Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Ahmet Altan: Balyoz planını bin defa getirseler, bin defa basarım.

Cengiz Çandar: Nazilerin yargılandığı Nürnberg mahkemelerinden mülhem olarak… Balyoz davası Türkiye’nin Nürnberg’idir.

Hasan Cemal: Balyoz, Ak Parti’yi hedef alan, bal gibi darbe planıdır.

Fatih Altaylı: Darbe planladıklarından hiç kuşku duymuyorum.

Oral Çalışlar: Balyoz’un darbe planı olmadığını ileri sürmek, komiktir.

Amberin Zaman: Balyoz davası, sivilleşmenin en önemli sembolü.

Hikmet Genç: O kaldırdıkları Balyoz’un altında kendileri kaldı.

Hilal Kaplan: Darbeciler ilk defa hukuka tabi kılınıp, cezalandırıldı.

Ali Bayramoğlu: 28 Şubat’ın devamı olan bir kalkışma, kuyruğundan yakalandı, darbeci neslin tasfiyesi tamamlanmıştır.

Mümtazer Türköne: TSK lağvedilsin.

Mustafa Ünal: Balyoz millete değil, darbecilere indi.

Erhan Başyurt: Toprağın altı cephanelik, üstü darbe planı kaynıyor.

Ergun Babahan: Komuta kademesi baştan aşağı yenilenmeli, silahlı kuvvetler açılımı yapılmazsa, bu ülke yerinde saymaya devam eder.

İsmet Berkan: Güneş balçıkla sıvanmaz, gerçekten darbe hazırlığı var.

Ekrem Dumanlı: Cuntacılar panik yaşıyor, suçüstü yakalananlar çareyi yargı ve medyadaki dostlarını yardıma çağırmakta buluyor, herkes cuntacıların uzantıları olan gazeteciler üzerine kafa yormalı.

Taha Akyol: 11 ve 17 nolu cd’ler sahte bile olsa, görmezden gelinebilir mi? Darbe çalışması yapıldığından şüphe yok.

Yıldıray Oğur: Balyoz cd’lerini dinledim, o ses kayıtlarında dinlediğimiz şeyin suç olduğunu anlamak için kriminal laboratuvara ihtiyaç yoktu, bir çift kulağa sahip olmak yeterliydi.

Rasim Ozan Kütahyalı: Aslında TSK içine sızmış bir cunta yok, cuntalaşmış bir TSK var, TSK’da her yer cunta.

Nagehan Alçı: Dijital veriler olmasa da, Balyoz darbe hazırlığıdır.

Engin Ardıç: Darbe falan yokmuş diyorlar, çünkü biz eşeğiz… Bunlar nelerine güveniyor da, göz göre göre postalcılığı sürdürüyor yahu?

Emre Aköz: Bazı arkadaşlar, planı hazırlayan askerleri kastederek ‘deli mi bunlar’ diye sormuştu, ben de ‘bunlar değil filan değil, vicdansız katiller’ demiştim, az bile söylemişim.

Mehmet Barlas: Balyoz mimarlarının, kendilerini Türkiye’de değil, Pakistan’da Afganistan’da zannettikleri ihtimali kuvvetlidir.

“Şöyle bir görüş var. Millet, vesayetçilerin istediği partileri iktidara getirmiyor. O sebeple vesayetçiler koalisyon arzuluyor. Koalisyon olsun ki, hükümeti oluşturan partiler arasındaki çatlaklara sızıp nüfuzlarını arttırsınlar. Siyasetçiler kavgaya tutuşmuşken arada çaktırmadan memleketi yönetsinler.

AKP, uzun süren koalisyon dönemlerinden sonra tek parti hükümeti ile bu oyuna dur dedi. Dik durdu, eğilmedi. Muhtıra yemesine, kapatma davasına rağmen iktidarda tek başına olduğu için direnebildi.

Vesayetçiler yine pusuda. AKP’nin tek başına iktidara gelmemesi için uğraşıyorlar. Hedefleri bir koalisyon hükümeti. AKP’nin tek başına iktidara gelecek oyu almaması vesayetçilerin bir planı. AKP’nin tek başına iktidara gelmemesi ve Cumhurbaşkanı’na başkanlık hediye etmemesi neredeyse bir vatana ihanet, büyük bir komplonun parçası.”

Peki koalisyon isteyen, tek başına bir partinin iktidara gelmesinden ölesiye korkan bu vesayetçilerin akli melekelerinde bir sorun mu var?

Yaşlandım mı yoksa kavgalardan mı bezdim, bilmem, ama o şarkıyı ne zaman dinlesem iliklerime kadar yorulurum hayattan.

Allah rahmet etsin, Cem Karaca da o şiiri öyle güzel yorumlamıştı ki, neredeyse o şiirin fevkinde.

Hangi şiir mi?

Nâzım Hikmet'in “Mavi Liman” şiiri: “Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. / Seyir defterini başkası yazsın. / Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. / Beni o limana çıkaramazsın…”

Kendimi bildim bileli o limanın kubbelerine düşman olanlarla kavga ettim. Karınca kararınca ne yaptım ne söylediysem hep o liman içindi…

Kubbeler kartpostal bir özlemden maada o limanı liman yapan mana ikliminin de ifadesiydi.

Daha orta mektep yıllarında Cemil Meriç'in “Bu Ülke”sini ezberlemeye kalkıştıysam, Allah biliyor ya, yine o limanı savunmak içindi.

Büyük Doğu'yla, Diriliş'le, Edebiyat'la, Mavera'yla ve Yeni Devir'le o limanın mana iklimine saldıranlara karşı hep birlikte direndik.

Ve aslında…

Nâzım Hikmet'i de deli hasretlere dûçar eden o limana duyduğu muhabbetti.

Yılların siyaset gözlemcisi Tarhan Erdem, 'Bu zamana kadar seçim meydanında Kuran'la siyaset yapıldığını hiç görmedim, böyle bir olay hatırlamıyorum' demiş.

Tarhan Erdem'in hafızasını harekete geçirelim.

Bakalım, hatırlayacak mı?

Tarhan Bey...

Gelin, sizinle 70'lere gidelim.

70'li yıllarda Süleyman Demirel'in Adalet Partisi, MHP'nin milliyetçi, MSP'nin İslamcı siyasetinden bunalmıştı.

Bir kurtuluş, bir çıkış yolu arıyordu.

Çıkış yolu bulundu: Seçim meydanlarında Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel'e 'bayrağa sarılı Kur'an-ı Kerim' hediye ediliyor, o da seçim kürsüsünden bayrağa sarılı Kuran-ı Kerim'i öpüp başına koyuyordu.

Bunu izleyen ahali ise meydanda coştukça coşuyordu.

Meydanlarda arka kapağının içyüzünde 'Adalet Partisi'nin hediyesidir' yazılı Kuran-ı Kerim'ler de dağıtılıyordu.

Kütüphanemde öyle bir Kuran-ı Kerim bulunmaktadır. İbret-i âlem olsun diye saklamaktayım.

Türkiye 7 Haziran’da belki 1950’de çok–partili hayata geçişten bu yana, rejimin geleceğini belirleme açısından en hayati önemi haiz genel seçime gidiyor.

Seçimin çözeceği soru çok açık ve net: HDP’nin (12 Eylül askeri yönetiminin armağanı olan, Putin’in Rusya’sı dahil dünyanın başka hiçbir ülkesinde bulunmayan yükseklikteki) % 10’luk barajı aşamaması halinde, AKP’nin 330 ve daha fazla sandalye kazanması ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın tek–adam, tek–parti rejimini (“eski eski Türkiye”yi) yerleştirme ihtirasını gerçekleştirmesi ciddi bir olasılık. Buna karşılık HDP barajı geçmeyi başaracak olursa, Erdoğan’ın planları suya düşecek.

Kamuoyu yoklamaları HDP’nin barajı geçme olasılığının balık sırtında olduğuna işaret ediyor. Erdoğan ve emrindeki hükümet, baş rakip olarak gördüğü HDP’yi barajın altına düşürmek için elinden geleni yapıyor. Erdoğan, AKP’nin başına getirip başbakan yaptığı Ahmet Davutoğlu’nun performansına zerre kadar güvenmediği için tarafsızlık yeminini tamamen bir kenara bıraktı; meydan meydan dolaşıp din sömürüsü yaparak AKP’ye oy istiyor, HDP’yi karalıyor.

Öyle yüzde 50 yüzde melli diye ayırmadan…

Bu utanç herkesin üzerine yazılıyor!

En çok da elbet AKP’liler sorgulasın, “Bu utanç niye” diye!

Başbaşkan ve iktidar, Türkiye’yi aldı…

Mısır darbesini yaptıran, yüzlerce insanı katleden Mısır ordusunun arkasında duran…

Ortadoğu’da halkların umutlarını hep öldüren…

El-Kaide ve benzerlerini yetiştiren…

Dünyanın başka yerlerinde karanlık rejimlere ve askeri darbelere finansörlük yapmış olan…

Ortadoğu’da Filistin’i, İsrail’i değil; İran’ı öncelikli mesele yapan…

Kirli para-kanlı rejim sentezlerinin en usta kimyacısı…

Demokrasi, insan hakları, kadın-erkek eşitliğinin azılı düşmanı…

Saray, saltanat, debdede, servet temerküzü gölgesinde Sünni Arapların yoksulluğunun da başlıca müsebbibi…

Bölge halklarına karşı hep ABD’nin, İngilizlerin kılıcı yahut kılıfı olmuş…

Madem öyle Çanakkale vb. “kahramanlık” öyküleri seviliyor, o günlerde sırttaki hançerin sahibi…

(Vallahi gerisini de öncelikle tüm “Müslümanlar” eklesin)…

Suudi Arabistan despotlarının yanına, daha doğrusu peşine yerleştirdi!

İnsan bir “Rabia’da katledilenler” den utanır…

Biri Türk, biri Kürt, diğeri de Ermeni olan üç arkadaş bir gün yola çıkıp yürümeye başlamışlar. Ermeni olan aynı zamanda papazmış ve üzerinde de papaz kıyafetleri varmış.

Sıcak yaz günü yolda ilerlerken susamışlar, dilleri damaklarına yapışmış. Etrafta su yokmuş ama yollarının üzerinde üzüm bağları varmış. Bakmışlar susuzluğa çare yok, şu bağlardan birisine girelim de iki salkım üzüm yiyelim demişler.

Bir süre sonra bağın sahibi Türk çıkagelmiş. Üzümlerinin yendiğini görünce çok sinirlenmiş. Pataklamak istemiş bu üç arkadaşı. Ama üçünü birden dövmesi zor tabii...

Birinin kıyafetinden papaz ve Ermeni olduğunu; diğerinin konuşmasından Kürt olduğunu; üçüncünün de Türk olduğunu çakmış hemen. İlk önce gözüne Ermeni’yi kestirmiş. “Ulan” demiş, “Bu Türk’tür benim kanımdandır. Bu Kürt’tür benim din kardeşimdir. Sana ne oluyor da benim üzümümü yiyorsun.” Sonra da bir güzel pataklamaya başlamış papazı. Türk’le Kürt bakmışlar kendilerine çıkan bir fatura yok. Arkadaşlarının yediği dayağı seyretmişler öylece.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önce kendisine “ 400 milletvekili verilmesinden ” bahsetti. Sonra, 330 sayısını telaffuz etti ve şimdi de tekrar “ 400 milletvekili ” isteğinden bahsediyor. Ancak, bu milletvekillerinin hangi parti(ler)den olacağını söylemiyor.

“ Bana, 400’ü verin… ”

Genelde yorumlar, bu sayının imkânsızlığı üzerine odaklanıyor.

Seçimlerin sonuçlarının ne olacağı tartışmalarına kilitlenince, büyük resmi kaçırıyoruz.

Oysa bu seçimlerin sonuçlarından bağımsız olarak, Türkiye gemisinin kaptan köşkü, yani Saray’ında oturanların kilitlendiği bir sistem değişikliği hedefi var. Seçimler de, bu rota üzerinde sadece bir durak.

Önümüzdeki yıl, bir değil belki onlarca yol haritası var Saray’ın önünde; hepsi de tek hedefe kilitli.

Erdoğan ve AKP’yi o kadar özdeşleştiriyoruz ki, planlarının AKP’den bağımsız da işleyebileceğini hiç kimse akla getirmiyor.

Milli Görüş gömleğini çıkaran, AKP gömleğini çıkaramaz mı?

“Bu gömlek dar geliyor… ”; Erdoğan’ın son dönemde sıkça kullandığı bir ifade değil mi bu?

Anket şirketleri İngiltere seçimlerinde deyim yerindeyse çuvalladı. Acaba bizde de benzer bir tablo ortaya çıkar mı?

Seçimleri Başbakan David Cameron'un Muhafazakar Partisi kazandı.

Bu sadece İşçi Partisi ve Liberaller için değil, anket şirketleri için de bir hezimet oldu.

Çünkü anket şirketleri seçimlere bir kaç gün kala, hatta resmi sonuçlar ilan edilmeden hemen öncesine dek iktidardaki Muhafazakarlar ile ana muhalefetteki İşçi Partisi arasında nefes nefese bir çekişme olduğunu söylüyordu.

Buna göre İskoç milliyetçisi SNP kilit rol oynayacak, o İşçi, ya da Muhafazakar kimden koalisyon için daha fazla taviz alırsa o parti de hükümeti kuracaktı.

Öyle olmadı, Cameron bir dört yıl daha görevde. 1987'den bu yana İşçi Partisine en kötü yenilgiyi tattıran Ed Miliband ve diğer yenilen parti başkanları istifa etti, onlarda öyle.

Anket şirketleri bu hiç de kıl payı olmayan farkı nasıl göremedi?

Üstelik benzeri bir durum yakın zaman önce İsrail seçimlerinde de görülmüştü.

Mart 2015'teki İsrail seçimlerinde de hem yerel şirketler, hem de merkezleri ABD'de, İngiltere'de olan anlı şanlı olanları kötü çuvalladı.

Gürsel Tekin'in acaba ne hesabı var ki, günlerdir ' Suriye'ye gireceğiz ' diyerek paralel medyayı bu tekinsiz kehanetinin peşinden koşturuyor.

CHP Genel Sekreteri'nin ' Suriye'ye gireceğiz ' açıklaması önce bir gazeteye manşet oldu. Daha sonra Pensilvanya Örgütü'nün televizyon kanallarına da aynı açıklamayı yapmış.

Acaba geçmiş dönemde Sovyet Haber Alma Örgütü KGB'nin düştüğüne benzer bir yanılgının kurbanı mı oldu? Belki hatırlarsınız... Soğuk Savaş'ın devam ettiği yıllarda Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında ' Uzay Yarışı ' vardı. Sovyetler 1957'de ' Laika ' adlı bir köpeği Sputnik-2 roketi ile uzaya göndererek bu yarışta önde giderlerken, Amerika 1969'da Apollo-11roketi ile aya insan gönderip öne geçmişti. Her gece mehtaba çıkmak İşte o dönemde KGB'nin görevlileri tüm dünya ülkelerini izleyerek, bu yarışta kendilerine yararlı olacak bilgilere ulaşmaya çalışıyorlardı... Bunlardan biri İstanbul radyosunu dinlerken ' Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkardık ' şarkısına takılmış...

Popüler İçerikler

Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Asgari Ücretin Açıklanmasından Sonra Cumhurbaşkanı’na Mesaj Atan Kadir İpek Gözaltına Alındı