Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Taksim’de kitle daha toparlanmaya başlarken ilk polis müdahelesi haberi akla AK LGBTİ grubunu getirdi. Onur Yürüyüşü’ne heyecanla hazırlanan AK Partili LGBTİ’ler bu beklenmeyen ağır polis saldırısını nasıl karşılamıştı? Pazar günü yayımlanan söyleşide 13 yıldır Onur Yürüyüşü’nün huzurla yapılmasını Ak Partiiktidarına bağlayan grup bugün için ne diyecekti?

Taksim’de herkesin sokak sokak gazdan ve tazyikli sudan kaçıştığı anlarda AK LGBTİ kurucularından Melih Meşeli’ye ulaşamamıştık. Polisin saldırı ısrarıyla geçen birkaç saatin ardından iftar sofrasında ekibe birden tesadüf ediverdik. Onlar da şaşkındı. Hem karşılaştığımız için hem böyle bir gün yaşadıkları için. Meşeli, “Çok tuhaf bir gündü” diyerek başladı. İftar sofrasında AK LGBTİ grubundan diğerleriyle de tanışma fırsatı bulduk. Öncelikle bütün günü söyleşiyle ilgili sorulan sorulara cevap vermekle geçirdiklerini söylediler. Onları şaşırtan bir ilgi olmuş, grubu sahte zannedenlerden yollarını çevirip konuşmuş. Ellerindeki Türk bayrakları ve fesleri sayesinde tanınmaları o kadar da zor olmamış tabii.

TOMA denilen metal canavar bir yanda...

Öte yanda insanlar...

Etten kemikten, senin benim gibi...

“Metal korumaları” falan yok...

Barışçı bir yürüyüş için çıkmışlar sokağa.

Dünyanın birçok ülkesinde düzenlenen LGBTİ Onur Yürüyüşü için.

Bir dakika!

Bu cümlede birçok “sakıncalı” kelime var:

LGBTİ?

Olmaz!

Hele bizim memleket gibi muhafazakâr, “dini bütün” bir yerde...

Kadınlara tecavüz, “çocuk gelin” satışı, çocuklara her türlü cinsel istismar, bu arada ensest, “Özgecan cinayetleri” falan olsa neyse de; bu katiyen olmaz!

Hele Ramazan’da...

Çok mu sert geldi? Ama gerçek bu! Geçmişten bugüne savaş çığırtkanlığı yapanlara bakın:

Hangi siyasetçi, hangi fikir insanı, hangi köşeci bizzat cepheye gitmiş? Hangisinin oğlu, damadı, yeğeni veya herhangi bir yakını, savaş ortamında bulunmuş? Hangisi, çocuğunu ‘riskli bölgeye’ yollamış?

Birkaç istisna haricinde, tek bir örneğe rastlayamazsınız bu ülkede!

Tansu Çiller’in başbakan olduğu, Güneydoğu’da en ağır çatışmaların yaşandığı 90’larda oğlu Mert Çiller’in İstanbul Sualtı ve Kurtarma Komutanlığında asteğmen olması ve haftasonlarını Yeniköy’deki yalıda geçirmesi basında çok kez yer almıştı.

Benzer şekilde, eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in oğlu da İzmir Narlıdere’de kısa dönem erlik yaptı, orduevlerine borç taktığı da basında yer aldı. (Milliyet, 24/05/2005)

Bugünün siyasetçilerinin oğulları, akrabaları askerlik yapsa dahi nerede/nasıl yaptığını bile sorgulayamayan bir basın var.

Kobani ve genel anlamında Rojava, Türkiye'deki seçimler üzerinde bu kadar etkili olmuşken, Tel Abyad'ın İD'den alınması ve önceki gün Kobani'de İD'in Kürtlere karşı giriştiği katliamın, Türkiye'nin siyaset gündeminde yansımaması ve yakın geleceği etkilememesi düşünülemez.

Kobani’de önceki gün yaşanan bir katliam. Çoğu çocuk, 150 dolayında insan hayatını kaybetti. Bir o kadarı yaralandı. Katliamın faili kendisine “İslam Devleti” adını takmış olan, bizlerin daha önceki isminin başharfleriyle “IŞİD” ya da eski adının Arapça başharfleriyle “DAİŞ” diye telaffuz etmeye devam ettiğimiz, Selefi-İslamcı güç.

O kendisine “Devlet” diyor. Neredeyse tam bir yıl önce, 29 Haziran’da, “Hilafet” i bir başka deyimle “Devlet” i ilân etti. Ve, IŞİD adının “I” ve “Ş” harflerini sildi. “İD” i kullanıyor.

“Örgüt” demek ya da “terörist örgüt” olarak söz etmek, IŞİD’i ya da İD’i anlatmıyor. Çünkü, bir “örgüt” olmanın çok ötesine geçmiş durumda ve çok ciddi bir olgu.

Ankara’dan dışarı akan bilginin çoğu, bir filin bir tarafını tutan gözü bağlı insanların karşılarında ne olduğunu tarif etmesine benziyor. Her şeyden önce, denklemin en önemli parçası eksik: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ne düşündüğünü, “gerçek oyun planlarını” bilmiyoruz. Ancak, seçim sonrası yaptıkları konuşmaların bir analizini yaparsak, politik bir dönüşüm geçirme, siyaseten farklı bir çizgi benimsemeye yönelik hiçbir yönelimin işaretini görmek mümkün değil. Bu isimlerin pişmanlık ve mecburiyet duygularıyla, AKP’yi ilk kurulduğu zamandaki çizgisine çekmesi bekleniyor. Bu beklenti içinde olanlar da, özellikle son dönemde Erdoğan- Davutoğlu tarafından siyaset üzerindeki gücü azaltılmış politik, medya, düşünce kuruluşu, sivil toplum güçleri. Bu mümkün mü?

Seçimler öncesi, Siyaset Bilimci Emre Erdoğan ile partilerin olası oy oranları ve Meclis’te sahip olacakları “siyasi gücü”, Oyun Teorisi’ni kullanarak hesaplamıştık.

Demirel'in ölüm haberinin geldiği gün ortalıkta bir ölüm haberi daha dolaşıyordu. Pek kimsenin ruhu duymadı.

Altınoluk'ta emlakçılık yapan Kemal Divrikli yoldaki kaplumbağayı ezilmesin diye almak isterken motosikletin çarpması sonucu ağır yaralanmış, kaldırıldığı hastanede 59 yıllık ömrü sona ermişti. (Şefik Dinç, Habertürk)

Kızı, babası yoğun bakımdayken sosyal medya hesabından 'Tosbağa kurtarırken ölünmez' diye bir mesaj atmıştı.

Tosbağa için canını verdi Divrikli. Böyle iyi bir insandı belli ki.

Öyle ki, öldükten sonra bile iyiliği dokundu. Akciğer, karaciğer, böbrek ve korneaları alınarak organ nakli bekleyen 4 hastaya nakledildi, Divrikli onlara can oldu.

*

Divrikli'nin cezaevinde olan oğlu ise babasının cenazesine ancak defin sırasında katılabildi. Zira, cenazenin cemevinde olacağını öğrenen cezaevi yetkilileri 'Cemevi ibadethane değil' diyerek zorluk çıkarmışlardı.

Davutoğlu- Baykal görüşmesinin başında bir diyalog yaşanıyor:

Davutoğlu: Meclis'i yönetirken çok başarılıydınız ve konuşma yaparken ayaktaydınız. Bu hem Meclis'e saygınızı hem zindeliğinizi gösteriyor.

Baykal: Çok dikkatlisiniz. Bir tek siz tespit etmişsiniz. Basın bile fark etmedi.

Görüşmede Baykal, Meclis Başkanlığı seçiminde nezaketen destek istiyor ama Başbakan AK Parti'nin adayı olduğunu, onu destekleyeceklerini söylüyor.

AK Parti'nin Meclis Başkanlığı'na aday gösterdiği Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, bürokrasi ve siyasette deneyimli bir isim. Denizcilik Müsteşarlığı, Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı gibi görevler yaptı, seçim dönemi Ulaştırma Bakanlığı ve nihayet aktif siyasete adım attıktan sonra Milli Savunma Bakanlığı görevini üstlendi.

Bürokratlığından bu yana yakından tanıdığım ve siyaset için bir kazanç olacağını düşündüğüm isimlerden biriydi İsmet Yılmaz.

Önceki yazıda devletin güvenlik algısı açısından PYD ve DAEŞ'in kısa bir karşılaştırmasını yapmıştık. PKK sempatizanlarının, devlet tarafından DAEŞ'ten daha tehlikeli bulunmaya tepki göstermesi sevindirici. Zira 'T.C.'ye karşı salt düşmanca hisler besleyenlerin bu kıyastan ancak memnun olması beklenirdi. Ancak öte yandan, yıllardır T.C.'nin DAEŞ'i kurduğu/ desteklediği propagandasını yayanların da bu kıyastan müteessir olmaya ne kadar hakkı vardır, ayrı bir soru... 

Şimdiye kadarki duruşundan, devletin PYD'yi IŞİD'den daha büyük tehdit olarak görmediği sonucunu çıkarmak mümkün. Zira PYD, IŞİD'den büyük tehditse, neden yıllardır açıktan desteklediğimiz Suriyeli muhalif grupların liderleri, Ankara'da bir üst düzey toplantıda bile ağırlanmamışken Salih Müslim, dün itibariyle dördüncü kez ağırlanmıştır? 

PYD, IŞİD'den büyük tehditse, neden Türkiye, Suriye'ye ilk açıktan silah yardımını Kobane kuşatması sırasında yapmıştır? PYD, IŞİD'den büyük tehditse, neden 1000'den fazla PYD'li bizim hastanelerimizde tedavi edilmiştir?

-Deniz Baykal, tarafsızlık sözü veriyor ya...

-AK Parti adayı, MHP'nin kapısını çalıyor ya...

-CHP adayı, Başbakan'ı ikna etmeye çalışıyor ya...

-Adaylar, HDP'nin de kapısına gitmek zorunda kalıyor ya...

-Her parti, içinden en uzlaşmacı şahsı seçip aday gösteriyor ya...

-Mağrurluk ve küshahlık yerini tevazu ve alttan almaya bırakıyor ya...

-Milletvekillerine başkan olacak şahıs, kendini milletvekillerine beğendirmek zorunda hissediyor ya...

İşte bu yüzden...

Sırf bu yüzden...

7 Haziran'ı pek sevdim.

İktidar çevrelerinde sık sık vurgulanan şöyle bir görüş var: “Dış Güçler Türkiye’nin etkin olmasından, büyümesinden, güçlenmesinden rahatsız. Son yıllarda Türkiye büyüyor, süper güç oluyor, bunun önünü kesmek için her yolu deniyorlar.”

Bu kimselere göre dış güçlerin tek derdi Türkiye: “Gece, gündüz, yemeyip içmeyip, her geçen gün büyüyen, onların çıkarlarını tehdit eden bu ülkenin önünü nasıl kesecekleri üzerine kafa yoruyorlar.” Hatta ülkemizde çıkan iç karışıklıkların ardında da bu dış güçler var.

Sanatta yoksun… Edebiyatta kayda değer bir varlık gösteremiyorsun. Sinemada dünya standardında ele avuca gelir bir başarın yok.

Sanayide yoksun… Bilimde zaten esamin okunmuyor. Üstelik o taraklarda bezin de yok.

Tarım desen can çekişiyor… Buğday yetiştirmeyi bile başaramadın. İthal ediyorsun. Yediğin gıdaların büyük bir kısmını ithal ediyorsun. Tohumları dışarıdan alıyorsun. Tohum yapmayı bile başaramıyorsun.

Popüler İçerikler

10 Kasım 1938’de Hayatını Kaybeden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Son Sözü "Aleykümesselam" Oldu
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!