Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

19 Ocak 2014'te patlak veren rezalette Erdoğan Rejimi önce 'İnsani malzemedir' dedi, sonra silahlar ortaya dökülünce kazı/gazı çevirdi: 'Bayır-Bucak Türkmenlerine gönderiyorduk'. Basit bir harita okuması bile bu açıklamanın doğru olmadığını kanıtlamaya yeter.

Yenilen horoz güreşe doymazmış. Erdoğan sanıyor ki erken seçim olursa yine eski padişahlık günlerine kavuşacak. O sanmaya devam ededursun, biz o günlere dönelim ve bütün, takımı önümüzdeki dönemde Yargı önüne çekecek en baba konulardan biri (yani MİT tırlarıyla İslamcı terör örgütlerine silah yollanması) hakkında yeni şeyler konuşalım

Bu arada da tekrar görmüş olalım ki AKP’yle, pardon, Erdoğan’la niye koalisyon filan yapılamaz.

Önce, işin “coğrafya”sıyla ilgili net bilgiler vereyim ki bu silahların niye “Bayır-Bucak Türkmenleri”ne değil, İslamcı teröristlere gittiğinin somut delilleri elimizde bulunsun.

Telefonum çaldı, '9.Cumhurbaşkanı arıyor' dediler. Süleyman Demirel; 16 Temmuz 2012 tarihinde annemi kaybettiğimde, aramıştı. 'Başınız sağolsun, yazınızı okuyunca çok hislendim. Anneniz, dirençli bir Anadolu kadını. Türkiye'nin harcında onların çok rolü var' dedi. Teşekkür ettim. 

12 Eylül 1980 darbesinin ardından, 'Ankara Merkez Komutanlığı Tutukevi'nde kalıyorduk. Annem, bir defa beni ziyarete geldiğinde; o sırada cezaevinde kalan Bülent Ecevit'i pencereden selamlamış ve halini hatırını sormuştu. Ecevit de, 'İyiyim yalnız son olaylar nedeniyle mide ülserim azdı' karşılığını vermişti. Annem Ecevit'e üzülmüş, söyleniyordu: 'O şişman yüzünden adamcağız sinir hastası oldu.' Süleyman Demirel'e kızgınlığını böyle ifade ediyordu.

Annem nereden bilebilirdi ki; uzun yıllar kendisiyle siyasi mücadele ettiğimiz, polislerinden dayak yediğimiz, 'Türkiye'nin başındaki en büyük  dert' diye gördüğümüz, Denizlerin idamında iki elini birden kaldırıp idama ortak olan Süleyman Demirel,  oğlunu arayıp, annesini kaybettiği için başsağlığı dileyecek…

Kâbus bitti, uykusuz geceler başladı. Belli ki kimse seçimin ertesi gününü pek düşünmemiş. Cumhurbaşkanı, kampanyasını üstlendiği iktidar partisinin oylarında düşme olacağını fark etmiş, ama çareyi daha fazla tarafsızlık, daha fazla düşmanlaştırma, daha fazla gerilimde görmüş. Siyasetten anladığı, esip savurmak olduğu için, başka türlüsüne kendini hazırlamamış, en fazla bir seçim daha yaparız diye düşünmüş. İktidar partisi genel başkanı Başbakan, “ben de bağırayım sahneden düşmeyeyim” telaşına düşmüş. Muhalefet partileri, “iktidarı zayıflatalım, gerisine bakarız” demiş ve belli ki iktidarı düşüreceklerine pek de güvenmemiş. En tuhafı, muhalif entelektüeller, kanaat önderleri, yazarı, çizeri de daha ötesini düşünmemiş. Mevcut şaşkınlığın nedeni bu! 

Biliyorum, kimsenin işi kolay değil. Önümüzde şahane çözüm imkânları yok. Ama seçmenler demokrasi için ciddi bir alan açtı, tüm siyasi aktörler bu imkânı en iyi şekilde değerlendirmek zorunda.

1956 yılında Gelibolu’da doğdu. 1979 yılında Fransa, Grenoble Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1982 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. 1985 yılında aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı. 1981-1999 yılları arasın...devamı

Davutoğlu'nun arzusunun önce ve mutlaka koalisyonu denemek olduğu söyleniyor. Başbakan'la ilgili benim de gözlemim aynı istikamette.

Siyasi istikrar açısından ve Türkiye'de uzlaşma kültürü eksikliği dikkate alınırsa, tek parti iktidarının tercih edilecek bir model olduğuna şüphe yok. Ancak yapılacak yeni bir seçimin böyle bir tabloyu ortaya çıkaracağı garanti değil. Ayrıca çıkarsa bile, bu seçmenin işaret ettiği, fiilen her düzeyde hissedilen aksaklıkların giderilmesi yerine, yeni tek parti çoğunluğu üzerinin örtülmesi sonucunu da verebilir.

9. Cumhur-başkanı Süleyman Demirel, Türk siyasi tarihinin 35 yılına damgasını vurmuş bir devlet adamı. Vefatı üzerine doğal olarak neredeyse tüm televizyon kanallarında gün boyunca Demirel’li anıları dinledik; zaman tünelinden geçmişe kimisi tatlı, kimisi acı yolculuklar yaptık.

Dostları, siyasetçiler ve gazeteciler Demirel’i anlatırken ısrarla “hiçbir gazeteciyi mahkemeye vermemiştir” diyorlardı...

Değerli meslektaşlarım Şükrü Küçükşahin, Murat Yetkin, Demirel’in can dostu Hüsamettin Cindoruk, yargılandığım duruşmaya birlikte gittiğimiz o dönemki Genel Yayın Yönetmenim Yalçın Doğan, Demirel’e ödemek zorunda kaldığım 10 milyar liralık tazminatı karşılayan Milliyet’in o dönemdeki patronu Aydın Doğan. Son yıllarda yaşananların boyutları, geçmişi unutturmuş herhalde.

Tarihe not düşmek

Saatler ilerledikçe kanalların sunucuları da bu değerlendirmelerin ışığında “Demirel hiçbir gazeteciyi mahkemeye vermemiştir” cümlesini tekrarlamaya başlayınca dayanamayıp CNN Türk’e bağlandım.

Bugün de tarihe not düşmek adına bu satırları yazıyorum; özellikle de o günleri hatırlayacak yaşta olmayan gençler gerçeği bilsinler diye...

Tarım Bakanı Mehdi Eker, havuz gazetesine bir demeç verdi. Diyarbakır'da HDP mitinginde patlayan bombanın HDP oylarının artmasında önemli bir rolünün olduğunu, oyları 'en az bir puan' etkilediğini söylüyor.

Bununla da yetinmiyor, bombanın HDP'yi mağdur konumuna düşürmek için konulduğunu söylüyor.

Açıkçası, bombanın ardında HDP'ye yarar sağlama isteğinin bulunduğunu ima ediyor!

Diyarbakır'daki bombayı koyan teröristin IŞİD militanı O.G. olduğunu 

artık biliyoruz.

29 Eylül 2013 tarihinde Radikal muhabiri İdris Emen, Adıyaman'dan IŞİD'e katılan cihatçılar ile ilgili bir haber yaptı. Orada isimleriyle dört gençten söz ediliyordu.

Ben de 2 Ekim 2013 günü yazımda bu haberden söz etmiş, Emniyet'in ne gibi önlemler aldığını sormuştum.

IŞİD militanı Washington Post’a demeç verdi, “Savaşın başında bize katılan savaşçıların çoğunluğu, malzeme ve teçhizatlarımız hep Türkiye üzerinden geldi” dedi...

Kimse çıkıp yok böyle bir şey demedi...

 * * *

New York Times, IŞİD Türkiye’ye sattığı petrolden muazzam gelir elde ediyor diye yazdı...

Bu büyük iddia gargaraya geldi...

 * * *

Newsweek dergisi, Türkiye cihatçı otobanına döndü, bütün cihatçılar Türkiye’den geçiyor diyerek kapak yaptı...

Mır mır mır söylenmeler dışında bir cevap duymadık.

* * *

Der Spiegel, Türk hükümeti IŞİD’e açıkça destek veriyor dedi, sayfa sayfa iddialarda bulundu; uçuş numarası vererek, şu uçak Hatay’a indi ve IŞİD’çiler ellerini kollarını sallayarak bir araca atlayıp gittiler diye yazdı...

Süleyman Demirel siyasal pragmatizmi kendisine şiar edinmişti. Kendisinden sonra gelişen ve Türkiye’ye 1990 sonrasında damgasını vuran sağ hareket, önemli ölçüde onun yarattığı Anadolu hareketinin bir sonucuydu.

Süleyman Demirel yüz yıla yaklaşan ömrünün 70 yılını siyaset ve devlet işleriyle meşgul olarak geçirdi. 30 yaşında zamanının en prestijli memuriyetlerinden biri olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne getirilmişti. Çok parlak bir bürokrat olduğu, bugün ondan dolaylı olarak bahseden ve ‘iç bilgileri’ açıklayan hatırlarda dahi somutlaşmıştır. O başarının ardından bu defa Başbakan oldu. 1965 yılının Türkiye’sinde Demirel’in o kadar genç ve siyasette o derecede tanınmayan birisi olarak Başbakanlığa gelmesi elbette ilginçti. Bugün de ilginçtir. O andan itibaren ne derecede başarılı olacağı bekleniyordu.

Oysa Demirel ilk siyasal başarısını henüz Başbakan değilken, milletvekili olmadığı için Meclis oturumlarına bile katılamadığı AP Genel Başkanlığı döneminde kazanmıştı. Genç Demirel yılların kurt ve dev politikacısı, sonradan bana ‘nasıl çekinmezsin kardeşim’ diye bahsettiği İsmet İnönü kabinesini bir sağ koalisyon kurarak devirmişti. Bu, birçok nedenden ötürü hayli güç bir adımdı ve Demirel başarmıştı.

Suriye konusunda ahkâm kesen pek çok gazetecimiz var. Ama birçoğu bırakın orada yaşamayı Suriye’ye adım dahi atmamış.

Hediye Levent bir istisna. Levent beş yıldır süren savaş koşullarına inat 2008 yılında geldiği Şam’da yaşamını sürdürüyor.

Bu cesaretli genç kadını kendisi haber olunca daha yakından tanıma fırsatım oldu. 2011 yılının ekim ayında muhabirliğini yürüttüğü Anadolu Ajansı tarafından işinden atıldığı zaman.

Sebebi çok tanıdık. Levent, Erdoğan iktidarının hoşuna gitmeyen haberler, yani doğruları yazdığı için işinden uzaklaştırılmıştı. Daha ilk günden itibaren direnişçilerin arasında cihatçıların olduğunu yazdığı için. “Aleviler tabuta, Hıristiyanlar Beyrut’a” tarzında sloganlar atıldığını aktardığı için. Bardağı taşıran son damla ise Türkiye- Suudi Arabistan- Katar destekli “Fetih Ordusu’nun” yakın zamanda ele geçirdiği İdlib’in Cisr eş-Şuğur kasabasıyla ilgili bir haberdi.

Eğitimde cinsiyetçilik konusunda birçok çalışma ve rapor hazırlayan Eğitim Sen Kadın Meclisi, son dört aydır sürdürmekte olduğu bir anket çalışmasının bulgularını birkaç gün önce kamuoyu ile paylaştı. “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Temelli Şiddet Araştırması” konulu anket çalışması, Eğitim Sen üyesi olan ve olmayan 869 eğitim ve bilim emekçisinin katılımıyla gerçekleştirilmiş. 

Önemli bir bölümü öğretmen ve öğretim elemanı olan katılımcıların aylık kazanç durumları, çalışmanın doğrudan konusu olmamakla beraber, eğitim emekçilerinin ücret ve geçim koşullarını hatırlatması bakımından da önemli. Katılımcıların yüzde 16.6’sının yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi vermekte olduğunun altı çizilmiş.   

Çalışmanın en önemli bulgularından biri erkek şiddetine uğradığını söyleyen kadınların esasen çoklu şiddete maruz kaldığı. Buna göre fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen kadınların yüzde 84’ü aynı zamanda psikolojik şiddete de maruz kaldığını söylüyor. Benzer şekilde, cinsel tacize uğradığını beyan eden kadınların da neredeyse tümünün aynı zamanda psikolojik şiddet mağduru da olduğu sonucuna ulaşılmış.

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı