Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Abdullah Gül’ün hoşnutsuzluğu, telefondaki sesine de yansıyordu. “Benim de zihnim berrak; ayrıca konu hakkında önceden haberdar edilmediğim için, öğrendiğimde duyduğum ve etrafımla da paylaştığım rahatsızlık yüzünden de unutmam mümkün değil” dedi.

Konuyu anladınız sanırım. Başbakan Ahmet Davutoğlu, kendisinin Pennsylvania’ya kadar gidip Fethullah Gülen’le görüşmesini kalemlerine dolayanlara cevap olarak, “Ben oraya dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ının onayıyla gittim” demişti de, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “O beyanın benimle ilgili kısmı yanlış; ben sonradan öğrendim” düzeltmesini yapmıştı.

Başbakan Davutoğlu ise Cumhurbaşkanı Gül’ün gidişten haberi olduğuna emin; zihninin berrak olduğunu özellikle belirterek, “Hiçbir görüşmeyi devlet kaydı dışında yapmadım” deme ihtiyacı duydu.

Ne oluyor?

'Ciddiye almayın bunlar gerçek fikirleri değil, milliyetçi oylara oynuyorlar, sonra düzelecek' demek de aklın ve haysiyetin sınırlarını çatlatır. Bu işler çocuk oyuncağı değil.

Muzaffer Ayata PKK’nin kurucularından biri. Uzun süre Almanya’da yaşadı. Şu anda ise Kandil’de.

Kürt hareketine mensup herhangi biri olmadığı gibi, herhangi bir yerde de bulunmuyor.

O nedenle onun Özgür Gündem gazetesinde yazdıklarını bu gözle incelemek lazım.

2 Mayıs’taki “PKK Kongresi ve Erdoğan” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “PKK kendi içinde tartışarak kongre hazırlıklarına başlamayı kararlaştırdı. PKK tam sürece göre kendisini hazırlamaya ve kongreyi toplamak için çalışmalara başlamışken Erdoğan’ın açıklamaları geldi…

Bir süre önce Türkiye bir tahliye skandalına tanık oldu. 

Tutuklu cemaat polis ve mensuplarına ilişikin tahliye kararı, onları tutuklayan hakimlerin tümünün soruşturma dosyasıyla ilgili yetkilerinin kaldırılması, mevcut kanunlar, mahkemelerin görev alanları, bugüne kadar yaşanan yargı darbeleri dikkate alındığında bir operasyon görüntüsü taşıyordu.

Kanunlarda, mevzuatta fare deliği arayan, bulduğu boşluktan giren, bunu uygun hakimlere denk getirerek yargının gücü ve yetkisini siyasi çıkarlar etrafında garip tutuklama ve tahliye kararları görüntüsüne bir yenisi ekleniyordu.

Türkiye'de kimilerinin polis ve yargıç kılığında fedailer, hatta haydutlar haline gelmesi, stratejik bir yayılma planıyla HSYK'da, savcılıklarda, mahkemelerde, Yargıtay'da kritik köşe başlarını tutmaları, Türkiye'nin en büyük demokrasi açıklarından birisine, son derece önemli bir otoriterleşme kaynağına işaret etmektedir.

Eğer yine de seçimi AKP alırsa, iki olasılık vardır:

Ya o meçhul seçim hilesi yine yapıldı…

Ya da herkes tiyatrocu…

*

Ankara’dan, Manisa’dan, İzmir’den, Urfa’ya kadar dolandık… Kızgın olmayan, yaka silkmeyen, nefretini dile getirmeyen, pişmanlığını itiraf etmeyen, ağzı köpürmeyen bir tek kişiye olsun rastlamaz mı insan?..

Türkiye başına geleni yeni anladı sanki…

Bence nihayet Anadolu’nun vicdanı sızlar gibi

*

İnsanlarla uzun konuşmalara gerek yok…

Tek kelime yetiyor açmaya…

“Saray” deyip susun mesela…

Köpürüyor ağızları…

Kızgınlık dökülüyor dudaklardan…

Türkiye’de iki hâkimin, güçlünün hoşuna gitmeyen bir karar aldıkları için tutuklanmaları, güçlünün yargı üzerinde mutlak tahakküm kurmasının sondan bir önceki adımıdır. Son adım, hâkimlerin doğrudan güçlü tarafından atanması ve sadece ona karşı sorumlu olmalarıdır. Cumhurbaşkanı’nın HSYK Başkanı’nı azarlaması ve bağımsız yargının güvencesi olması gereken bu kurumun başındaki şahsın süklüm püklüm özür dileyip, verilen emrin gereğini hemen yerine getireceğini beyan etmesiyle son adım da artık atılmak üzere havada bekliyor.

İki hâkime yöneltilen suçun gerçek nedenini AKP basını özetledi: “Paralel yapıyla ilişki içinde korsan tahliye kararı vermek.” Bir hâkimin yetkisi olmadığı iddia edilen bir konuda karar verdiği sabit ise bu kararın bir üst yargı mercii tarafından iptal edilmesi zor değildir. Hâkimlerin verdikleri kararların yanlışlığının üst yargı makamlarınca tespit edilmesi durumunda bunun sicillerine işlenmesi, kariyerlerini etkilemesi doğaldır.

Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın 'Bakanlığımın mahcubiyetidir' dediği Soma faciasının birinci yıldönümü bir hafta sonra.

Göreceksiniz, bir hafta sonra Soma ve hayatını kaybeden 301 madenci yeniden gündeme gelecek ve sonra yine sessizlik.

İyi ki bu 'toplumsal hafızasızlık' ortamında gecesini gündüzüne katarak Soma'da çalışmaya devam eden gönüllüler var.

Bunlardan üçüyle, Afetlerde Psikososyal Hizmetler Birliği (APHB) Yönetim Kurulu Başkanı Suat Özçağdaş, Bilim Kahramanları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Habip ve Allianz Türkiye Kurumsal İletişim Başkanı Fatmanur Erdoğan geçenlerde buluştum.

Soma'da neler yaptıklarına kulak verdim.

Dile kolay Soma faciasından 11 bin kişinin etkilendiği hesaplanıyor.

Mesele Soma'ya sadece maddi yardım ulaştırmak değil.

Mesele, paramparça olmuş hayatlara, travmalı insanlara ve özellikle ailenin bir ferdini kaybeden ya da madenci babaları için kaygı duymaya devam eden çocuklara uzun soluklu destek sağlamak.

Dün enflasyon rakamları açıklandı. Buna göre tüketici fiyat enflasyonu Nisan ayında yüzde 1,63, üretici fiyatları yüzde 1,43 oranında arttı. Bu arada yıllık tüketici enflasyonu yüzde 7,91’e yükseldi.

Peki, niye tüketici fiyatları hızla yükseliyor?

Yükseliyor, çünkü gıda fiyatları hızla artıyor. Son dört ayda gıda fiyatları tam yüzde 10,6 oranında çoğaldı. Dolayısıyla enflasyonun yükselmesinde gıda fiyat artışı önemli rol oynuyor. Hâlbuki dünyada gıda fiyatları geriliyor. Şöyle ki; Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nun verilerine göre Mart ayında gıda fiyat endeksi geçen yılın aynı ayına göre yüzde 18,7 oranında geriledi.

Peki, dünyada gerilerken gıda fiyatları niye Türkiye’de hızla artıyor?

Gıda fiyatlarının hızla artmasının nedeni şu; son 13 yılda ekonominin kaynakları lüks AVM, lüks konut, lüks lokanta, lüks otomobil ve lüks kamu binalarına harcandı. Dolayısıyla tarımsal üretimi artıracak GAP ve Konya Ovası Sulaması Projesi’ne yeterli kaynak aktarılmadı. İşte bu nedenle nüfus hızla artarken tarımda üretim artmadığı için gıda arzı yeterli düzeyde çoğalmadı. Tabii bunun sonucunda gıda fiyatları hızla yükselmeye başladı.

Ülkelerindeki savaş koşulları ve ekonomik imkansızlıklar nedeniyle kaçak ve tehlikeli yollardan Avrupa ülkelerine gitmeye çalışan göçmenlerin trajik hikayeleri, AB'nin bu krize derhal müdahale ederek tüm mülteci politikasını gözden geçirmesi gerektiğini işaret ediyor.

Geçtiğimiz günlerde Akdeniz'i geçerek Kuzey Afrika üzerinden İtalya'ya gitmeye çalışırken tekneleri alabora olan 400 göçmenin boğularak hayatını kaybetmesi ile ilgili bir makalenin taslağını bitirdim.

Göçmenlerin ölümüyle birlikte, 2015 yılında bu tehlikeli Avrupa yolculuğu uğrunda yaşamını yitirenlerin sayısı 650'yi aşmış oldu. Bu rakam, rekor sayıda ölüm yaşanan 2014 yılının aynı dönemindeki ölü sayısından ve 2013 yılında yaşanan ölümlerin tamamından fazlaydı.

“Batı, tıpkı Libya örneğindeki gibi, başlamasında ve tırmanmasında etkili olduğu savaşlardan kaçan insanlara yardım etmekle ahlaken yükümlü.”

Bugünlerde siyasi partilerin en çok konuştukları konuların başında “sosyal güvenlik” ve “emekliler” geliyor. Seçimler yaklaşırken sosyal güvenlik sistemi üzerinden konuşuyor olmak, toplumun neredeyse tamamını ilgilendirdiği için çok önemli.

Sosyal güvenlik çok önemli bir anayasal haktır. Yani işçi, esnaf ya da memur olarak çalışan bir kişi “Ben sigortalanmak istemiyorum” deme hakkına sahip değil. Aynı şekilde, sağlık hakkı da, sosyal güvenlik içerisinde yer alan önemli bir hak. Zorunlu sağlık sistemi, 1 Ocak 2012’den bu yana adından da anlaşılacağı gibi vatandaşlar için zorunludur. Sadece geliri, asgari ücretin üçte birinin (400 TL) altında olanların primini devlet karşılamaktadır.

Sosyal güvenlik sisteminin kapsama alanında elbette çalışanlar kadar, emekliler ve her ikisinin de bakmakla yükümlü oldukları bulunuyor. Bu grupların tamamı, genelde “sosyal güvenlik kapsamı” olarak adlandırılıyor. 2015 Ocak ayı verilerine göre Türkiye’de sosyal güvenlik kapsamında bulunanların sayısı toplam 64 milyon 813 bin kişi.

Tabloda da görüleceği gibi, kapsamda bulunanların sayısında giderek artış var.

“Mecit Baskın ve Avukat Yusuf Ekinci cinayetinin bizzat tanığıyım. Ben aldım, Ayhan Akça öldürdü. İbrahim Şahin tüm bunlar için bize ‘MGK kararıyla yapılıyor’ dedi.”

Bu sözler, gözaltında kayıplar döneminin aktörlerinden Ayhan Çarkın’a ait. Eski özel harekât polisi Çarkın, nedendir bilinmez girdiği itiraf süreci içerisinde işlediği cinayetler, gözaltında kaybetmeler, yargısız infazlarla birlikte emrin en yukarıdan verildiğini de anlatmıştı:

“Bunlar, dönemin cumhurbaşkanının, başbakanlarının, MGK’nin, İçişleri Bakanlığı’nın, bakanlığa bağlı İstihbarat ve Özel Harekât Daire Başkanlıkları’nın ve MİT’in içinde bulunan Kontrterör Daire Başkanlığı’nın ve kurumlarının talimatları, bilgileri ve koordinasyonları vasıtasıyla, yani o dönemki devletin yöneticilerinin bilgileri dahilinde işlenmiş cinayetlerdir. Yoksa hiç kimse pervasızca böyle cinayetler işleyemez. Herkes bilgi sahibi, fakat nedense hiç kimse bugüne kadar kılını dahi kıpırdatmamış. Olayların üzerine gitmek yerine, sadece kendi egolarının peşlerine düşerek ekonomik rant elde etmişlerdir.”

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı