Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Ali Bulaç, “İslâmcılığın devlet sorunu”nu, yol açtığı pratik bütün arızalarıyla birlikte tarif edip yorumlarken meseleyi tam kalbinden yakalayıp masaya yatırıyor. Modern ulus devlet hem diğer devletlere hem de vatandaşlarına karşı kendisini var eden egemenlik yetkilerini, sınırları çizilmiş belirli bir toprak parçasına ve o sınırlar içinde teşekkül eden “irade”ye bağlarken bütün eski siyasî kurumları da alt-üst etmiş oldu. 1648 öncesine ait bu alışkanlıklar sadece Müslümanlar arasında değil bütün dünyada aynıydı. 800 sene öncesine kadar devlet, bizde sultanın çocukları arasında pay ediliyor Batı'da aristokrasi ile paylaşılıyordu… Âlimlerin ilgilendiği emir ve yasakların uygulanması, halkın aradığı ise adaletti. Hâlâ devam eden kafa karışıklığı, gelenek oluşturan İslâmî düsturların ve araçların, egemenlik üzerine inşa edilmiş modern devlet ile uyuşmazlığından neşet ediyor. Modern devlet, ulus devletler çağında kendi toprakları ve vatandaşları üzerinde inşa ettiği gökkubbeyi dışarıya karşı da bir kalkan olarak kullanıyor. İslâmcılar gelip kafalarını bu duvara tosluyor ve bir çıkış yolu bulamıyor.

'Çözüm Süreci': Artık HDP'siz olamaz...

Son günlerin yoğun gündemi arasında, gözlerden kaçan önemli bir husus var: 'Çözüm Süreci'nin akıbeti.

Konu, gündeme HDP İmralı Heyeti tarafından yapılan yazılı açıklamayla getirildi. Şunlar söyleniyordu:

'Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın müzakere sürecini yok sayan, Dolmabahçe mutabakatını yanlış bulan, İzleme Heyetini tanımayan ve en nihayetinde Kürt sorunu yoktur noktasına gelen yaklaşımları büyük bir tıkanmayı da beraberinde getirdi. Seçimlerden çıkan sonuçların tartışılmaz tek gerçeği, demokrasi ve barış karşıtı anlayışlara dönük tarihsel uyarıdır. Vakit geç olmadan, bir tek yurttaşımızın burnu kanamadan, bölgesel bir barış hamlesi mümkündür. Yeni oluşacak olan hükümet formülü ne olursa olsun, Çözüm Süreci'nin devlet politikası haline getirilerek korunması ve tüm halklarımız tarafından bu sürecin somut tek kazanımı olarak değerlendirilen çatışmasızlık durumunun devam ettirilmesi gerektiğine inanmaktayız.'

Bu yazılı açıklamaya vakit geçirmeden, uzun süredir sesi soluğu çıkmayan Yalçın Akdoğan'dan tepki geldi.

Yunanistan bugün referan-duma gidiyor. Eğer yeteneksiz ve akılsız Yunan Başbakanı Çipras’ın istediği gibi ‘hayır’ çıkarsa ülke daha da batacak ve komşumuz Yunanlılar sefaletle boğuşacak. Sosyalist Çipras, tam da ideolojisine uygun bir şekilde kendi halkını fakirlikte eşitlik noktasına getirmek istiyor sanırım. Sosyalist zihniyet 100 yıldır dünyanın neresinde iktidara geldiyse hep aynı kötü sonuç oldu. Devletçi kafa ülkeleri hep daha da yoksullaştırdı.

Yunanistan bu haldeyken merak ediyorum: Acaba köhnemiş Çipras zihniyetine daha birkaç ay önce övgüler düzen gazeteciler ve akademisyenler şimdi utanıyorlar mı? Çipras’ı yere göğe koyamayan yüzlerce yazı çıktı. Bu yazıların sahiplerinden bir özür ya da yüz kızarıklığı gelecek mi? Yoksa Türkiye’de her şey olunur ama rezil olunmaz kuralı hâlâ geçerli olduğundan hepsi suspus mu oldu? Ya AK Parti medyasında yazan ve Erdoğan’la eş tutarak Çipras’a övgüler düzen akılsız yandaş kalemlere ne demeli? Türkiye’yi 2003’te Başbakan olduğunda kişi başına 3 bin dolardan alıp liberal ekonomik politikalarla 10 sene içinde 11 bin dolar seviyesine getiren Erdoğan’ı sosyalist Çipras’la aynı çizgiye koyarak övdüğünü zannedenleri bizim 2 yaşındaki kızlara havale ediyorum! Ben 1 Şubat 2015’te yine bu sütunda Yunanistan’da bugün yaşananların hepsini yazmıştım. İsteyen o yazıyı açıp okuyabilir...

MHP’nin HDP söylemini epey akıldışı buluyorum; dün de bu konuda birkaç şey yazdım. Burada tam ne olduğunu anlamadığım –ama “ bir şeyler ” olduğunu sezdiğim– kaymalar, politika değişiklikleri olduğunu sanıyorum.

Türkiye gibi bir toplumda, MHP gibi bir parti, Kürt sorunu gibi bir sorun karşısında çok büyük gaileler başlatabilirdi. Ama böyle davranmadı; bazı kritik konjonktürlerde tabanını şiddet eylemlerinden uzak durmaya çağırdı vb. Çoğumuz yazılarımızda buna değindik.

Ama şimdi HDP’ye karşı “ akıldışı ” dediğim bir düşmanlık politikası başlatmış durumda. Neden? Nereye varmak istiyor, nereye varacağını hesaplıyor?

Adı değişen, sonunda “ Çözüm Süreci ” olan gidişata MHP başından beri eleştireldi –“ eleştirel ”den öte, sert bir muhalif tutum almıştı. Ama bu sertlik gün geçtikçe arttı.

Tarih kendini tekrarlar mı?

Veya, tarih geçmişte kendini arasıra tekrarlamış mıdır?

Ya da, tarihin geçmişte uygulandıklarında her olayda etkilerini gösteren ve gelecekte çıkabilecek benzeri olaylara uygulandıklarında aynı etkileri yaratacak kesin kuralları var mıdır?

Bu soruları soran ünlü Britanyalı tarihçi Toynbee, tarihin insan uygarlığı boyunca 20 kez kendisini tekrarladığını ifade ediyor. Ancak bu tarihi anlamak için tek kural değil. Çünkü serbest iradesi ile farklılaşan insan uygarlığı, fiziksel çevrimlerin, doğadan kaynaklanan kısıtlılıkların üstesinden gelen bir eylemlilik ortaya koyuyor, tarihi şaşırtıyor.

Yani tarihin kendisini tekrarlamasını her zaman çaresizce beklemiyoruz, yapabilecek şeylerimiz var. Tarihe kendi çabamız ve aklımızla yeni ve görülmemiş bir yön verebiliriz.

Tabii ki yerleşik demokrasilerde ve ' Gelişmiş ' denilen ülkelerdeki demokratik siyasetin bazı kuralları, gelişmekte olan ülkelerde fazla dikkate alınmaz.

Örneğin gelişmiş ülkelerde demokrasi değişimin de aracıdır. Seçim kaybeden partinin lideri yenilginin sorumluluğunu da üstlenip yerini bir başka politikacıya bırakır. Seçim kazanan partinin lideri de belirli süre sonunda değiştirilir. Liderlikten emekli olmak için Azrail'in ziyaret etmesine kadar beklenmez.

Gelişmekte olan ülkelerde ise, parti seçimi kaybeder ama lider hiç kaybetmez. Sadece liderin çevresi değişir. Bu nedenle ülke gündemi de bir nevi dondurulur. Lider eski kavgalarını yarına da taşır. Bu sırada dünya da, yurt gerçekleri de değişir. Hatta haritalar değişir... Ama gelişmekte olan ülkenin siyasal gündemindeki tartışma konuları değişmez.

Bütün bunlar yaşadığımız gerçeklerdir. Ama ister gelişmiş isterse gelişmekte olun... Bütün siyasi coğrafyaları etkileyen ortak zihinsel zaaf ise ' Ezberler 'e dayalı genellemelerdir.

Artıları ve eksileriyle iki koalisyon ihtimali

BİR: AK PARTİ/MHP İHTİMALİ

ARTILARI

İki partinin tabanlarının önemli bir bölümü bu modeli istiyor.

Aynı kültürel havzadan beslenmelerinden kaynaklanan bir uyum söz konusu olabilir.

Dini konularda iki parti ortak bir tutum içine girebilir ve aralarında anlaşmazlık çıkmaz.

Suriye'de PYD karşıtlığı üzerinde anlaşmaları kolay olur ve ortak bir politika geliştirebilirler.

EKSİLERİ

Her ikisi de birbirinin tabanına oynuyor, bu durum aralarında güvensizlik yaratabilir.

Çözüm Süreci diye bir şey kalmaz. AK Parti'deki son Kürt de partiden kaçar.

25 Aralık dosyasının raftan indirilmesi kaçınılmaz olur ve bu da krize yol açar.

'Milliyetçi Cephe' ve 'Savaş hükümeti' türü nitelendirmelere neden olabilir.

Andy-Ar önemli bir araştırmaya imza attı. Özellikle erken seçimin gündemde olduğu bir ortamda, bazı neticeler çok değerli. Mesela “Seçim sonucunu bilseydiniz tercihiniz değişir miydi” sorusuna yüzde 91.8 “Hayır” cevabını veriyor. Bu da, yeniden seçim yapıldığı takdirde, oy yüzdelerinin pek fazla değişmeyeceğini gösteriyor. Buna mukabil, ufak oynamalar meydana gelebilir. Nitekim “Bugün seçim olsa hangi partiye oy verirdiniz” denildiğinde, AK Parti yüzde 42.8 ve CHP yüzde 27.3 ile daha önceki oranların biraz üzerine çıkıyor. MHP yüzde 15.4 ve HDP yüzde 11.7 ile bir puan kadar düşüyor. Bunlar yanılma payı içinde kalan rakamlar.

AK Parti az bir farkla salt çoğunluğu kaybettiği için, seçimler yenilendiği takdirde, noksanı telâfi imkânına sahip olabilir. Tabii bunun aksi de tecelli edebilir. Seçmende nasıl bir algı yaratıldığına bağlı. Eğer yolsuzlukların hesabını vermemek için koalisyon seçenekleri yeterince denenmeden erken seçime gidildiği izlenimi doğarsa , o zaman kaybeden taraf AK Parti olur.

İlk iktidara uzandığında AKP’nin işi çok kolaydı. Çevreden gelen, itilmiş ve horlanmış, ideolojik olarak aşağılanmış bir kimliğin temsilciliğini yapıyordu. Mağdur ve haklıydı. Temsil ettiği toplumsal tabanı avucunun içi gibi biliyor, hassasiyetlerini tümüyle paylaşıyor, gelecek hayallerini ve psikolojik ihtiyaçlarını kuşatıyordu. Sadece kimlik siyaseti yaparak ayakta kalabilir, belki iktidar da olabilirdi. Ama AKP kolay yola tevessül etmedi… Küresel post modern dönemin niteliklerini ve AB sürecini kendisine zemin kılarak bizzat iktidarın niteliğini değiştirmeye soyundu. Askeri vesayetin, ideolojik yargının, merkezileşmiş yozlaşma düzeninin, devletçi vatandaşlık anlayışının, monolitik kimlik algısının üzerine gitti. Geçtiğimiz on üç yıl devrimci bir ‘yıkım’ süreci oldu. Ne var ki bu sürenin kavgalar halinde yaşanması yeniden inşayı geciktirdi ve bu boşluk AKP için de bir meşruiyet zaafı oluşturmaya başladı. İktidar kaçınılmaz olarak giderek şahsileşme ve keyfileşme emareleri göstermekteydi. Çünkü tehditler devam ediyor, AKP yalnızlaşıyor ve kitleyi bir arada tutacak acil ve özgüvenli tedbir adımlarının atılması gerekiyordu. Ancak bu durum AKP’nin niteliksel açıdan kurumsallaşmasını geciktirdi ve hatta engelledi. Böylece karşıtların bir ‘tek adam’ sendromu üretebilmelerini sağlayacak koşullar yaratıldı. Buna AKP’nin yıllar boyu Gülen cemaatine terk etiği ‘Batı ile ilişkiler’ faslını ekleyin… Yüzeyselliğin hakim olduğu bir siyasi atmosferde AKP ‘otoriterleşmiş’, Erdoğan ‘diktatörleşmiş’ oldu.

BUGÜN Yunanistan’da referandum var. Özcan Tikit’in izlenimlerine göre sonucun ne olacağı ortada. İki gün önce ise Mısır’da Muhammed Mursi’ye karşı gerçekleştirilen ve sonrası feci kanlı gelen darbenin ikinci yıldönümüydü. Türkiye’nin biri yakın diğeri uzak iki komşusunun her ikisinde de “çökmüş devlet” olgusuna giderek daha fazla yaklaşılıyor.

Irak, Suriye, Yemen, Libya’dan sonra Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Mısır’ın da yönetim kapasitelerini kaybetmeleri, geniş bir bölge açısından (IŞ)İD’in yayılması ve biat edenlerinin artması ile simgelenen çözülmeyi uçlara taşıyabilir. Türkiye’nin buna karşı da dikkatli olması gerekiyor.

Geçen hafta ilgili kamuoyunu ayağa kaldıran Suriye’ye asker sokma iradesi ve bunu destekleyen savaş tamtamları gürültüsü şükür ki dindi. Gerçi bu arada da olası bir operasyonda kullanılabilecek birlikler sınıra gönderildi. Perşembe günü gazetecilerle Suriye ve buradaki son gelişmeler hakkında konuşan bir yetkilinin söylediklerinden aktarılanlar da Türkiye’de hâlâ önemli güvenlik konularını serinkanlılıkla düşünebilenler olduğunu gösteriyor. Bu bilgi insanın yüreğini ferahlatıyor.

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''
A Millî Takım'ın UEFA Uluslar Ligi'ndeki Play-Off Turu Rakibi Belli Oldu: Macaristan