Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Yusuf Yerkel'in tekmesi, 'ayaklar baş mı olsun?'un pratiğe dökülmesiydi. Yerde bir insan: alttaki. Başı, üsttekinin ayağı seviyesinde. Üstteki cezalandırıyor; isyankâr kölesinin etini dağlıyor; tekmesiyle. Üstüne basıp muzaffer savaşçı pozu vermiyor da, tekmeliyor işte...

Soma kazasının yıldönümü. Kaza? Cinayet? Katliam?

Kaza oluyorsa, işçi ölüyorsa, bunun tek sebebi vardır: İş koşulları, ortamı, düzenekleri, programı... düzenlenirken, çalışanların can güvenliğinin ilk madde olarak gözetilmemesi. Hattâ çoğu zaman, sadece mecburiyetten azıcık hesaba katılması. Kimi zaman verimlilik -işverenin daha fazla kâr elde etmesi- uğruna gözden çıkarılması. Ya da madencilik gibi birtakım işlerin, işçilerin öleceği, yaralanacağı, hiçbiri olmazsa hastalanacağı bilindiği halde sürdürülmesi. Blucinler fiyakalı hale getirilecek diye kaç insanı genç yaşta kanser edip öldürdüler.

Meral Akşener'i 28 Şubat'ta erkeklerin korkudan bacaklarının titrediği bir dönemde yiğit bir kadın olarak tanıdım.

DYP'de A takımının Tansu Çiller'i sırtından hançerlediği 28 Şubat'ta Meral Akşener, dimdik durmuştu.

Meral Akşener'i DYP'de kadın kolları başkanı olduğu günlerden bugüne kadar ilgiyle takip ettim.

Çünkü o 28 Şubat'ta birçoklarının makam mevki kapmak için asker kapısında esas duruşta beklediği, ”Mehmetçik siyasetçi” imajının geçerli olduğu günlerde, demokrasinin yiğit bir savunucusu ve yüz akı olmuştu.

Refahyol döneminde, askerlerle-Demirel arasında mekik dokuyan 28 Şubat'ın Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel'i görevden almıştı. Alaaddin Yüksel makamı boşaltıp gitmek yerine Demirel'e çıkmış, oradan aldığı destekle askerlere koşmuş ve makamı boşaltmamaya karar vermişti.

Televizyonda izlediğim şey, şöyle bir şeydi:

*

Önce Mehmet Barlas'ın oğlu, Meral Akşener için şöyle diyordu:

'Meral Akşener neden böyle yapıyor? Kaseti mi var, nesi var?'

*

Ardından eski Cemaatçi, yeni Cemaat karşıtı Latif Erdoğan, alıyor sazı eline.

Ve şunları söylüyordu:

-(Meral Akşener'i) çok iyi bilmem. İyi olarak bilmem yani.

-Cemil Bey'in (Mehmet Barlas'ın oğlu) dediği gibi kasedi olan birisidir ve şu anda esaret altındadır.

-Bir kadın için hiç de yakışmayacak kasetleri var Paralelcilerin elinde.

-Ne derlerse yapar. O esiredir.

-Bu kesin. Bunu bilgi olarak söylüyorum.

-Dolayısıyla onun (yani Meral Akşener'in) başka türlü beyanda bulunması söz konusu değil.

301 işçinin çalışırken can verdiği katliamının üzerinden tam bir yıl geçti. Bugüne kadar her yıl binlerce işçi  düşme, ezilme, göçük, trafik/servis kazaları gibi nedenlerden dolayı çalışma anında can verirken kitlesel iş cinayeti Soma, bu vahşetin en görünür yüzü oldu.

Ucuz, kuralsız ve güvencesiz çalıştırma, bile bile işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarını hiçe sayarak çalıştırma tüm dünyada patronların bilinçli bir tercihi olsa da Türkiye’de AKP iktidarı ile bu tercih bir devlet politikası haline gelmiştir. Hatta bu politika, ülke ekonomisinin bir “rekabet gücü” haline getirilmiş, işgücü maliyetleri ve çalışma standartlarının düşürülmesi küresel sermayeye bir albeni olarak sunulmuştur.  Kısaca AKP döneminde Türkiye, küresel pazarın ucuz ve güvencesiz emek deposuna dönüştürülmüştür. Özelleştirmeler, taşeron tipi çalıştırma ve örgütsüzleştirme bu ucuz emek gücünün oluşturulmasının, emek üzerinden daha fazla artık değer elde etmenin yani daha fazla sömürünün yöntemleri haline gelmiştir. Bu yöntemlerin hayata geçirilmesinin olanakları da iktisadi siyasi ve ideolojik dönüşümlerle yine iktidar tarafından sağlanmıştır.

Tayyip Erdoğan, 1997’de Belediye Başkanı iken Siirt’te hamaseti bol, nane şekerci manisi kıvamında bir şiir okumuştu. O şiiri pek beğeniyor olmalı ki, geçtiğimiz günlerde gene okudu. 1998’de, bu şiir nedeniyle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile irtibat halinde Diyarbakır DGM Başsavcılığı “halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçundan dava açtı. Erdoğan 10 ay hapis cezasına mahkûm oldu. Karar gerekçesinde, sanığın “dindar olanlar ve dindar olmayanlar diye bölünen kümeler arasındaki gerginliği canlı tutmayı amaçladığı”, “savaş çağrısı yaptığı” belirtiliyordu. Yargıtay kararı onayladı. Erdoğan 1999’da 4 ay 10 gün hapis yattı. Belediye başkanlığı düştü, siyasal yasaklı oldu. 

Erdoğan’a verilen ceza temel hak ve özgürlükleri çiğniyordu. Ayrıca bariz bir “orantısız güç kullanımı” söz konusuydu. Türk Standartları Enstitüsü’nün 1994’te yayımladığı kitapta yer alan bir şiirdi okunan. Süngü, miğfer, kışla, asker referanslarıyla bezenmişti ama o dönem TSE “milliyetçi tosuncukların” denetiminde olan bir devlet kurumuydu!

CHP liderini BartınZonguldak ve Çaycuma mitinglerinde izledim.. Çaycuma korsan mitingdi.. Yani önceden planlı değildi.. Halk, Kılıçdaroğlu ilçemize uğrayacak diye meydanda toplanınca mecburen mini miting yapıldı..

Bana göre en içten, en doğal, en güzel miting de buydu.. Çünkü Kılıçdaroğlu’nu görmek için sokağa çıkanların içinde mutlaka AKP’liler de vardı, MHP’liler de vardı..

Öyle ya, destekleyin desteklemeyin, ilçenize bir siyasi parti lideri gelse arkanızı dönmezsiniz herhalde..

Ne diyor diye dinlersiniz..

Bu sebeple en doğalı, en güzeli oydu dedim..

-

Lider ne diyor meselesine gelince.. Kılıçdaroğlu bu seçimde farklı yöntem izliyor.. Bağırıp çağırmıyor.. Polemiğe girmiyor.. Kendisine laf atılsa bile cevap vermiyor.. Sadece iktidar olursa ne yapacaklarını anlatıyor..

Türkiye’nin iyi yönetilmediğini söylüyor.. Rakipleri ne derse desin gündemini değiştirmiyor..

Sayın Cumhurbaşkanımız uzun bir süredir özü çok net ifade ediyor; Başkanlık istiyorsak bu ülkenin insanları olarak gereğini yapacağız...

Sevgili dostlarım, bir vatandaş olarak şunu çok net söyleyebilirim; bu seçimde YENİ BÜYÜK GÜÇLÜ TÜRKİYE ve bu yolda ülkeme son virajı aldıra- cak BAŞKANLIK SİSTEMİ için sandık-lara gideceğim...

Sayın Cumhurbaşkanımız açılış törenlerinde çok açık bir şekilde kalabalıklara soruyor; BÜYÜK TÜRKİYE’yi ve BAŞKANLIK Sistemini istiyor musunuz? Türkiye tek bir ağızdan cevap veriyor; EVET, İSTİYORUZ!

Bu noktada ortak isteği açalım ve soralım; neden Başkanlık?

Bu soruya cevap ararken sormamız gereken çok önemli bir soru var; coğrafyamız neden önemli?

Sevgili dostlarım, Fatih, Roma’nın duvarlarını vura vura yıktığında Roma 1100 yıl burada Dünya düzenine hükmetmişti.

Yaklaşık üç hafta sonra, 1982 Anayasası döneminin ahlaksız yüzde 10 seçim barajıyla dokuzuncu milletvekili seçimi yapılacak.

Pek çok insan seçimin selametinden, seçim günü ve sonrası güvenliğinden endişe duyduğunu söylüyor. Oysa Türkiye’nin Batı demokrasilerine belki de kurumsal tek katkısı YSK’nın kuruluşunun üzerinden tam 65 yıl geçti. 65 yıl içinde Türkiye, YSK sayesinde ele güne rezil olmadan seçim yapabildi.

Bu yazıyı, 13 Mayıs Çarşamba günü kaleme alıyorum.

12 Mayıs Salı günü, Türkiye devlet başkanı, açıkça seçim propagandası niteliğindeki konuşmalarıyla Anayasa’yı bir kez daha ihlal etti. Muhalefet partilerine çattı. Kırmızı kitap filan dedi. Yargıç ve savcı tutuklamalarının devam edebileceğinin ‘müjde’sini verdi.

Eski fotoğraflarda kalbini bunca kıran ne?  Eski filmlerde, eski şarkılarda, eski tatlarda, eski kokularda, bir yangının külünü yeniden yakıp geçmeye teşne ne varsa işte, onlarda…

Hep biliyorsun, hep duyuyorsun bunu ama son günlerde önüne çarşaf çarşaf serilen siyah beyaz fotoğraflara, sepyaya bulanmış yorgun hatıralara bakarken bu soru bambaşka bir anlam kazanıyor. Mesela eski bir Zeki Alasya fotoğrafında onun artık yaşamayışından başka ne var kalbini kıran? Ya da eski bir Kenan Evren fotoğrafında senin için kaç ceset uzanmış yatıyor? Yaşayanlar ve ölenler neden habire kulağına bir şeyler fısıldayıp duruyor? Geçmiş geçip biten bir şey değil miydi? Ne yani, hiçbir şey mi geride kalmıyor?

Zaman iyileştirmeyecek mi yoksa her şeyi? Yaraların kabukları neden bu kadar kolay kalkıyor?

Koskoca ve 'Osmanlı mirasçısı' olma iddiasındaki Türkiye, ortaya çıkışı İstanbul'a, Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanma olan 'Vahabilik' ile elele ve 'kendi Vietnam'ı'nda tükenme ihtimali güçlü bir S. Arabistan rejiminin peşine takılarak, Suriye'de arzuladığı sonuçları alabilir mi?

Türkiye’nin şu sıralarda “en yakın müttefiki” Suudi Arabistan. Yeni Kral Salman ile birlikte Riyad kapıları Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a açıldı. Böylece, Tayyip Erdoğan, kendisini “uluslararası tecrit” ten kurtaracak bir tutamak elde etmiş oldu.

İki ülke ya da bir başka deyimle Ortadoğu’nun “iki Sünni merkezi” arasında arayı yapan “aracı” ise, Katar Emiri idi. Bu sayede, Türkiye-Katar-Suudi Arabistan arasında, bugüne dek görülmeyen ölçüde bir “Sünni ekseni” oluştu ve bu “eksen” ilk ürününü, Suriye muhalefetinin vilayet merkezi İdlib ve onun stratejik önemdeki ilçesi Cisr el-Şugur’u ele geçirerek verdi.

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı