Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türkiye'de yoldan geçen birine sorsanız herhalde size hayırseverlikte nasıl tavan yaptığımızı anlatır. Pek yardımseverizdir bize sorarsanız. Eğer aklınızdaki devlet kesesinden harcanan paralarsa belki haklısınız. Ama konu bireysel hayırseverlik faaliyetleri ise ben size hemen söyleyeyim, bu konuda hazırlanan küresel listenin en sonunda yer alıyoruz.

Forbes Dergisi dolar milyarderleri listesi yayımlıyor. En son geçen yıl milyarder sayısını ikiye katladık. Artık 32 tane dolar milyarderimiz var. Milyarderler sıralamasında Türkiye artık 13’üncü sıraya yerleşti. Ama aynı Türkiye, Dünya Yardımseverlik listesinde ancak 128’inci sırada yer alabiliyor. Zenginse zenginimiz var mebzul miktarda. Peki, ama biz hayır yapmayı sevmiyor muyuz? İşte ben bu Dünya Yardımseverlik Endeksi (World Giving Index)’ne bu duygu ve düşünceler içinde bakmaya başladım geçen gün ve bakın neleri fark ettim.

Devran döndüğünde ilk yargı önüne çıkan “gizli tanıklık” müessesesi oldu. Şimdi de bir gizli tanığın yargılanması başlıyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın üç yıl önce işleme koyduğu şikâyetlerle ilgili soruşturmada ilk sanık: Gizli tanık “Mart”.

Mart, zamanın İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki Ergenekon davasının 1 Kasım 2012’deki duruşmasında “Ergenekon’un medya ayağını biliyorum” demiş, birilerinin aleyhine ifade vermişti. İfadesinde suçladığı kişiler ise karşılığında “yalan beyan, hakaret, iftira”dan suç duyurusu yaptı. Başlayan soruşturma belli ki olgunlaşmış, dönem bu dönem, diyen savcı dava açmaya karar vermiş. Ergenekon davasının yeni mahkemesi İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurup gizli tanığın kimlik bilgilerini istemiş. Vatan gazetesinin haberine göre, mahkeme de talebi inceleyerek gizli tanık Mart’ın koruma kararının kaldırılmasına, hakkında kamu davası açılmasına karar verdi. Tanık koruma programı savcılığa kimlik bilgilerini verdikten sonra, Mart ifadeye çağrılacak. Bu kez sanık olarak.

AK Parti, kararsızların ibresini tekrar sandığa çevirecek bir rüzgâr arıyor.

Kafası karışan seçmeni yeniden AK Parti'ye ikna edecek bir rüzgâr. Rüzgârı terse çevirecek son kozları şu: Davutoğlu'yla devam mı, tamam mı?

Hamleyi Karabük mitinginde yaptı Davutoğlu. Şöyle dedi: 'Meydan okudum, Kılıçdaroğlu'na, Bahçeli'ye, Demirtaş'a dedim ki, 'Eğer millet bize tekrar iktidar şansı vermezse biz affımızı ister başka arkadaşlara tevdi ederiz. Siz ne yapacaksınız? Hemen çark ettiler... Demirtaş daha vahim bir şey söyledi, 'Sorumluluk bende olursa ayrılırım' dedi. Yahu bir genel başkan 'sorumluluk bende olursa' der mi? İşte ben genel başkanım. AK Parti'nin şu anki lideriyim. Başarının da başarısızlığın da sorumluluğu bana aittir. Lider olmak budur.'

Davutoğlu, böylece liderliğini masaya sürmüş, şahsi yeterliliğini halkın tasvibine sunmuş oldu. Sandıktan çıkacak sonucu, doğrudan kendisine verilmiş bir not olarak da okuyacak. 'Bırak' ya da 'Bırakma'; 'Kaldın' ya da 'Geçtin' notu...

MHP Lideri Devlet Bahçeli, Yozgat ve Sivas’ta miting yaptı.

Genellikle karayolunu kullanan Bahçeli şehre girerken araç konvoyu yapılmasını yasaklamış. Gerçek katılımı görmek için mitinglere insan taşınmasına izin vermediği söyleniyor. Mitingsonrası teşkilatla buluşuyor, isteyen herkesle resim çektiriyor. En çok kadınlar ve gençler ilgi gösteriyor.

Ben mitinglerin Yozgat ayağını izledim ve bazı meslektaşlarımla birlikte kendisiyle sohbet etme imkânı buldum. Daha önce CHP Lideri Kılıçdaroğlu, HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş ve SP Lideri Kamalak ile miting öncesi veya sonrasında periscope uygulamasıyla canlı yayın yapmıştım. Bahçeli’ye de teklif ettim ama uygulamadan haberi yoktu. “Ben dibini görmediğim kuyudan su içmem” diyerek önerimi nazikçe reddetti. MHP Lideri’yle sohbetimizin ayrıntılarını haberlerde okuyacaksınız ama benim dikkatimi çeken AK Parti’ye ilişkin saptamalarıydı.

Türk Metal Sendikası üyesi otomotiv işçilerinin Bursa Renault fabrikasında başlattıkları isyan başka fabrikalara ve bölgelere yayılarak büyüdü. Bu yazı hazırlandığı sırada da devam eden direnişler var. Bazıları ise kimi kazanımlarla sona erdirildi. Hareketin sıcağı içinde yazmak kolay değil belki ama, yine de ilk belirlemeleri yaparak bu büyük sınıf hareketini anlamak/anlamlandırmak için düşünsel bir altyapı oluşturmaya başlamak gerekiyor. Zaten üzerine uzun tartışmaların olacağı, analizlerin yapılacağı çok önemli ve kıymetli bir deneyim bu. Daha çok yazılacaktır üzerine. Şimdi ilk notlar, saptamalar...

Türkiye’den Suriye ve Irak’a giden insanlar iki kategoride değerlendirilmelidir: Mücahit olarak çeşitli gruplara katılanlar ve aileleriyle birlikte 'İslam Devleti'’nde yaşamaya gidenler.

Suriye ve Irak’ın sürüklendiği iç savaş Türkiye’de ekonomik, siyasi ve sosyal açılardan yeni olgular yarattı. Bu olguların pek çoğu ayrıntılı olarak tartışıldı. Ancak Suriye’deki gelişmelerin tetiklediği önemli bir olgu şu ana kadar ayrıntılı olarak masaya yatırılmadı. Bu olgu, her iki ülkede çatışmalara katılan ya da bu ülkedeki yeni siyasi gerçeklikler nedeniyle çatışma bölgelerine yerleşen kişilerin durumudur. Bu sorunu incelemeye başlarken önemli bir ayrımın altı çizilmelidir. Türkiye’den Suriye ve Irak’a giden insanlar farklı amaç ve beklentilerle farklı gruplara katılmaktadırlar. Bir başka yazıda daha geniş bir biçimde ele alınacağı üzere “yabancı savaşçı” kavramı sadece Suriye ve Irak’taki rejim karşıtı muhaliflere katılanları değil, rejimin ya da PYD’nin saflarına katılanları da kapsayan geniş bir kavram olarak kullanılmalıdır. Nitekim Türkiye’den Suriye ve Irak’taki çatışmalara katılanlar da aynı şekilde muhaliflerin saflarına katılanlar, Şam rejiminin saflarına katılanlar ve PKK’ya yakın örgütlere katılanlar olarak ayrı ayrı incelenmelidir. Her biri ayrı çalışma konusu olan bu başlıklardan birisi her geçen gün daha dikkat çekici hale gelmektedir: Türkiyeli mücahitler

Zira her açıdan tartışılacak bir cümle.CHP lideri Kılıçdaroğlu, 17 milyon yoksulun olduğu bir ülkede “çerez parası” tanımının kullanılamayacağını söylemiş.Kılıçdaroğlu’nun değinmiş …

Zira her açıdan tartışılacak bir cümle.

CHP lideri Kılıçdaroğlu, 17 milyon yoksulun olduğu bir ülkede “çerez parası” tanımının kullanılamayacağını söylemiş.

Kılıçdaroğlu’nun değinmiş olduğu yoksullar değil sadece “çerez parası” sözlerini anlamsız kılan.

Söz konusu Türkiye olunca liste uzun.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın nisan 2015 verilerine göre “yardıma muhtaç” 30 milyon 500 bin kişi meselesi var.

OECD verilerine Türkiye’nin gelir adaletsizliğinde Meksika ve Şili ile birlikte ilk üçte olması var.

Asgari ücret, son dönemde seçim vaatleri kapsamında gündemde olan konulardan biri. Türkiye’de yaklaşık olarak çalışan iki kişiden biri asgari ücretli. Asgari ücretler sadece Türkiye açısından tartışmalı bir sosyal politika aracı değil. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) son raporu, kriz sonrasında ülkeler arasındaki asgari ücret düzeylerini ve asgari ücretler üzerindeki vergi yüklerini inceliyor.

2015 itibariyle 34 OECD üyesi ülke içinde asgari ücretin yasal bir zorunluluk olarak uygulanmadığı 8 ülke var. Bunlar, İskandinav ülkeleri, Avusturya, İtalya ve İsviçre. Ancak bu ülkelerde taban ücretler toplu iş sözleşmeleriyle belirleniyor.

Rapora göre, kriz öncesi dönemde de zaten var olan düşük ücret düzeyleri ve çalışan yoksulluğu gibi sosyal politikanın odaklandığı temel sorun alanları, krizle birlikte daha da kötüleşmiş durumda. Bununla birlikte, pek çok ülkede ekonomik çıktının 2007 yılı seviyesinin altında olduğu, önemli düzeyde istihdam kayıpları yaşandığı ve özellikle dezavantajlı gruplar (kadınlar, gençler, engelliler, uzun dönemli işsizler) açısından ücret farklılıklarının devam ettiği ortaya konuyor.

Abdülkadir Selvi arkadaşımdır. Düzgün bir insandır. Aynı gazetede çalışma imkânı bulduk. Hep, saygı ve saygı çerçevesinde kaldık. Birbirimizi incitmedik.

Abdülkadir Selvi, ayrıca, zarafeti ve nezaketi olan bir insandır. Bazı durumları, bazı tavır alışları, bazı sözleri kendine yakıştıramayacak kadar da özenlidir.

Dolayısıyla, dünkü “Yarın geç olmadan uyarayım istedim” başlıklı yazısını yadırgadım.

Daha doğrusu, “özensiz” buldum.

Evet, “Erdoğan’ı korumak, davayı ayağa düşürmemek, ileride ihanet edecekleri tespit etmek” bir yazar için (davaya gönül verdiğini söyleyen bir yazar için) “hareket noktası” olabilir. Bana göre değil ama hadi “anlaşılabilir ve tolere edilebilir bir haldir” diyelim. Abdülkadir Selvi de, belli ki, “Erdoğan’ı koruma” saikiyle davranıyor ve “yarın geç olmadan” bazı uyarılarda bulunuyor.

Tehlikenin farkında mısınız? Kırmızı kitaba, “Legal görünümlü illegal yapılar” girdikten sonra, operasyonların çapı genişletildi. Şimdi artık, işadamları da hedefte. Son olarak Konya’da bir operasyon yapıldı. Şüphelilerin “Paralel yapının Konya’daki finansal ihtiyacını organize ettiği” ileri sürülüyor. İşadamları “Himmet” adı altında Cemaat’e para toplamışlar. Zaten Hizmet Hareketi bu toplanan paralarla faaliyetini sürdürüyordu; bunu da herkes biliyordu. Cemaat “illegal yapı ve terör örgütü” olarak kabul edilince, ister istemez, ilişkili bütün unsurlar, suç örgütü üyesi sayılıyor. Bu arada, Konya’daki operasyonda Emniyet Müdürlerinden Anadolu Atayün de tutuklandı. Sebebi belli değil. Bu tutuklamalar o kadar sıradanlaştı ki, zaten kimse artık üzerinde bile durmuyor. Atayün’ün avukatı, konuyu özetlemiş: “Hukuk muktedirlerin önünde diz çökmüştür.”

Popüler İçerikler

TikTok’ta "Karagül" Adıyla Açtığı Yayınlarla İnfial Yaratan Kadının Çocuklarını Devlet Korumaya Aldı!
İsrail’de Türk Turist Öldürüldü İddiası: Polise Bıçakla Saldırmış!
'İmam' Halil Konakçı, İlber Ortaylı'ya Ateş Püskürdü! 'Bizans Tohumu, Yunanlı, Dönme!'