Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

SABAH gazetesi manşetten inliyor:

Meral Akşener'e kaset iftirasında bizim suçumuz yok.

Bütün suç paralelcilerin...

Ne paralelcileri!

Bütün suç Aydın Doğan'ın...

Peki mağdur ne diyor?

Mağdur...

Yani Meral Akşener?

Takdim ediyorum.

İşte Meral Akşener'in cümleleri:

Beni asıl vuran kanal yöneticilerinin tepkisizliği oldu.

Kanal sahipleri, Hasan Kalyoncu'nun çocukları...

Rahmetli Hasan Kalyoncu beni kızı gibi görürdü.

Ne yapacaklar diye bekledim, çıt yok.

Yıl 1983, Ocak ayı sonları.

Doğan Avcıoğlu kanser!

Midesini ve dalağını aldılar Amerikan Hastanesi’nde.

Kalın siyah çerçeveli gözlüklerinin arkasındaki cin bakışlarıyla yatağında yatıyor.

Ağzının kenarında o yarım gülücüğü...

Çetin Altan’ın deyişiyle, Doğan Bey’in o yarım gülücüğü bir dostluk işaretiydi.

Ama dudağının ucundan hiç eksik etmediği sigarası artık yoktu.

Başucunda bir süre dikilip kaldım.

Bir şey söyleyemedim.

Sevdiğin bir insanı, bilinmez bir diyara göçe hazırlanırken görmek kolay olmuyor.

Ne diyeceğimi şaşırdım.

Sözcükleri bulamadım.

O bana Nadir Nadi’yi sormuştu.

12 Eylül askeri yönetiminin, Nadir Bey’in bir başyazısından dolayı Cumhuriyet’i ikinci kez kapattığı günlerdi.

Kafka’nın “Değişim” romanında kahramanın bir sabah kocaman bir böceğe dönüşmesi gibi, 17/25 Aralık’ta bildiğimiz iktidar birden kayboldu, içinden hiç tanımadığımız bir hilkat garibesi çıktı.

Anlaşılan bir metamorfoz değil, vücudun içine yerleşen asalak bir yaratığın yavaş yavaş bünyeyi ele geçirmesi ve onun yerine geçmesi türünden bir değişim. Hadiseleri arka arkaya getirip birbirine bağladığımız zaman bu yaratığın bünyede 2012 yılının başlarında gelişmeye başladığını, 17/25 ile hazırlıklarını tamamlamadan, üstünü başını düzeltip makyajını yapmadan karanlıklardaki en ucube haliyle arz-ı endam ettiğini anlıyoruz.

Bütün hazırlıklar yapılmış, projeler tamamlanmış ve 2012’nin Nisan ayında sadece tek adamın yöneteceği bir ülkenin inşasına başlanmış. Ak-Saray’ın temelinin kazılmasını başa alarak bu süreci gün gün takip edebilirsiniz. Gerçeklerin mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyu var. Erdoğan önceki gün Arnavutluk’tan dönüş yolunda gazetecilerine paralel yapı hikâyesi anlatırken, karanlıkta kalan bu gerçekleri ilk ağızdan veriyor. Yunus Emre merkezlerinin birdenbire yayılması, TÜRGEV’in Türkiye çapında faaliyete geçmesi, bir yıl sonra kardeş kuruluş TÜGVA’nın ortaya çıkması tek tek izlenmeli. Sivil toplumu totaliter bir yönetime bağlarken bu işi üstlenecek tipte stratejik kurumlara ihtiyacınız var.

Mercedes’in otobüs fabrikası açılışına katılan asrın lideri ne demişti?

İstanbul büyükşehir belediye başkanı olduğum dönemde bir adım atalım dedim, hayatlarında Mercedes kullanmayanların hiç olmazsa cenazelerini Mercedes’le taşıyalım dedim, cenaze araçlarını Mercedes yapmaya başladık, bari cenazeleri Mercedes’e binsin dedim.”

Akp’li belediye başkanlarına hitaben konuşan asrın lideri ne demişti?

“Ben belediye başkanıyken Mercedes cenaze arabaları aldım. Bu araçlar, cenazenin ailesine, akrabalarına büyük moral oldu. Ben hep şunu düşündüm, hayatı boyunca Mercedes’e binmemiştir, bari ahirete Mercedes’le gitsin dedim. Allah razı olsun diye gelenler oldu. Mercedes’e binmemiş insanları ahirete Mercedes’le gönderin.”

Ortadoğu, 16. Yüzyıl Avrupa tarihindeki 'Otuz Yıl Savaşları'nı andıran 'tarihi bir geçiş dönemi' yaşanıyor. Uzun sürecek bir savaş bu…

Dış politikanın seçimlere üç hafta kala öne çıkmaması, elbette, anlaşılabilir bir şey. Bununla birlikte, kendine özgü bir başkanlık sistemini fiilen yürürlüğe koymuş olan Tayyip Erdoğan'ın 'dış politikası'nın 'omurgası' Suriye üzerinden şekilleniyor; ve kamuoyunun dikkatinin dış politika üzerine şu dönemde odaklanmaması, ne kadar anlaşılır ise 'Suriye politikası'nın –önü alınmadığı takdirde- Türkiye'nin yakın geleceğinde önlenemez 'iç tahribat'a yol açması da o ölçüde kaçınılmaz.

'Türkiye ile Suudi Arabistan'ın Suriye'deki izdivacı' başlıklı dünkü yazımın sonunu şöyle bağlamıştım:

'Türkiye ile Suudi Arabistan'ın 'Suriye'deki izdivacı' bir yönüyle IŞİD'e karşı iken, ister istemez, özünde IŞİD ile 'aynı ideoloji'deki 'Selefi-İslâmcı' gruplara kapıları açıyor.

Uzun bir süredir “savunma-elektronik ve otomotiv gibi konularda yerli firmalar ne yapabilir” sorusuna cevap arıyorum ve vardığım sonuçları yazılarımda sizlerle paylaşıyorum... Bildiğiniz gibi bunu oturduğum yerden de yapmıyorum, elimden geldiğince araştırarak, ziyaret ederek özellikle “yerli üretim” fikrine inanan kilit isimlerle görüşüyorum... İki gün önce de Savunma Endüstrisi ile ilgili bir yazı kaleme aldım. Mesaj çok netti; YAPACAĞIZ!

Sevgili dostlar, o yazıyı kaleme aldığım gün Bilim ve Teknoloji Bakanımız Sayın Işık, katıldığı bir televizyon kanalında önemli bir açıklama yaptı ve “LTE ADVANCE teknoloji üstünde Aselsan ve Netaş başta olmak üzere” bazı şirketlerimizin çalıştığını söyledi...

Menderes ve Mursi

Biri idam edilmiş, diğeri idama mahkûm edilmiş iki isim, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın dilindeydi dün... Onlar üzerinden muhalefete, savcıya, basına yüklendiler.

Davutoğlu şöyle dedi:

“Bu topraklarda bir daha hiçbir seçilmiş başbakan idam sehpasına çıkarılamayacak, muhakeme edilemeyecek.”

Önce, cümlenin ilk bölümünün altına imzamızı atalım:

Darbe ve idam sözcükleri, demokrasi sözlüğünden çıkarılmalıdır.

21. yüzyılda, demokrasiye ve insan haklarına inanan hiç kimse, seçilmiş bir iktidarın darbeyle devrilmesine, seçilmiş bir başbakanın idam edilmesine rıza gösteremez, destek veremez.

Bilişim devriminin insanlığa yansımalarını kuramlaştıran Kanadalı düşünür Herbert Marshall McLuhan (1911 - 80) 'Dünya global bir köydür' demişti 1960'lı yıllarda...

Ben de dün McLuhan'ın 'Global köy'ünde bir gezintiye çıktım dün...

Önce Mısır'a uğradım... Bu ülkenin Sisi darbesi ile devrilip zindana atılan seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi idama mahkûm edilmişti...

Daha sonra global köyün bir diğer semti olan Lüksemburg'a uzandım. Bu ülkenin 42 yaşındaki Başbakanı Xavier Bettel ile erkek arkadaşı Gauthier Destyaney'in nikâh törenlerini, komşu Belçika'nın Başbakanı Charles Michel'in de aralarında bulunduğu bir davetli topluluğu kutlamaktaydılar.

Daha önce de İzlanda'da dönemin kadın başbakanı Johanna Sigurdardottir, kadın arkadaşı ile evlenmişti. Global köyde gezinirken Endonezya'ya da uzandım...

İnsanın doğumu ve ölümü arasında geçen, adına hayat dediğimiz “şey” nasıl anlam kazanır? Biz neden bu soruları soruyoruz? Neden hayatı, geçmişi, şu anı ve kendimizi sorguluyor, neden rahatı ancak bir anlamın içinde bulabiliyoruz?

Bu her inançtan mütedeyyinlerin sadece kendilerinin yaşadığı bir sorgulama olduğuna inandığı bir durum bu. Oysa öyle değil. Ateistler ve “tamam, evrende bir enerji var ama” diyen bilinmezciler dahil herkes ölümden sonrasına aslında inanıyor.

Mesela tanrı tanımaz Marks ölümden sonrasına inanmasaydı, neden insanlık için kendi meşrebince o tuğla gibi kitapları yazardı ki? Düşünce sistemlerinde Allah yoktu ama, aslında bilerek bilmeyerek kendi hayatlarının anlamını manevi bir bağlamda, ölümden sonrasında buluyorlar, kalıcı olmak istiyorlardı.

Yani bu ihtiyaç insanın fıtratında olan bir şey. Ölüm insanın dostu. Çünkü bu çalkantılı, yoğun ve akıl çelici hayatta onu bir çıpada tutuyor, ömrünü bir anlam bağlamına oturtmak için içsel güç/ihtiyaç ortaya çıkartıyor. Ölümün dini ve aydınlanmacı yorumlanışı çok kritik bir ayrımı ortaya çıkardı. Ölümden sonrasını, “Bizden sonra yaşayacak insanların durumu” olarak

“Beni meydanlardan alamazsınız,” diye haykırıyor Cumhurbaşkanı. Olayı unutup yalnız bu söze bakarsanız ne anlarsınız? Herkes gibi Cumhurbaşkanı’nın da meydanlara çıkıp seçim nutku atma hakkı var, ama birileri bu hakkı ondan esirgemeye çalışıyor –böyle bir durum olmalı. Peki, bu mu gerçek durum? Hayır. Bu ülkenin yasasına, anayasasına, teamülüne göre Cumhurbaşkanı (gerçekten öyle olmasa da) “tarafsız” davranmakla yükümlüdür, partiler- üstü bir konumu vardır vb. Cumhurbaşkanı bunların hepsini her gün çiğnemektedir. “Tarafsızlık” bir yana, partizanlığın şimdiye kadar görülmedik örneklerini vermektedir.

“Beni meydanlardan alamazsınız” diye bağırınca, “Helâl olsun önderimize” diye coşan bir tabanı var. Onu ilgilendiren tek sorun da bu: o tabanı diri tutmak.

Bunun için de, gerilim ateşine sürekli kömür atmak gerekiyor.

Başkanlık sistemi kurulmalıdır. Bunun dönüşü yoktur!” diye bağırıyor. Bunu bağırırken, kurulmuş gibi de davranıyor. Başlı başına suç.

Popüler İçerikler

TSK'dan Atatürkçü Teğmenlerin Kılıçlı Yemini İçin Açıklama: "Mesele Kılıç Değil, Emre Uyulmaması"
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı