Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Ne Davutoğlu CHP, ne Kılıçdaroğlu AKP ile koalisyon yapmak istiyor. Ama koşullar bunu zorlayabilir. Baykal Meclis Başkanlığı'na aday olursa, bu bir işaret sayılabilir.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın en önemli özelliği asla ne yapacağının kestirilememesi olmaya başladı.

Kimin aklına gelirdi daha bir gün önce Beştepe’den “hemen erken seçim” rüzgârları esiyorken akşamında hem de beklenmedik yerden, Deniz Baykal üzerinden bir uzlaşma hamlesi yapacağını?

Hem de Başbakan Davutoğlu’nun 9 Haziran akşamüzeri istifasını sunmasından sonraki saatlerde bu işe kolları sıvamasını?

Gerçi Erdoğan ile Baykal’ın eskiye dayanan bir işbirliği geçmişi var.

Erdoğan AK Parti 2002 seçimini kazanmış halde siyaset yasağı nedeniyle başbakan olamıyorken Anayasa değişikliği hamlesiyle önünü açan, siyasetin akışını değiştiren de Baykal olmuştu.

Ülkemizde 15-29 yaşları arasındaki kadınların yüzde 52'si ne okula gidiyor ne de çalışmalarına izin veriliyor.

Gelişmiş ülkeler arasında bu yaş grubu kadınların eğitimde en az süre geçirdiği ülke Türkiye. Kadınların 3'te biri 19 yaşına gelmeden evlendiriliyor. Erken yaşta evlenenlerin yarısı şiddete maruz kalıyor. Ve her yıl 90 bin kız çocuğu anne oluyor. 

Feci bir tablo.

Daha beteri de var. Kadın cinayetleri malumunuz.

Sadece 2014'te en az 281 kadın öldürüldü. Bunların yüzde 45'inin katili eşleri, yüzde 16'sının erkek arkadaşları, yüzde 16'sının erkek akrabaları, yüzde 9,9'unun sevgilileri. 

Genç kadınlar, yaşadıkları kentte ve üniversite kampüslerinde de sıklıkla taciz ve tecavüz vakalarına maruz kalıyor. 2014 verilerine göre, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik cinsel tacizin yüzde 13'ü okul ve dershanelerde gerçekleşti. Bu tacizlerin failleri öğretim görevlileri, erkek öğrenciler veya dışarıdan erkekler. 

Toplum Gönüllüleri (TOG), tacizden şiddete, baskıdan ayrımcılığa, eğitim haklarının ellerinden alınmasına kadar genç kadınların özellikle son yıllarda artış gösteren problemlerine dikkat çekmek, genç kadınların toplumsal hayatın her alanında eşit ve özgür bireyler olabilmelerini sağlamak için Türkiye'nin ilk genç kadın fonunu kurdu.

7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra AKP, azınlık hükümeti kurmak ya da koalisyon ortağı olmak yoluyla kendisini kati surette iktidarda kalmaya mahkum hissediyor...

Ebediyen muktedir olunacağı zannının tatlılığı, 7 Haziran sonrasında iktidarda kalma mahkumiyetinin acılığına dönüşmüşse, bunun nedeni demokrasinin yüce erdemi “hesap verebilirlik”ten çok öncesinde uzaklaşılmış olmasıdır.

Bu durumdaki bir iktidarın, uzadıkça uzamaktan başka ne çaresi kalmış olabilir?

Dolayısıyla AKP ve Erdoğan iktidara tutunma yollarını şu parametreler içinde arayacaklardır:

Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP dramatik bir güç kaybına uğramışlardır. 7 Haziran dengeleri içindeki hiçbir çözüm kaybettikleri gücü geri getiremez. Artık her istediklerini yapamayacaklar, bütün süreçleri kontrol edemeyecekler.

İkincisi, Türkiye’de bir erken seçim kaçınılmazdır. AKP’yi içeren herhangi bir hükümetin ömrünü kısaltacak olan sabit neden, ortaklarından önce AKP’nin bizzat kendisidir. Bu partinin uzlaşma ve müzakere kültürü yok.

Ankara'da siyaset hareketli.

Sürpriz görüşmeler yapılıyor. Aracılar vasıtasıyla partiler birbirlerinin nabzını tutuyor. Hatta bir adım daha ileri gideyim, ”CHP kaç bakanlık ister”, “MHP hangi bakanlıkları talep ediyor” gibi çalışmalar yapılıyor.

MHP'nin Dışişleri, Milli Eğitim ve Adalet Bakanlıkları üzerinde durduğu söyleniyor. CHP'nin bakanlık talepleri konusunda henüz dışarıya sızan bir bilgi yok. Siyasetin saati erken seçime değil muhtemel koalisyon hükümetlerine göre işliyor. 7 Haziran seçimlerinde kıran kırana bir yarış yaşanmış, liderler birbirlerine çok ağır suçlamalarda bulunmuşlardı. Ancak 7 Haziran'da sandıktan çıkan sonuçlar siyasetin üslubunu da etkiledi. Liderler üsluplarını yumuşattılar.

Koalisyon konusunda güçlü bir istek var. Liderler, kırmızı çizgiler üzerinden konuşmuyor.

Seçim öncesi ‘Seçim kazanılırsa Türkiye kurtulur mu?’ başlıklı yazımda şöyle demiştim: “HDP’nin barajı aşması, ülkenin tek adam rejimine gittiğini ve bunun da felaket olacağını düşünenlere kısa bir zaman kazandırır. Ama bir nefeslik zaman o. Bu arada muhalefet partilerinin kendilerine çekidüzen vermesi gerek.”

Şimdi o nefes boşa harcanıyor. Çünkü muhalefet liderlerinin seçim sonrası yaptığı açıklamalara bakılırsa durum vahim. Neden mi? Anlatayım.

Meselenin ciddiyetinin farkında değiller

Muhalefet partileri, ne yazık ki meselenin ciddiyetinin farkında değil. Veyahut farkındalar ama ülkeyi değil, parti çıkarını düşünüyorlar. Bundan dolayı risk almıyorlar. Gidişatı değiştirecek bir stratejileri yok. Bir araya gelemiyorlar. Hepsi kendi taban baskılarına teslim olmuş.

Türkiye, tarihinin en kritik seçimlerinden birini gerçekleştirdi. Seçim sonuçlarını ülkenin tam da uçurumun kenarından döndüğü bir viraj olarak görebiliriz.

AKP politikalarının en ağır bilançosu kuşkusuz ülkenin işçilerine, emekçilerine kesildi. AB ölçütleriyle 2012’de yapılan araştırma nüfusun %50’sinin maddi yoksunluk içinde olduğuna dikkat çekerken, 2015 seçimlerine de kuşkusuz itiraz ve taleplerin ortak keseni olarak geçim meselesi ve yarattığı geleceksizlik kaygısıyla girdik.

Neoliberal tahakkümü, devleti aile holdingi gibi tekelleştirerek, toplumsal alanı İslami dogmalar üzerinden kuşatarak, en ileri sömürü düzeyinde inşa eden AKP, ne var ki bu seçimlerde oylarının 5’te 1’ini kaybederek halkın “iradesini” görmüş oldu.

Altı çizilmesi gereken bir faktör de, kapitalist küresel hiyerarşide Türkiye’nin “nasıl yönetilmesi gerektiğine” dair tasarımın netleşmesine dairdir.

Fehmi Koru’nun dün Habertürk gazetesinde “AKP seçmeninin yazdığı reçete” başlığıyla çıkan yazısından söz ediyorum. Yazıyı okuyunca eminim siz de benim gibi “AKP seçmeninin yazdığı mı, yoksa Fehmi Koru’nun reçetesi mi?” sorusunu sormadan edemeyeceksiniz. 

En iyisi Koru’nun “Reçete”sini okuyalım öncelikle:

“Denklem dışı kalmak istemiyorsa, AK Parti’nin, kendini ortaklığa hazır hale getirmesi gerekiyor.

Kendiliğinden... Kimsenin zorlaması olmaksızın...

Potansiyel koalisyon ortağı olarak “uygun” sayılmayışı ve diğer partilerin onu dışarıda bırakma arzusu, AK Parti’nin kendini “başkanlık sistemi” konusuna gereğinden fazla bağlaması yüzünden; öyle görünüyor. Bunun simgesi de “saray”galiba...

Milletvekilliği saygın bir meslek; dokunulmazlık ve ayrıcalıkları cabası.

Yoğun trafikte emniyet şeridini kullanmak, kırmızı-diplomatik pasaportla VIP salonlarından seyahat etmek gibi. Bu yüzden olsa gerek milletvekilleri yakalarına TBMM rozetini hep takarlar, görünmesi için sol omuzlarını da biraz öne çıkartarak dolaşırlar. Bir rivayete göre -hanımlar dahil- hep takım elbiseyle dolaşmalarının sebebi bu rozeti takacak bir yakanın olması içinmiş. Sözü HDP'li vekillere getiriyorum. Türk bayrağının yer aldığı bu rozet yakın zamanda Kandil'de çok sık görülecek. HDP'nin parlak seçim zaferinin Kürt siyasetine yüklediği sorumluluktan bahsediyorum. HDP artık Türkiye siyasetinin vazgeçilmez bir parçası.

7 Haziran seçimlerinden çıkan siyasal tablo, dışarıdan destekli bir azınlık hükümeti, koalisyon ve hızla erken seçim seçeneklerini önümüze getirdi. Bunun yanında üç - dört yıldan beri giderek etkisi artmaya başlayan bir etmeni aleni kıldı. Bu etmen, kendini uzun yıllar güven ve istikrarın çıpası olarak tanımlayan Tayyip Erdoğan’ın, ülkedeki en büyük istikrar ve güven bozucu unsur haline gelmiş olmasıdır. Son genel seçimde seçmen topluluğunun çoğunluğunun Tayyip Erdoğan’a “yeter artık, otur oturduğun yerde!” mesajını vermesi bu duruma tepkidir. Erdoğan partisi haline dönmüş olan AKP’ye de verilen benzer bir mesajdır bu. 

Bu tespit bir doğruluk payı içeriyorsa, o zaman içinde bulunduğumuz siyasal belirsizlik ortamından güven, istikrar ve huzur yönünde çıkışın gerekli ilk koşulu kendiliğinden ortaya çıkar: AKP’nin hızla Erdoğan partisi olmaktan çıkması, kuruluş ayarlarına dönmesi.

Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba, 98 gün oldu bu köşeyi boş bırakalı; öncesinde Metris, sonrasında Silivri’de bir hücrede tek başıma günlerimi geçiriyorum. Seçime kadar konuşmak niyetinde değildim. 98 gündür tutukluyum. Sesiz kalmaktı amacım. Ancak, önce Sedat ERGİN hakkında yapılan tutuklama istemli suç duyurusu, ardından MİT TIR’ları ile ilgili Can DÜNDAR hakkında açılan soruşturma sessizliğimi bozmama neden oldu.

Öncelikle her iki meslektaşıma da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Hücrede de olsam kendileri ile beraber olduğumu belirteyim. Cumhuriyet Gazetesi ve Can Dündar tartışmalarını izlerken Taraf ’ta yaşadıklarım gözümün önüne geldi. Ne kadar da çok benzeşiyordu Dündar’la, yaşadıklarımız ve hakkımızdaki soruşturmalar…

Balyoz Darbe Planı ’nı ortaya çıkardığım için “ Devletin gizli belgelerini temin etme, yayınlama ” gibi nedenlerle tutuklandım.

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu