Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Öyle bir iklim ki bu, sadece ülkeyi IŞİD'le komşu yapmadı, gençlerimizi de o komşunun teçhizatlarından biri haline getirdi.

Alevi bir ailenin çocuğu olarak Adıyaman’da doğdu, hayatında Adıyaman’ın dışına hiç çıkmamıştı. Eğitimini aksatmadı. Liseden mezun olmuş, üniversite hazırlık kursuna dahi gitmişti.

Biz Orhan ve Orhan gibi diğer 10-15 gencin öyküsünü 2013’ten beri Radikal muhabiri İdris Emen’in haberleri sayesinde yakından takip ediyoruz.

Bu gençler Adıyaman’dan kalktılar, Suriye’ye cihatçı olarak gittiler, sonuç itibariyle IŞİD’e katıldılar.

Orhan’ı diğerlerinden ayıran lanet özellik, geçtiğimiz ay HDP’nin Diyarbakır’daki mitingine bombayı koyan ‘IŞİD’li’ olmasında yatıyor.

Yunanistan'ın dünkü referandum sonrasında ekonomide karşı karşıya kalacağı ana ve tek bir sorun var; zaten sorunlu olan bankacılık sistemi daha da kilitlenmiş olacak. Bunun sadece Yunanistan'daki mevduat sahiplerine değil, ticaret kesiminde de, hatta Yunanistan'la iş yapan ülkelerin ticaret kanallarında da olumsuz sonuçları ortaya çıkacak. Ticari kanaldaki işleyişlerdeki sorunların şiddetlenmesi de muhtemel görünüyor.

En kritik konu şu; Avrupa Merkez Bankası'nca Yunanistan Merkez Bankası'na yeni ilave likidite imkânı sağlamazsa ki olasılığı yüksek, ya da sağlanır da Yunan bankalarının bunu kullanabilmek için vereceği teminat kalmazsa; bankaların, bırakın nakit ödeme yapma, elektronik ödeme sistemleri üzerinden transfer yapma, akreditif açma imkânları bile kalmayacak. Bu durumda Yunanistan, ya kendi parasını basmaya zorlanacak ya da sorunları çözene dek bir süre kupon ya da nakit dışı tahvil basarak 'paralel ödeme aracı' yaratacak.

Yunan Başbakanı Alexis Tsipras’ın “fevri” bir kararla referanduma gitmesi, geçtiğimiz hafta piyasa katılımcılarının kafasını karıştırdı. Bekleme havası tüm piyasalara sirayet etti. Dün referandum yapıldı. Bu yazı yazıldığı sırada henüz daha kesin sonuçlar açıklanmamıştı ama sandık çıkış anketlerine göre “Hayır” oyları önde gidiyordu.

Eğer referandum sonucunda “hayır” bloğu kazanırsa; Yunan halkı, Troyka (IMF, ECB, AB) tarafından kendilerine sunulan şartları kabul etmediklerini, bir anlamda ‘başlarına geleceklere razı olduklarını’ söylemiş oldular. Yeni hafta için Avrupa Merkez Bankası’na “yardım” için resmi başvurusunu yapan Yunanistan’ın referandum sonrasında yeni/ek yardım alıp alamayacağı nihayetinde politik bir karar olacak. Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, açık kapı bırakarak, “Yunan halkını kaderine terk etmeyiz” demiş ancak Merkel son sözü söylemeden hiçbir AB kurumu veya kişisi herhangi bir adım atamaz.

Yunan halkının çoğunluğu, “Oxi” dedi diyerek, “eski hamam, eski tas” durumu sürecek mi? Alacaklılar alacaklarından vazgeçecek, kemer sıkma zorunluluğu ortadan kalkacak, Yunan halkı rahatlayacak mı?

“Yunan halkının derdi ne?”

  • Halk daha fazla kemer sıkmak istemiyor... Bugüne kadar alıştığı hayatı sürdürmek istiyor...

“İyi de... Bu kemer sıkma işi nereden çıktı?”

  • Yunan halkının bugüne kadar alıştığı hayatı sürdürmesi, kemer sıkmaması için devletin parasının olması lazım.

“Devletin parası yok mu ? Bugüne kadar nasıl para buldu?”

  • Devletin parası yok. Bugüne dek AB ülkelerinden hibe, bolca kredi aldı. Hibeler kesildi. Kredi borcu dağ gibi oldu. Şimdi alacaklılar paralarını geri alma telaşında.

IŞİD gerçekten ne istiyor? IŞİD İslam dışı mı? Selefi Cihat anlayışları... IŞİD uygulamaları ne zamandan beri mubah? Hilafet yeniden kurulurken yeni topraklar... İstanbul'da Konstantiniye dergisi, Kıyamet... 

Yazı dizisinin son bölümünde IŞİD'in ideolojik ve teolojik temelleri üzerine yazmış araştırmacı gazetecilerin yazılarına ve çalışmalarına yer vereceğiz.

Kendi çalışma alanlarımın ve bilgi birikimimin dışında kalan ama IŞİD'i anlamak açısından çok önem taşıyan bu tartışmaları, bu konuda yazdığı bir yazı ile gündeme taşıyan Kanadalı gazeteci Graeme Wood'un The Atlantic dergisinde Mart 2015 tarihinde yayınlanan “IŞİD Gerçekten Ne İstiyor” yazısına doğrudan atıf yaparak kaleme aldım.

Oldukça uzun bir yazı olan “IŞİD Geçekten Ne İstiyor” Graeme Wood'un bugün IŞİD'in çok bilinen önderlerinden olmayan ama ideolojik ve teolojik temelleri üzerinde söz söyleyen IŞİD üyeleriyle yaptığı doğrudan görüşmelere ve bu konudaki tartışmalara dayanıyor.

Başbakan Davutoğlu, hükümet kurma çalışmalarına Meclis Başkanlığı seçiminde kazandığı moralle başlayacak. Meclis Başkanlığı seçimi de gösterdi ki, AK Parti'siz bir hükümetin kurulması mümkün değil.

AK Parti, MHP ile anlaşabilirse MHP ile CHP ile anlaşabilirse CHP ile hükümet kuracak.

Meclis Başkanlığı seçimi, koalisyonun yönünü de etkiledi.

CHP ve HDP'nin, MHP'ye yönelik saldırıları, Bahçeli'yi muhalefetten uzaklaştırdı, AK Parti'ye yaklaştırdı.

AK Parti-MHP koalisyonu için psikolojik eşik aşıldı.

Buna rağmen “Devlet Bahçeli', AK Parti-MHP koalisyonunun önünde en önemli engel olarak duruyor.

MHP liderinin AK Parti ile koalisyon için açıkladığı üç kriteri var.

Ülkede milyonlarca yoksul var. Bıçak sırtında yürür gibi, hassas ekonomik dengelerle iş yapan esnaf var. Yüzlerce işçisinin maaşını ödeyebilmek için çırpınan on binlerce orta ölçekli tüccar var.

Yeni eğitim-öğretim yılı geliyor, dağ gibi eğitim sorunlar var.

Ülkemizin etrafı adeta ateş çemberi. İnsanlar birbirini boğazlıyor.

Ve hepimiz, ‘Acaba sınır ötesindeki bataklık, Türkiye’yi de içine çekecek mi?’ diye, yüreğimiz ağzımızda bekliyoruz.

Fakat siyasi aktörlerin derdi başka. Ülke aylardır adeta şalter indirmiş, yaprak kımıldamıyor, gözünü dikmiş siyasetçileri bekliyor. Durum siyasetçilerin umurunda değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan daha ilk günden aklına erken seçimi koyduğu için ipe un seriyor. Ülkeyi erken seçime mecbur etmeye çalışıyor. Çünkü biliyor ki bir koalisyon kurulduğunda lağım patlamış gibi 13 yıldır yapılan tüm yasadışı işler ortalığa dökülecek. Ve güçle elde ettiği ideolojik üstünlüğü kaybedecek.

Bir süredir, iktidar çevresinde yazıp çizenler arasında kültür, medeniyet, estetik gibi konularda, kime hitaben olduğu anlaşılamayan üst perdeden yazılara tesadüf ediyorum. Özeleştiri desek değil; çünkü muhafazakârlık adına yola çıkıp gelinen noktadan şikâyet edenler, işin sorumluluğunu kime yüklüyor belli değil veya belli de ben çıkaramıyorum. Kesin olan tek şey, bu eleştirel yazıları yazanların kendini şikâyet konusu olan şeylerden uzak tutma çabası. 

Sonuç ortada 

Bazıları, “dava”nın büyüklüğüne yakışır, kültürel, düşünsel, estetik bir medeniyet hamlesinin eksikliğinden şikâyet ediyor, ama sanki kendileri bu noksanlıkları giderme kabiliyetinde insanlarmış da birileri ellerinden tutmuş gibi bir eda içinde yazıyor. Oysa, İslamcılar “belediyeler dönemi”nden beri, yani nereden baksanız yirmi yıldır kültür-sanat alanında geniş bir alanı kullanıyor. Eskiden belediyelere danışman olmayan şair, yazar, sinemacı, vb. kalmamıştı; iktidar döneminden sonra bu alan daha da genişledi, vakıflardan medyaya, uluslararası festivallerden akademik kadrolara, maddi destek sorununu ortadan kaldıran birçok imkân doğdu ve kullanıldı. Ama hazin sonuç ortada.

İlk iktidara uzandığında AKP’nin işi çok kolaydı. Çevreden gelen, itilmiş ve horlanmış, ideolojik olarak aşağılanmış bir kimliğin temsilciliğini yapıyordu. Mağdur ve haklıydı. Temsil ettiği toplumsal tabanı avucunun içi gibi biliyor, hassasiyetlerini tümüyle paylaşıyor, gelecek hayallerini ve psikolojik ihtiyaçlarını kuşatıyordu. Sadece kimlik siyaseti yaparak ayakta kalabilir, belki iktidar da olabilirdi. Ama AKP kolay yola tevessül etmedi… Küresel post modern dönemin niteliklerini ve AB sürecini kendisine zemin kılarak bizzat iktidarın niteliğini değiştirmeye soyundu. Askeri vesayetin, ideolojik yargının, merkezileşmiş yozlaşma düzeninin, devletçi vatandaşlık anlayışının, monolitik kimlik algısının üzerine gitti. Geçtiğimiz on üç yıl devrimci bir ‘yıkım’ süreci oldu. Ne var ki bu sürenin kavgalar halinde yaşanması yeniden inşayı geciktirdi ve bu boşluk AKP için de bir meşruiyet zaafı oluşturmaya başladı. İktidar kaçınılmaz olarak giderek şahsileşme ve keyfileşme emareleri göstermekteydi. Çünkü tehditler devam ediyor, AKP yalnızlaşıyor ve kitleyi bir arada tutacak acil ve özgüvenli tedbir adımlarının atılması gerekiyordu. Ancak bu durum AKP’nin niteliksel açıdan kurumsallaşmasını geciktirdi ve hatta engelledi. Böylece karşıtların bir ‘tek adam’ sendromu üretebilmelerini sağlayacak koşullar yaratıldı. Buna AKP’nin yıllar boyu Gülen cemaatine terk etiği ‘Batı ile ilişkiler’ faslını ekleyin… Yüzeyselliğin hakim olduğu bir siyasi atmosferde AKP ‘otoriterleşmiş’, Erdoğan ‘diktatörleşmiş’ oldu.

28 Aralık 2011 sabahı, “yukarıdan Ahmet mi Mehmet mi ayıramayan” savaş uçakları 34 genç insanı bombalarken aynı anda 59 katır da can vermişti. Parçalanmış bedenler battaniyelere sarılmış, köyden başka katırlarla taşınmıştı sonra. Katırlar köylünün can yoldaşı, iş ortağıydı aynı zamanda.

Roboski Katliamı üzerinden geçen zamanda, hiçbir sorumlu yargı önüne çıkartılmadığı gibi Roboskili köylülerin “cezalandırılması” türlü biçimlerde sürdü. Bunlardan biri de sistematikleşen katır katliamı. Roboski’de yakınlarını kaybedenlerden, HDP Şırnak Milletvekili Ferhat Encü, bu yıl başından beri otuza yakın katırın güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü söylüyor. 25 Mart 2015’te askerlerin “Atış serbest” emriyle katırları kurşunlayışının görüntüleri DİHA tarafından yayınlanmıştı. 30 Haziran sabaha karşı yine sekiz katırın askeri birlikler tarafından rastgele açılan ateş sonucu öldürülüdüğü haberi geldi, ertesi gün dört katır daha...

Popüler İçerikler

Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
Icardi'nin A Milli Takım Forması Giymesi İçin CİMER'e Başvuruda Bulunuldu!