Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

EY Şems Ethem!

Sen bırak başkalarının canlı yayınlarda açık ve şeffaf ihalelerle satın aldıklarını da...

Kendi aldıklarının bir hesabını ver bakalım.

Ey Şems Ethem!

Söyle bakalım...

-Star gazetesini kimden ve kaça satın aldın?

-Akşam ve Güneş nasıl senin oldu?

-Üç tane televizyon kanalının üstüne nasıl kondun?

-Bu yayın organları için ödediğin ücret nedir?

-Ödemeyi nereye yaptın?

-Yoksa ödeme yapmadın da 'yaz tahtaya, al haftaya' mı yaptın?

-BMC'yi hangi ihaleyle satın aldın?

-Kaç para verdin BMC'ye?

-Devlete satış garantisi olmasa BMC'yi alır mıydın?

-Son 10 yıl içinde servetini nereden nereye getirdin?

Hadi cevap ver.

Ahmet Davutoğlu, seçim sonrası değerlendirmesinde, seçmenin mesajını aldığına dair bazı açıklamalarda bulundu. Bunların arasında “kibir” de vardı. Buna ilave olarak “pişkinlik” meselesini de koyabiliriz. Bir örnek vermek gerekirse, Sabah Gazetesi’nin AHaber hakkında yazdıkları… Yüksek Seçim Kurulu, AHaber’e, seçim dönemindeki yayınları dolayısıyla uyarı cezası vermiş. Sabah Gazetesi bunu okurlarına şu şekilde duyuruyor: “Özgür medyaya darbe.”

Havuz medyasına “özgür” demek, tam bir pişkinlik değil mi? Bu tavır aynı yolsuzluk iddialarını “darbe” diye sunmalarına benziyor. Halkı enayi yerine koyma çabaları sürüyor. Sanki hiç kimse “Alo Fatih” uyarılarının farkında değil… Sanki hiç kimse, müteahhitlerden haraç keserek “havuz medyası” oluşturulduğunu bilmiyor…

Kamuoyunda çeyrek asırdır devam eden yanlış bir algı var. Ya da Kürt meselesiyle alakalı olarak seçimler dahil yaşadığımız çok sayıda siyasi tecrübeye rağmen, doğrulanmayan bir kamuoyu algısı diyelim.

Özetle şöyle işliyor: Kürt siyasetinde silahlı kanatla sivil kanat arasında bir çatışma yaşanıyor, sivil kanat demokratik siyaset zemininin güçlenmesini isterken, silahlı kanat bu zeminin zayıf kalmasını arzu ediyor. O halde Türkiye, demokratik sivil alanı genişlettikçe silahlı mücadele alanı daralacak ve dağ kadrosu siyasette belirleyici olmaktan çıkacak.

Bu görüşü ifade eden sloganlar bile vardı vaktiyle: Dağdan inip Düz ovada siyaset yapmak..

Ama bu bir türlü mümkün olamadı. Dağın ovaya üstünlüğü, her koşulda azalacağına arttı.

HDP Türkiye partisi olma iddiasında ama Türkiye o bölgede olanlarla ilgilenmiyor. Zaten mahkemeler her olayda olduğu gibi tartışmalı her konuya yayın yasağı getiriyor.

HDP mitinginde patlayan bombayı 20 yaşında IŞİD’li bir gencin koyduğu ve yakalandığı yazıldı ve olay kapatıldı. Ardından Hüda-Par’a yakın bir dernek başkanı suikaste uğradı, ardından çıkan olaylarda 3 HDP’li katledildi, üstelik içlerinden biri gece evi basılarak öldürüldü.

Sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim değerlendirmesi yapmak için kameraların önüne çıktı ve sınırımızdaki gelişmeler için şu açıklamayı yaptı:

“İşte buyurun, bakın sınırımızda Tel Abyad’da, Arapları ve Türkmenleri uçaklarla vuran Batı, ne yazık ki onların yerine terör örgütü PYD ve PKK’yı yerleştiriyor. Buna biz nasıl olumlu bakabiliriz? Bu Batı’ya biz nasıl samimi olarak bakabiliriz.”

Evet, erken seçim değil koalisyon!

Ama nasıl?..

Hangi partiler arasında?..

Ve hangi koşullarla?..

Gönüllerde genellikle erken seçim değil, koalisyon yatıyor.

Ben de böyle düşünüyorum.

Türkiye’de istikrar açısından AKP-CHP arasında bir büyük koalisyon daha akla yatkın gözüküyor.

Ama gözardı edilmesin lütfen.

İstikrar kendi başına sihirli bir sözcük değil.

Sorulması lazım:

Nasıl bir istikrar?

Seçimler genelde haklı olarak AKP’nin potansiyelini değerlendirememesi olarak okunuyor. ‘Yeni Türkiye’ söylemine karşın iktidar partisi bizzat kendi desteği ile büyüyüp serpilen ‘yeni Türkiye’ sosyolojisine uzak kaldı. Bu kavramı kendinden hareketle üretti ve seçmenin de bu kızıl elmanın peşinden geleceğini umdu. Oysa Yeni Türkiye toplumsal zeminde bir süredir oluşmakta ve son derece katmanlı ve melez bir beşeri yapı üretmekte. İşin ilginci bu yeni tipolojinin büyük çoğunluğu ‘doğal olarak’ AKP seçmeni.

AKP iktidarda kalacak, ama yanına destekçi kim olacak tartışmasındayız. AKP her durumda iktidarı bırakmayacak; gerekirse diğer partileri “ iktidar olmak istemiyorlar ey halkım, ileri sürdükleri şartlar kabul edilemez, bunların cezasını ver, elimizde erken seçime gitmekten başka seçenek kalmadı. .” noktasına getirmeyi ana strateji olarak güdecek gibi..

AKP’nin 3 koalisyon ve bir de azınlık hükümeti kurma seçeneği var.

MHP ile.. CHP ile ve HDP ile..

Bir problemi çözmek için tüm verileri değerlendirmezseniz, o problem çok basit görünse de çözümsüz olur... Arkadaşım Avukat Ahmed Pekin'le 'Koalisyon nasıl kurulabilir'problemi üzerinde konuşurken, o bu problemin çözülebilmesi için en gerekli öğenin görmezden gelindiğini söyledi,

  • Şu anda koalisyonda bulunabilecek siyasi partilerin güçleri aldıkları oy oranına göre belirleniyor. Bu açıdan baktığınızda halkın en fazla oy vererek siyasete koyduğu ağırlığın sahibi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan değil mi? AK Parti'nin yüzde 41, CHP'nin yüzde 25 oyu var. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ise arkasında yüzde 52 oy yok mu, dedi...

Üçlü koalisyon...

Bazen heyecandan bir kısmımızın kafası karışıyor.

Müsaadenizle şunu kabaca söyleyeyim:

1. Türkiye’de faşizm olmadı…

2. Türkiye’de devrim olmadı.

Bu biraz şu demek:

Son seçimler “sınıfsal” bir şey değil, “tek adam”a dair ve ona karşı bir şeydi.

AKP’ye sahip çıkan yüzde 41 için de öyle…

AKP’den kopanlar için de öyle.

Karşısında konuşlanmış partiler için de öyle.

Bunların içinde “en farklı” sözlere sahip HDP bile, nihayetinde barajı aşmaya kilitlendi ve cari kuvvet kaynağı “Seni başkan yaptırmayacağız” oldu.

Bu “kısa program” başarı kazandı seçimde.

Yoksa Türkiye’de sınıf ilişkilerini altüst edecek bir şey değil.

Çevik Bir'in Genelkurmay'a -aslında Başbakanlık'a- sorduğu “BÇG ve paralelle mücadele arasında ne fark var” sorusu ile Hayrettin Karaman Hoca'nın “ırgatlar iktidarı yıktı” fetvası arasında sıkı bir bağlantı var.

Batı Çalışma Grubu, iktidarın “ırgatlar” tarafından ele geçirilmesini engellemek adına “irtica ile mücadele” için kurulmuştu, bir işe yaramadı. 7 Haziran öncesinin “paralelle mücadele safsatası” ise içinden çıktığı mağara kovuğu ile arasına sed oluşturmaya çalışanların marifetiydi. “Irgatlar”, yani iktidar nimetlerinin uzağındakiler dün “mürteci”, bugün ise “paralelci” oldu. Yine de Çevik Bir ile Karaman arasında önemli bir fark var. Bir, mantıklı ve somut bir soru soruyor; Karaman ise zaptedemediği bir öfkeyi ve kibri dile getiriyor. Sevinç, öfke, mutluluk, hayal kırıklığı gibi duygular gelip-geçici olabilir. Kalıcı olanlar akıl ve mantığa hitap edenler, yani hafızamızda iz bırakanlar olacak. Çevik Bir'in “paralel” ve “irtica” arasında kurduğu benzerlik mantıklı, somut ve hafıza tazeleyici değil mi?

Popüler İçerikler

Şeriat Karşıtı Paylaşımı Nedeniyle Hakkında Dava Açılan Feyza Altun'un Cezası Belli Oldu!
Fenerbahçe Kadın Voleybol'un Genç Yıldızı Duru Türknas'ı Yakından Tanıyalım!
5 Yaşındaki Çocuk Şüpheli Şekilde Hayatını Kaybetti: Son Sözü "Anne Beni Bir Şey Isırdı" Oldu