Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Eğer...

-'Biz Baykal'ı istemiyoruz' deseydiler.

-'Baykal'ın iyi bir Meclis başkanı olacağına inanmıyoruz' deseydiler.

-'Baykal'ın Erdoğan'la birlikte bir oyun planladığını düşünüyoruz' deseydiler.

-'Baykal olmaz' deseydiler.

Son turda verdikleri geçersiz oyla ilgili kimsenin bir şey demeye hakkı olmazdı.

*

Ama MHP, bunu demek yerine...

Şunu dedi:

'Baykal iyi biri olabilir, bu bizi ilgilendirmez. Değil mi ki HDP'nin de Baykal'a destek vermesi söz konusu... İşte biz bu nedenle Baykal'a oy vermiyoruz.'

*

Meseleyi böyle anladıkları ve açıkladıkları için...

Kendilerine 'Ne yani? HDP sizin adayınıza oy verme kararı alsaydı, adayınızı çekip başka bir adaya mı yönelecektiniz?' diye soruluyor.

Madımak’ın 22. Yılında Sivas’da dün binlerce insan yürüdü. Yakın tarihimizin en acı, en utanç verici olaylarının başında gelen hunharlık hatırlandı. Madımak katliamında, hayatını kaybetmiş olan, çoğunlukla Alevi, aydınlarımız anıldı.

Madımak’ın 22. Yıldönümünde, o gün alçakça bir katliamın hedefi olan insanlarımızın ve o günün simge ismi Aziz Nesin’in anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Olayın üzerinden birkaç saat geçtikten sonra Sivas’a gitmiştim. Öldürülenlerin çoğunu tanıyordum. Bazıları kişisel dostumdu. 3 Temmuz öğledensonra, duruma ilişkin gözlemlerime öfkemin ve içimdeki acımın karıştığı bir yazıyı, Sivas’ta bir köşeye çekilip yazdım. 4 Temmuz 1993 günü Sabah ’ta yayımlandı.

Yazı, içindeki bir çok doğru unsura rağmen, benim ölçülerime göre, esastan yanlıştı. Benim imzam altında hiçbir zaman yazılmaması gereken bir yazıydı.

Vedalar hep zordur.

Hele ayrılma kararı size aitse.

2010 yılında Taraf’a ilk veda ettiğimde öyleydi. Bu kez de öyle.

Ama bu sefer geride bıraktığım gazete farklı.

2007’de dâhil olduğum kurucu ekip dağılmış vaziyette.

Düğünlerine büyük sevinç ve coşkuyla katıldığım arkadaşlar artık geride kalan bizlere düşman gözüyle bakıyor. O güzelim ruh darmadağın.

Taraf’ı Taraf yapmakta önemli katkısı olan, bir zamanlar AK Partililerin yere göğe sığdıramadıkları Mehmet Baransu, yaptığı haberlerden ötürü hapiste. Şahsi kinlerine yenilen birçok meslektaşımız Baransu’nun yaşadığı mağduriyet karşısında sus pus.

Baransu’nun benim de eleştirdiğim bazı hataları bu vicdansızlığa asla bahane olamaz.

AK Parti adayının Meclis Başkanı seçilmesi neden bu kadar tepki topladı anlayamadım. Hele, MHP’nin bu seçimde sergilediği tutuma şaşıranları hiç anlamadım. MHP’nin HDP’ye karşı tutumu, kuşkusuz demokratik meşruiyeti hiçe sayan bir tavır, ama sahiden ne bekliyordunuz MHP’den? MHP sadece koyu Türk milliyetçisi değil, aynı zamanda dünyayı ve Türkiye’yi okumak konusunda çok ciddi zaaf içinde olan bir parti. Türkiye’de Türk milliyetçiliği hâlâ oldukça güçlü olmasına rağmen seçimlerde başarısız olmasının nedeni de bu. 

MHP hayalleri yıktı 

Hal böyle iken, seçim sonuçlarından “yüzde altmışlık blok” çıktığını düşünmek ve buna göre hesap yapmak son derece isabetsizdi. MHP ve HDP’yi aynı blok içinde görmek gerçekçi olmadığı gibi, aynı zamanda siyaseten isabetsizdi; zira MHP, AKP’den daha sağda ve daha statükocu bir parti ve böyle bir partinin iştiraki ile siyasi restorasyondan bahsetmek, demokrasi adına olacak şey değildi. Tam da bu nedenle, Türkiye’de temel siyasal hedefi, AK Parti’yi ve özellikle Erdoğan’ı zayıflatmak olarak görmek bence yanlış bir istikamette hareketti, nitekim bizzat MHP bu isabetsiz hayalleri yıkmış oldu.

Hekimlik ile tüccarlık, hekimlik ile psikolojik baskı, yanyana gelemez. Gelirse cana mal olur.

Hem ruhsal hem de fiziksel dirayet gerektiren bir tedavi süreci yaşayan kanserli hastalar dün sabah bir dert daha edinmişlerdi.

Kemoterapi vakti gelmişti ama ilaçlara nasıl ulaşılacağı belli değildi.

Her zaman gittikleri eczane, ilaçların artık buradan tedarik edilmediğini söylüyordu.

Doktorlar ise bu dönüşümden bihaberdi, dolayısıyla 'ayakta tedavi' alan hastalarının reçetesine doğal olarak 'ayakta tedavi' notu düşmüştü.

Halbuki artık sadece üniversite hastanesine veya özel hastaneye giden 'ayakta tedavi' hastaları kanser ilaçlarını eczaneden alabilecekti.

Devlet hastanesine gitmiş olan kanser hastaları, sanki hayat yeterince boğazlarını sıkmıyormuş gibi saatlerce eczane aradı, saatlerce sırada bekledi.

Dünkü yazının son cümlesiyle başlayalım:

“Çözüm sürecini kopuş riskiyle karşı karşıya bırakan diğer faktörler, sırasıyla Erdoğan'ın bakışındaki kırılma, sürecin aktörlerinin flulaşması, seçim sonrası siyasi partilerin oy-çözüm süreci arasında kurdukları bağlar ve yeni siyasi yelpaze olarak karşımıza çıkıyor.'

Bunlara Rojava'da kronikleşen krizi, ülkede esen “üst akıl” açıklama furyasını, bu furyanın Kürt meselesi algısını kuşatması eklenirse, risk haritasının tüm yönleri çıkar.

Önce şunun altını çizelim: Türkiye'de çözüm süreci önce siyasi iktidarın, iktidarın başındaki ismin, Tayyip Erdoğan'ın iradesini göstermesiyle başladı. Bu siyasi iradenin ortaya çıkmasını sağlayan zorlayıcı faktörler, örneğin Kürtlerin mücadelesi, örneğin çatışmanın sürdürülemez hale gelmesi gibi unsurlar ne denli etkili olursa olsun, benzer örnekler bu tür süreçlerde siyasi iradenin ve cesaretin özerk ve özgül ağırlığının her zaman yüksek olduğunu göstermiştir. Bugün sorun, AK Parti'nin tek başına iktidar olanaklarını kaybetmesiyle bu siyasi iradenin formel olarak oyundan düşmesidir. Hükümetin nasıl şekilleneceği henüz belli olmasa da, muhtemel bir seçim sonrası AK Parti'nin tek başına iktidara geri dönmesi ihtimali hala masada dursa da, denebilir ki, HDP'nin güçlenmesi, onun çözüm sürecinde asli muhatabını zayıflatarak sürecin özüne zarar veren bir paradoks oluşturmuştur.

CHP ve HDP ile koalisyon yap. 

HDP varsa ben yokum.

CHP - HDP koalisyonuna dışarıdan destek ver.

HDP’nin olduğu formülü desteklemem

Sen CHP ile koalisyon yap HDP dışarıdan desteklesin.

HDP’nin dışarıdan desteğini kabul etmem.

Meclis Başkanı seçiliyor, üçüncü turda CHP’nin adayına oy ver.

HDP’nin oy verdiği adaya oy vermem.

***   

Devlet Bahçeli’nin koyduğu bu çizgileri katı, sert ama ilkeli bulanlar çoktu.

“Bunlar ilke değil AKP’ye destek vermek için icat edilmiş mazeretler” diyenler haklı çıktı. Nitekim MHP temsilcileri geçen dönemde HDP temsilcileriyle Anayasa Uzlaşma Komisyonunda baş başa çalışıp, birçok anayasa maddesine ortak imza koymuş, milletvekili haklarında pekala anlaşmışlardı.

Hazır herkesin asabı bozulmuşken, nabza göre şerbet verip, Devlet Bahçeli’ye giydirebilirdim. Akp’ye baston oldu filan.

*

Ama, bu tür goygoyların kimseye faydası yok.

*

2009 yerel seçimini kaybetti.

Kaybetme sanatı’nın ilk hamlesiydi.

Ankara’dan belediye başkan adayı olması bekleniyordu, ekran düellosundan galip çıkmış, Melih Gökçek’i köşeye kıstırmıştı. O da ne? O güne kadar kendisiyle ilgili tek kelime yazmayan liboş medya, aniden, İstanbul’dan aday olursa oyların patlayacağını, İstanbul’daki anketlerde büyük farkla önde göründüğünü yazmaya başladı. Liboşlar öyle bi hava yarattı ki, ahali de inandı. Hobaraaa, İstanbul adayı oldu. Böylece… Hem İstanbul tekrar kaybedildi, hem Ankara’yı tekrar Gökçek kazandı. CHP 2009’da Ankara’yı alsaydı, tarih başka türlü akacaktı.

Bu ülkede en güçlü, en kadim geleneğimiz nedir diye soracak olursanız eğer, inkâr etmektir derim...

Biz bu ülkenin tarihinde meydana gelen kıyımları, katliamları mütemadiyen inkâr ediyoruz...

Kimimiz hafifçe inkâr ederken, kimimiz şiddetle inkâra devam ediyoruz, ama öyle ya da böyle inkâr ediyoruz işte...

Mesela dün, “ Sivas katliamının yıl dönümü ” diye haber manşetleri atangazeteler, katliamın hemen ardından attıkları, mağdurları da suçlayan, olayın vahametini gözlerden uzaklaştıran manşetleri için özür dilemeyerek inkârda bulunuyorlar...

Mesela, Cemaat medyasında gördüğüm “ Madımak olayları ” başlıkları, “ sulandırarak ”

Sokakları harekete geçirmek suretiyle politik hedeflere ulaşmak oldukça cazip. Konjonktürel olarak uluslararası düzlemde insanlıktan nasibini almamış bir terör örgütüne karşı “uygarlık savaşçısı” rolünü kapma suretiyle elde edilmiş sempatinin, şiddeti estetize etmeye imkân sağladığı bir vasatta, cazibenin tavan yaptığında kuşku yok.

Bu nedenle Suriye topraklarında cereyan eden olaylar nedeniyle halkı, “Kobani’yi savunma” bahanesiyle sokaklara dökme, bu dökme faaliyetini de “tarihsel sorumluluğa davet” olarak pazarlama sorun oluşturmuyor.

Hatta 2014 Ekim’inde aynı “tarihsel sorumluluk” çağrısı nedeniyle elliden fazla yurttaşın katledilmesi ve insanların can ve mal güvenliğine tecavüzlerin yaşanmış olması da sorun oluşturmuyor.

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı