Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Evren sadece Türkiye'deki değil, dünyada da Soğuk Savaş döneminin son darbesinin lideri oldu. 12 Eylül darbesi, bugün yaşanan başkanlık tartışması dahil Türk siyasetini derinden sarsan bir depremdi.

Eğer o yılın Mayıs ve Haziran aylarında bir dizi talihsiz olay yaşanmasaydı, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Kenan Evren 1977 Ağustos'unda yaş haddi ve kadrosuzluktan emekli olacaktı.

Hatta 27 Mayıs 1960 darbesinde rol almış bazı dönem arkadaşlarını araya koyarak, yabancı lisanı da olmadığı halde bir NATO ülkesine büyükelçi olarak atanmaya çalışıyordu.

Sırrı tam olarak hâlâ çözülemeyen 1 Mayıs 1977 Taksim’inde 34 kişinin ölümü, 126 kişinin yaralanması onun kaderini de, ülkenin kaderini de değiştirdi.

CHP’nin o günkü lideri Bülent Ecevit, 7 Mayıs’ta kendisi de emekli amiral olan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e bir mektup yazdı.

Anlamak mümkün değil. 

Sanki yaptığı kötülüklerin bedelini ödemiş, 

Sanki yargılanıp cezasını çekmiş, 

Sanki yasakçı anayasasını değiştirmek için kurulan Meclis Komisyonu iki yıl süren zaman, enerji, para, laf savurganlığında boşa kürek çekip dağılmamış, 

Sanki iki gün sonra birinci yılı dolacak Soma Faciası, 12 Eylül’ü hazırlayan 24 Ocak kararlarının sonucu değilmiş, 

Sanki akademik özgürlüğün canına okuyan YÖK; bir darbe eseri olarak dimdik ayakta durmuyormuş gibi... 

Kenan Evren’e “devlet töreni düzenlenirse darbe meşrulaşır” gibi bir gerekçeyle Başbakan’a dilekçe göndermelerdeki naifliğe akıl sır erdirmek mümkün değil.

Yirmi yaşımdan beri Cumhuriyet gazetesinin sürekli okuruyum.

Üç-beş yüz satan küçük dergilerde yazdığım yazıları ilk fark eden kişi, Cumhuriyet'in yazarı rahmetli Melih Cevdet Anday olmuştu.

Hakkımda yazdığı övücü yazıyı hâlâ saklıyor, zaman zaman okuyorum.

Türk basınındaki ilk yazım saygıdeğer aydın Sami Karaören'in yönettiği Cumhuriyet'in ikinci sayfasında yayınlandı.

Yani beni ilk fark eden gazetedir Cumhuriyet...

Can Dündar gazetenin başına geldiği zaman çok sevindim.

Çok da güzel işler yapıyor...

* * *

Ama dün birinci sayfasını görünce içimde bir sızı duydum...

Bir Cumhuriyet okuru olarak Can Dündar'a şu mesajı yolladım:

'Eminim bugünkü birinci sayfandan dolayı çok tebrik ve alkış alacaksın. 

Ama ben sevmedim...'

12 Eylül dönemi çocuk olmak güçtü. Önümüze serilen yaşam pek iç açıcı değildi ve bunu bilmeksizin tuhaf, biçimsiz törenlerin içinde debeleniyorduk. Otoriter yönetim soluk almayı engelliyor, yasakların üstümüze boca edildiği o günleri doğal yaşam sayıyorduk. Çocuktuk. Ekranda beliren adamın bir kurtarıcı olduğu bas bas haykırılıyor, herhangi özgür bir bilgi kaynağından aykırı tek ses çıkmıyordu. Tüm bir toplum çılgın bir generalin peşinden sürüklenip, alkışlıyordu.

Çocukluğumuzda ‘Marksist, Leninist’ sözcükleri hep ‘Terörist’le yan yana anıldı. Bu teröristler yakalandı, cezalandırıldı, toplum refaha erdi sonunda! General bir elinde kutsal kitap, diğerinde bayrak meydanlarda dolaşıyor, karşısına aldığı yığını iyice uyuşturuyordu. Halk alkışlıyor, inanıyor, teröristleri lanetliyordu. Anayasa rafa kalkmış, tüm kurum ve kuruluşlar lav edilmişti. Halk alkışlamaya devam ediyor ve sandığa gidip, gönüllü biçimde özgürlüğünden vazgeçiyordu. Referandum denen, o sert ve diktatöre yaraşan uygulama hemen yaşama geçti ve şimdinin torba yasası gibi; hem devlet başkanlığı, hem anayasa oylandı. ‘Hayır’ diyen neredeyse tutuklanacaktı. Sandıktan halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı olarak çıktı Evren…

Tıkanıklık davettir, daveti siz yapıyorsunuz; yeni krizler davet etmeyin, vatana ve halka yine yazık olacak! 

Başlıktaki sorunun ilk kısmını, Kenan Evreni kimin getirdiğini, yaşı 60’ın altındakiler tam hatırlamazlar. Bugün yazacaklarımı kitaplardan okumuşlardır; bir de benden okusunlar istedim:

70’lerde doğanlar Evren dönemini, 1980 sonrasını yaşadılar. Onların ve daha gençlerin tanıklığıyla da, başlıktaki sorunun ikinci parçasını, yani yeni Evrenleri kimlerin davet ettiğini göstermeye çalışacağım.

Önce bir konuyu açıkça yazmalıyım: Evren ve arkadaşları, planladıkları darbeyi gerçekleştirdiler, esas itibariyle 3-4 yıl ülkeyi kendilerine göre yönettiler. Yaptıklarının bini, yıktıklarının birinin yerini tutamaz; bunlar karşılaştırılır şeyler değildir.

Kenan Evren öldü. Ölmüş bir insanın adından konuşmak ahlâkî bir davranış sayılmaz. Ölenin kendisini savunma imkânı yoktur. En doğrusu susmaktır. Ama bahse konu olan, târihe mâl olmuş bir şahsiyet ise bu ahlâkî ilke kaçınılmaz olarak esnemek durumundadır. 78 Kuşağı'na mensup ve 12 Eylül'ün her aşamasına bilinçli bir şekilde şâhitlik etmiş bir insan olarak, Kenan Evren'in ölümü karşısında “içimden gelenleri” en sıkı sansürden geçirdikten sonra bile söyleyebileceğim şudur: Kenan Evren'in ölümüne çok üzüldüm. İsterdim ki, biraz daha yaşasın. Hiç değilse mahkûmiyetinin kesinleşmesi, rütbelerinin sökülmesi, er rütbesine indirilmesini görsün. Olmadı. Bu memlekete ağır kayıplar yaşatmış, yüzbinlerce ocağı söndürmüş işkenceci bir hareketin lideri olarak, kendisine bir devlet töreni yapılacak. Bir protokol ezberi ve refleksiyle yapılacak bu soğuk tören, milletin onurunu bir defa daha kıracak. Bu devletin acabâ kimin devleti olduğu sorusunu acı acı sorduracak. Benim esas merak ettiğim, helâllik istenirken, elbette âilesi dışında oralarda kimin saf tutmuş olduğudur.

Emekliye sevk edilecekti.

Ecevit onu Genelkurmay Başkanlığı’na getirdi.

O ne yaptı?

Darbe!

Ecevit çok kızmıştı.

Siyasete devam etme kararı aldı.

Arayış dergisi ile kamuoyu oluşturdu.

Dış basına demeçler vererek Türkiye’de demokrasinin askıya alınmasını eleştirdi.

Üç kez cezaevine konuldu.

Yılmadı.

İlk fırsatta DSP’yi kurarak siyasi mücadeleye devam etti.

Şunu yaptı, bunu yaptı, biliyorsunuz zaten.

Bilmekle kalmayıp özellikle yaşı 50 ve üstündekiler kendilerinin de ne yapıp yapmadığını biliyor.

O yüzden şunu diyeyim kestirmeden:

Kenan Evren kendinden menkul bir ayıp ve kayıp değil…

Milletin toplu günahıdır!

“ Silahlı Kuvvetler’e yüzde 90 güvenen” bir milletin “kendilerinin oy verdiği siyasetçileri ve partileri” de, esasen halkın haklarını da derdest eden Silahlı Kuvvetler paşalarına verdiği yüzde 90’dan fazla oydur.

Bunu her gün hatırlamadan bir millet ne tarihi ne talihi hakkında karar verebilir.

Bir “milli mutabakat darbesi” dir!

Bugün ne AKP’li, ne CHP’li, ne MHP’liler ve ne de tarih olmuş ötekilerden bakiye kalanlar kendini Evren’ den sıyırabilir.

Darbe yapmak suçundan ömür boyu hapse mahkûm edilmiş, rütbeleri sökülüp dört yıldızlı generalden rütbesiz er düzeyine indirilmiş (erlere saygısızlık olmuş ama__neyse); cezası Yargıtay denen yüksek yargı organında “acelesi olmayan işler” rafına kaldırılmış; böylece cezası kesinleşmeden bu dünyadan çekip gitmiş bir zatın ardından söylenmedik, yazılmadık ne kaldı?

Sadece gazete yazılarından söz etmiyorum. Twitter’de, Facebook’ta klavyeye yumulan böyle bir günde susmadı, içinden geçenleri dillendirdi; Kimi yürek serinletmek için 93 yaşında, “yaşayan bir ölü”ye dönüşmüş darbeci faşist generale diline geleni söyledi; kimi 12 Eylül çetesinin marifetlerini bir kez daha hatırlattı; kimi Erdal Eren’in çocuk yüzünü anımsayıp bir kez daha ağladı... 

Hepsinin içinde bir gazetenin başlığı beni irkiltti. Gazete Kenan Evren’in ölümünü “Bir dönemin sonu” başlığı ile vermeyi yeğlemişti. 

Bir dönemin sonu öyle mi?

Önümüzdeki bir hafta boyunca, çok yaşlı bir erkeğin cenazesi üzerinde nasıl tepinildiğini izleyeceğiz.

O yaşlı beden, darbeyi yaptıktan 35 yıl sonra, 98 yaşındayken hasta yatağında ölen Kenan Evren’in bedeni.

TSK 12 Eylül 1980 Cuma sabahı, kan gölüne dönmüş/döndürülmüş bir ülkede yönetime el koydu. Darbeyi emir komuta zinciri içinde gerçekleştiren beş general, kendilerine MGK (Milli Güvenlik Konseyi) adını verdi. Ara rejim, seçimlerin yapılıp TBMM’nin çalışmaya başladığı Aralık 1983’e dek sürdü.

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu