Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Gün geçmiyor ki memleketin bir köşesinden restorasyon faciası haberi duyulmasın. Türkiye’de çok çok istisna hâller dışında, restorasyon tarihî bir yapının başına gelebilecek en büyük felakettir. Malum, son restorasyon skandalının adresi Antakya Arkeoloji Müzesi . Konu, Antakya Gazetesi ’nden Tamer Yazar ’ın yazdığı bir yazıyla gündeme taşındı.

52 milyon lira maliyetle 55 bin metrekare alan üzerine kurulan dünyanın ikinci büyük mozaik sergileme alanına sahip Antakya Arkeoloji Müzesi’nin sahip olduğu Roma dönemi mozaikleri nin son hâli görenleri hayrete düşürdü. Restorasyonla eserlerdeki ifadelerin estetik ameliyat geçirmiş gibi bozulması, eski müzedeki orijinallerinde görülen ancak yeni müzeye taşındıktan sonra bazı parçaların yok olması ciddi bir skandal.

'SEN her türlü seçim suçunu işle, arkanda ben varım koçum, tamam mı aslanım benim'.

Tam 2 bin 586 soruşturma dosyası, sanık konumunda yaklaşık on bin kişi, üç yıl önce hepsi affediliyor. Hem 2010 Anayasa referandumu, hem de 2011 Haziran genel seçimlerinde 'seçim yasalarına muhalefet suçu nedeniyle' 2 bin 586 soruşturma dosyası var. Bu dosyalarda adı geçenlerin affa uğraması için AKP Temmuz 2012'de yine bir 'torba yasa'da seçime muhalefet suçlarında zamanaşımını iki yıldan altı aya düşürüyor. O dosyalarda adı geçen on bin kişiye örtülü af.

KART PEŞİNDE

O dosyalarda adı geçenler kim? Şimdi ne yazık ki, adaylık dışında bırakılan CHP milletvekili Atilla Kart bu sorunun peşine düşüyor. O sırada Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ'a dört-beş kez soru önergesi veriyor, 'Affa uğrayanlar arasında AKP üyesi var mıdır, varsa kaç kişidir, bürokrat var mıdır, varsa kaç kişidir ve kimlerdir?' Bozdağ yanıt vermekten ısrarla kaçıyor, sadece 2 bin 586 dosya olduğunu açıklıyor, isim ve görev vermeye gelince, 'Kişisel verilerdir, açıklanamaz' diyerek saklıyor.

Seçimlere yaklaşıyoruz. Yaklaştıkça, partiler birbirlerine karşı söylemlerini sertleştiriyorlar.

Bu seçim, son yılların en kritik seçimi olacak. Bundan şüphe yok.

Partiler, özellikle, AK Parti ve HDP için çıta çok yüksek. Fakat, bu partilerin çıtaya yaklaştıkları üzerine bir veriye bugün için sahip değiliz.

“Belirsizlik” derecesi çok yüksek bir seçim ortamı yaşıyoruz.

Sağlıklı yorum yapmak için, üç yere bakabiliriz: (i) 2002’den bugüne partilerin seçimlerde aldığı oy oranları; (ii) güvenilir kamu oyu araştırmaları sonuçları; (iii) liderlerin konuşmalarının içerik analizi.

Bu üç yere bakarken, acaba elimizde “tekrarlanarak oluşan eğilimler” var mı sorusunu sorabiliriz?

Siyasilerin seçim vaatleri ve birbirleriyle uğraşmaktan başka pek bir şeyle ilgilenmediği günlerde, Roboski’de son iki ay içinde 40 katır itlaf edildi...

İnsanların sinek gibi öldürülüp hesabının verilmediği bir ülkede, katırların öldürülmesi kimin umurunda, öyle değil mi?

Ama olmalı, hatta büyük gürültü koparmalı...

Sırf “sınır ticaretinde kullanıyorlar” diye komik bahanelerle masum hayvanların canını aldıkları için değil...

3.5 yıl önceki katliamın hesabını Roboskililere vermemekte direnen devletin, tek geçim kaynağını ellerinden aldıkları için de değil.

Kürtlere ayrımcılığın tersine, Suriyeli mücahitlerin kaçakçılığına, giriş çıkışına göz yumulduğu için, büyük gürültü koparmalı.

En son Bakanlar Kurulu toplantısından sonra 27 Nisan akşamı Başbakan Davutoğlu, bakanlara eşli olarak yemek vermişti.

O yemekten birkaç enstantane yansıtmak istiyorum. AK Parti'deki siyaset kültürünü yansıtması açısından, orada yapılan konuşmaların önemli olduğuna inanıyorum.

AK Parti seçimlere gidiyor. Üç dönem kuralı nedeniyle yemeğe katılan bakanların önemli bir kısmı milletvekili adayı değil. 7 Haziran günü itibariyle milletvekillikleri de sona erecek.

Bu isimler AK Parti'yi ortaya çıkaran “Erdemliler hareketi”nden geliyorlar. Bülent Arınç, Mehdi Eker, Faruk Çelik gibi Erdoğan'ın yol arkadaşları var. Mahalle muhtarlıklarındaki değişimde dahi büyük olayların yaşandığı ülkemizde, siyasette, ”Özgül ağırlık” sahibi bu isimler, nefislerini “Ayaklarının altına” alma fazileti göstererek, aktif siyasi hayattan en azından şimdilik olmak kaydıyla çekiliyorlar. O insanlar da etten kemikten ibaret. O insanlar da nefis taşıyorlar. Belli ki o anda bir siyasi hırs olmasa bu işi yapmaları mümkün değil. Ama onlar, ”Dava” diyorlar. İlk olarak yola çıktıklarında, kendilerine, ”Erdemliler hareketi” ismini verdikleri gibi aktif siyasete bir dönemlik ara verirken de siyasi erdemliliğin örneklerinden biri sergiliyorlar. Bu çok kolay olan bir iş değildir.

Cumhurbaşkanlığı makamı, hassasiyeti dolayısıyla, yüksek güvenlik gerektirir.

Ve bu hassasiyet nedeniyle, genel bir prensip olarak, çok özel koşullar altında korunma ihtiyacı da bir noktaya kadar makul karşılanmalı.

O yüzden, şimdi size “İnşaatı başladığından bu yana gündemden düşmeyen Cumhurbaşkanlığı Sarayı üzerinde uçuş kısıtlaması olduğunu biliyor muydunuz” diye sorsam, bilmeseniz bile “Olabilir” cevabını verebilirsiniz.

Ama hava koşulları kötü ise, Saray’ın üzerinden geçen uçak, ana muhalefet partisi liderini taşıyorsa ve üstelik bu iki durum bir arada bile olsa sonuç değişmiyormuş desem değerlendirmeniz ne olur?

Bugün bir “istatistik” yapılsa; “1972 6 Mayısı’ndan önce doğan her 100 çocuktan kaçının adı Deniz’di, 1972 6 Mayısı’ndan sonra doğan her 100 çocuktan kaçının adı Deniz’dir?” diye bakılsa, aradaki büyük fark, bize 6 Mayıs 1972’de simgelenen dönemin mücadelesinin Türkiye toplumunda ne kadar derin bir iz bıraktığını gösterir. Ve bu izin derinliğidir ki; 1972 6 Mayısı’nın üstünden geçen 43 yıla karşın; Edirne’den Van’a, İzmir’den Diyarbakır’a, Samsun’dan Adana’ya… ülkenin her yanında 43 yıldır her 6 Mayıs günü (Uzun bir zamandan beri 6 Mayıs’ın içinde yer aldığı hafta) Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler ve sosyalizm mücadelesi tartışılıyor. Üstelik de çoğu zaman günlük kaygıları aşarak, bir ucunda 6 Mayıs’ta simgelenen mücadeleden çıkan dersler, öteki ucunda bugünün demokrasi ve özgürlük mücadelesinin stratejisi ve taktiği tartışılıyorsa, bu bile kendi başına 6 Mayıs’ta simgelenen mücadelenin bizler için nasıl bir tarihsel öneme sahip olduğunu gösterir.

Bir belgesel çekmişler adı ' Persona Non Grata! ' ' İstenmeyen adam ' anlamına geliyor ve sonunda da ünlem var dikkatinizi çekerim. Konusu ise ' İşsiz bırakılan gazeteciler ve bu bağlamda medyaya yapılan baskılar. '

3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde piyasaya sürülen belgeselin sorumluluğunu Hasan Cemal'in başında olduğu bir ' platform ' üstlenmiş. Bu yüzden de tabii ki belgeselde bizler gibi Cemaat'in tasfiye ettiği yazarlar ya da büyük medya patronlarının işine son verdiği gazeteciler yer almıyor.

Genel olarak halen çalışan ve Ak Parti karşıtlığıyla tanınan gazeteciler var. Yani mesele, yazacak, konuşacak, program yapacak mecra bulamamaları değil. Tıpkı belgesele konuşan ve halen Cumhuriyet yayın yönetmeni olan Can Dündar gibi, dertleri sabah akşam sövdükleri medya organlarında da niçin çalışamadıkları.

1910’da başlayan ‘siyahları şehrin belli bölgelerinde karantinaya alma’ politikası, sonuçlarını 2015 yılında vermeye devam ediyor.

ABD'de kölelik, kanlı bir iç savaştan sonra 1860’lı yıllarda yasaklanınca yaklaşık 5 milyon köle, ‘vatandaş’ statüsü kazandı. Yüzbinlercesinin ilk işi, yollara düşmek oldu. Kimi başka sahiplere satılan annesini, kimi babasını, kimi eşini, kimi çocuklarını kimi diğer kayıp akrabalarını arıyordu. Eğitimsiz ve yoksullardı. Güneyin birkaç eyaletine hapsolmuşlardı. 1900 yılında bile siyah nüfusun yüzde 90’ı güney eyaletlerin tarlalarında yaşıyordu.

“St Louis’in geçen yıl isyanlara sebep olan siyah gettosu Ferguson da, Baltimore’un geçen hafta isyanlara sahne olan gettoları da yerel, eyalet ve federal politikalar tarafından bilinçli politikalarla yaratılmış yerleşim alanları.”

17-25 Aralık hırsızlık yolsuzluk soruşturmalarının açılması ve bir hışımla aynı hızla kapatılmasından bu yana en fazla duyduğumuz, okuduğumuz sözcük “paralel” oldu. Hırsızlık yaparken MOBESE kameralarına yakalanan garibandan devletin en yüksek kademelerindekilere kadar, şu veya bu şekilde suça bulaşmış kim varsa, kendini temize çıkarmak için paralel komplosuna sığındı, sığınıyor. Paralel deyince, aklıma hemen Tan Oral’ın o güzel karikatürü geliyor: Öğretmen tahtaya iki paralel çizgi çizmiş, “Bakın çocuklar; bu buna paralel, bu da buna paralel” diyor.

“Gülen Cemaati” dememek ve hedef bulandırmak için özenle uydurulmuş, siyasal içerikten ve anlamdan yoksun, hukuksuzluğa, keyfiliğe açık, düşman/hain yaratmaya, palazlanan iktidar ortağını kriminalize etmeye yarayan bir kavram bu. Ama, kırk kere değil kırk milyon kere tekrarlanınca, herkes alıştı, yaygın kullanıma girdi. “Baaayan” sözcüğünün kadın’ın yerini alması, en ummadığınız kişilerin “by by” demesi, inmek fiilinin yerini iniş yapmanın; heyecanlanmanın, hırslanmanın, gururlanmanın, vb. yerini heyecan yapmak, hırs yapmak, gurur yapmak gibi ucube deyişlerin alması gibi… Galiba önce ekmekler ve dil bozuluyor, sonra her şey…

Popüler İçerikler

Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Daron Acemoğlu'nun Atatürk Hakkındaki Yorumlarına Gelen Tepkiler
Türkiye'de 9.05'te Hayat Durdu! Atatürk'e Saygı Duruşu!