emekçide yaşıyordu... 

'Pazarlıkta uyuşamadıklarını' basın ahmağı görmüyordu. 

Fikirtepe, metrobüs, metro, Marmaray, Avrasya Tüneli gibi ulaşım kanallarının üzerinde. 

Fakir Baykurt'a sorsan Fikirtepe kağnılarını anlatır. (Ayın altında da gitsinler mi Afyon'a doğru?)

Şu sıralar siyasette HDP kadar zor durumda kalmış bir partinin olduğunu sanmıyorum. 

Demirtaş iki taraflı bir sıkıştırmayla iyice bunalmış halde. Bir yandan Ak Parti ve diğer partiler PKK’ya silah bırakma çağrısı yap, diye sıkıştırıyor; öte yandan PKK sanki HDP’yi provoke etmek isterecesine ateşkesi bitirip saldırıya geçiyor. 

Düşünsenize, seçimlerde büyük başarı sağlayarak 81 milletvekili ile Meclis’e gelmiş bir parti… Kendisine oy verenler savaş bitsin,  sorunlar artık siyaset zemininde çözülsün diye vermişler.  HDP ne kadar güçlü olursa, siyasi çözüm de o kadar kolay olur deyip bir mucize yaratmış, partinin oy oranını ikiye katlayıp barajı aşırmışlar. 

Ama daha Meclis’teki sandalyelerine yerleşmelerine fırsat kalmadan, Kandil HDP’yi köşeye sıkıştırmak istercesine  ateşkesi bitiriyor ve saldırıları başlatıyor. 

İleri sürdüğü gerekçeler o kadar absurd, o kadar kabul edilemez ki, herhangi bir siyasi partinin kısmen bile sahip çıkması imkansız. 

Bölgedeki yol inşaatları ve barajlar durdurulmalıymış; çünkü askeri amaçlıymış! Son dönemde bölgede tutuklamalar artmaktaymış. Bu tutuklamaların her biri misilleme nedeni sayılacakmış!

Bilirsiniz, dünyanın pek çok tanınmış meydanında vardır onlardan. Mesleklerinin adını tam bilmiyorum ama “ilginç kostümler giyerek turistlerle fotoğraf çektiren müteşebbisler” diye uydursam olur sanki. New York Times Square’de Batman, Superman, Mickey Mouse kıyafetleriyle gezinenler gibi.

Son dönemde bu müteşebbislerden bizde de var artık. Taksim İstiklal Caddesi’nde bir süredir üzerine Yeniçeri, Kanuni Sultan Süleyman, Kızılderili, Roma askeri veya dansöz kıyafeti geçiren bir genç yolda çevirdiği turistler ile üç beş lira karşılığında fotoğraf çektiriyor.

Melih Gökçek’in memleketin en gergin döneminde kalabalıklara işaret parmağıyla gösterircesine “Gezi eylemlerinin arkasında Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler var” diye hönkürmesine sebep olan işte bu müteşebbis gençti.

Gökçek, üzerinde Romalı asker kıyafeti olan bu gencin fotoğrafını twitter’dan paylaşarak Rumların olaylara dahlini ispat etmeye çalışmıştı.

Bu topraklara faydacı, ataerkil, “değişmez toplum' algısına sahip bir siyasi kültür hakimdir. Ahlaki değerleri, geleneksel yapısı, “hiyerarşi–itaat' mekanizmaları, dengeleri ile “değişmez toplum' fikrini, bu değer ve dengelerin değişmesini bozulma olarak gören, bozulmayı, dolayısıyla değişimi, bir tür siyasetle, “yıkıcı siyaset'le özdeşleştiren bir zihniyet besler.

Bunun sonuçları da bildiktir.

Dış ve iç değişim dalgalarının tehlike olarak algılanması…

Her dalganın hakim zihniyet üzerinde ağır “travmatik etki'ler yaratması…

Ve deneyimle sabittir: Her travma, devlete endeksli, devleti“değişmez toplum ve dengelerin'un koruyucusu ve vasisi olarak öne çıkaran, dolayısıyla onun kontroluna yönelik çatışmacı siyaset algısını da biraz daha besleyen, toplumu biraz daha geri iten evreler üretir.

1960'lardan bu yana yaşadığımız her 10 yıllık dilim, dünya, bölge, ülke kaynaklı farklı değişim girdilerini taşıdığı, değişim halini ifade ettiği oranda, bu değişim karşısındaki travmayı, bu değişime verilen tepkiyi, değişimin dış düşman, iç düşman, üst akıl gibi vurgularla özneleştirilmesini ifade etmiştir.

Çıkarıyor televizyona, eline saz veriyorlar; oluyor sana cici çocuk. Öyle olmaz halbuki, bizim tabanımız kabul etmez. Bizim cici çocuk anlayışımızda saz, Kaleşnikof’tan tehlikelidir. Bir insanın cici çocuk olması için eline saz değil, ayakkabı kutusu alması gerekir. Saz bizi bozar. İyi ahlakı korumanın yolu, ayakkabı kutusu sevdalısı cici çocukların sayısını artırmak olmalıdır. Biz öyle yapıyoruz. Kalkındıkça herkesin ayakkabı kutusu sahibi olmasını sağlayacağız…

Bu işin şakası elbette.

Ancak AKP ile HDP arasında sıcak bir atmosferin oluştuğu, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın PKK’ya silah bırakma çağrısı yaptığı bir dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkıp HDP’ye karşı ithamlarda bulunması yanlıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakanlığı döneminde İmralı’yı muhatap alıp HDP üzerinden müzakerelerde bulunurken, İmralı’dan çıkan HDP heyeti hemen Kandil’e giderken de Kandil ile HDP’nin inorganik bağlantısının farkındaydı. Her şey apaçık ortadaydı ve bunu tespit etmek için istihbarat raporuna ihtiyaç yoktu.

Popüler İçerikler

Wanda Nara ile Yasak Aşk Yaşadığı Öne Sürülen Keita Balde Sivasspor'dan Gönderildi
Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Gazeteci Fulya Öztürk'ün Azerbaycan Milletvekiline Ağladığı Anların Beden Dili Analizi Çok Konuşuldu