Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Doğrusu “suskunluk sarmalı”; Alman siyaset bilimci Neumann’ın 1974’te ortaya attığı teorinin adı.

Bu teori, seçim döneminde çekingen ve suskun partililerin seçim yaklaştıkça nasıl parti değiştirdiklerini açıklıyor. Mülkiye’de, Fakülte Kurulu Salonu’nda master öğrencileriyle birlikte -sanıyorum 1984’te- Nermin Abadan hocanın nezaretinde doğrudan Neumann’dan dinlemiştim bu ilginç teoriyi. Merak edenler İletişim Yayınları arasında yer alan aynı isimli kitabı da bulup okuyabilirler. Neumann, Alman Hıristiyan Demokrat Parti’nin teorisyenlerinden biriydi ve bu teoriyi muhafazakâr seçmen kitleleri üzerindeki gözlemlere dayalı olarak geliştirmişti. “Suskunluk sarmalı” bir siyasî iletişim teorisi ve oldukça basit. Bulunduğu kamusal ortamlarda, çevresindekilerle ters düşmemek için düşüncelerini açıklamaktan çekinen seçmenler zamanla fikirlerinden de vazgeçiyorlar. Bu sonucu belirleyen insanın tartışmalı ortamlara dair en doğal tepkisi olan, hakim görüşe ters düşmeme eğilimi. Medya kanallarından ve gündelik hayattan gelen çapraz baskıya maruz kalan vasat seçmenler, önce görüşlerini saklıyor sonra zamanla “uyma” tepkisi gösterip değiştiriyorlar. Taraftarlarının sesi az çıkan, baskın görünmeyen, psikolojik hakimiyet kuramayan parti, kampanya döneminde oylarını hızla kaybediyor.

BÜTÜN dünyaya şunu ispatladık:

Türkiye, dünyanın 'en iyi kınayan' ülkesidir.

Çok iyi bir kınama stratejimiz var.

Çok derin.

Çok yönlü.

Çok proaktif.

Çok uyanık.

Çok taktiksel.

Mesela Avusturya 'soykırım' dediğinde...

Çekiyoruz hemen bizim elçiyi.

Son bir iki haftadır, “soykırım” meselesi tartışılıyor. Soykırımın, hukuki bir anlamı var. Dolayısıyla hukuki sonuçları da. Ermeni yurttaşlarımızın uğradığı acıları paylaşmak başka, “1915’te soykırım yapıldı” demek başka.

Türkiye’de “soykırım” yerine, “sözde soykırım iddiası” tabiri kullanılıyor. Artık, “sözde”yi bir kenara bırakalım. “İddia”, zaten “sözde” anlamına geliyor.

Soykırım tartışması peş peşe alınan parlamento kararları ve devlet başkanlarının konuşmalarıyla, daha ziyade siyasi bir nitelik taşıyor. Amaç, Türkiye’deki Ermeniler’in, kendilerini huzur içinde hissetmesini sağlamak ya da Osmanlı Devleti’nin bir hatasını, ayıbını ortaya koymak değil. Tazminat ödenmesi, mal-mülk iadesi, hatta arazi talebi gibi hukuki sonuçları mevcut. Dolayısıyla Türkiye soykırım yapıldığını hiçbir zaman kabul etmez; edemez.

Türkiye, 1915'in 100. yıldönümü'nde, uluslararası politika ağırlık sahibi olan 'müttefikleri'ne ve hatta 'dost' olmaya çalıştığı -örneğin Rusya- kim varsa ters düşmüştür.

1915'in 100. yıldönümü, ilki genel, ikincisi bugünkü iktidara ilişkin, şu iki çok önemli sonucu geri dönüşü olamayacak şekilde beraberinde getirdi:

1. Türkiye'nin bugüne dek 1915'e ilişkin 'resmi söylemi' çökmüştür. Onunla birlikte 'soykırım sözcüğünü önleme diplomasisi' de.

2. Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin 'İslâm dünyası liderliği ve temsilciliği' iddiası, 1915'in 100. yıldönümüyle birlikte, 'İttihat Terakki'nin mirasını üstlenmiş olmaları' ve dolayısıyla 'AKP projesi'nin gelip dayandığı noktanın 'Türk ulus-devleti' –hatta 'derin devleti' ile 'buluşma noktası' olması nedeniyle bitmiştir.

Seçim bir dönemin bitmekte olduğunu fark ettiğimiz bir tarihsel dönemece denk geliyor ve yeniyi üretmek açısından asıl sorumluluk bu iddiayı taşıyan, bunu bir hedef ve seçim vaadi haline dönüştüren iktidara düşüyor. Öte yandan siyaset AKP’nin rahat koşullarda iktidar olmasına izin vermeyebilir. Siyasi sistemin ve vatandaşlık bağının yeniden tanımlanacağı, tutarlı, işlevsel ve meşru zeminde yeniden üretilmek zorunda olacağı bir dönemin eşiğindeyiz. Bir yandan bunu tek başına yapmanın sakıncaları var, diğer yandan öteki partilerin söz konusu dönüşüme çeşitli nedenlerle direnmeleri mümkün. İktidar hem yeni anayasayı yapmak ve sistemin dönüşümünü gerçekleştirmek, hem de muhtemel çalkantılara ve risklere karşı dayanıklı olmak zorunda. Söz konusu çoklu hedef AKP’nin kendine özgü bir aday ‘aritmetiği’ aradığını ima ediyor...

Birincisi ortaya çıkan liste büyük ölçüde teşkilatın damgasını taşımakta. Siyaseten güçlü ve toplumsal bağı kuvvetli olan AKP teşkilatının iç dengeleri listeye yansırken, merkezin isim bazında az ama sıralama açısından epeyce etkin olduğu söylenebilir. Bunun ötesinde tabii ki merkezin kendi tercihlerinin listede yer bulmasını sağlayacak imkanların da baştan yaratıldığını varsayabiliriz.

Osmanlı İspanya'daki Katolik yobazlığın kovduğu Yahudilere kucak açarken 1492'nin bağnaz Avrupa'sından çok ilerideydi. Ama aynı Osmanlı 1789'daki Fransız İhtilali ile devreye giren 'Vatandaşlık' ve 'Milliyetçilik' olgularını kavramakta geride kaldı. Yunan milliyetçiliği, Bulgar milliyetçiliği Osmanlı'yı tehdit etmeye başlayınca, Ermeni milliyetçiliğinin şiddet yoluyla etkisiz hale getirilebileceği sanıldı...

Osmanlı Türkleri mi?

1915'teki 'Ermeni Tehciri'ni 'Soykırım' olarak değerlendiren ülkelerin basınında, bizi suçlayan haber ve yorumlarda, bu insanlık suçunu 'Osmanlı Türkleri'nin işledikleri şeklindeki hatalı ifadeler var. Belli ki bu haber ve yorumları yazanlar, bizdeki bazıları gibi tarih bilincinden de, bilgisinden de yoksunlar. O dönemde yönetimde ağırlıkları olan ve 'Tehcir'de ağırlıklı rol oynayan 'Osmanlı Kürtleri'nden belli ki haberleri yok. Veya İttihat Terakki'nin izlediği baskıcı siyasetten zarar gören 'Osmanlı Türkleri'nin varlığından da habersizler...

İnsanlarda bir “yuvarlak rakam” merakı var; anlaşılır bir şey: “kırk iki” değil, “kırk beş”; “altmış üç” değil, “yetmiş”. Düz, toparlayıcı. Bunların içinde “yüz” de göz doldurucu, kulak doldurucu.

1915’in yüzüncü yıldönümü gelirken, birçok şey arasında bu “yüz” rakamının da kendine özgü bir rol edineceğini herkes biliyordu. “Doksan sekizde” olmayacak bazı şeyler “yüz”de olabilirdi.

Nitekim oldu. Dört ülkeye derin teessüflerimizi bildirecek olduğumuzu yazıyor gazeteler. Fransa tabii var işin içinde, ama Rusya da var –oysa aramız ne kadar iyiydi bugünlerde. Her bakımdan kendimizi yakın hissediyorduk. Şimdi Rusya’ya da “Asıl soykıran sizsiniz” demişiz. Obama, 2015’in 24 Nisan’ında da ağzından “S” sesiyle başlayan o kelimeyi çıkarmadı, ama onu da kınıyormuşuz. Zaten adam “S”li kelimeyi söylemiyor ama Ermenice’sini söylüyor kaç yıldır. “Abesle iştigal”. Kınanacak dördüncü ülke de Almanya, çünkü Gauck da “soykırım” dedi.

Bak hele! Alman da mı “soykırım” dedi? Ona mı düşmüş?

Sömürenler ölenlerin üstünde yükselir!

Finansal getiri için insanlık tarihinde yapılanların hesabını kime soracağız!

Sevgili dostlarım, “Küresel kapitalizm nedir ve ne kadar vahşi olabilir” sorusuna cevap ararken bazı detayları birlikte sorgulamak ve “bugün neler oluyor-neler olabilir” sorularına da cevap aramak istiyorum...

Obama “Amerikan halkının” askeri-endüstriyel yapıya karşı “zaferiydi”! Siyah bir Başkan seçilmiş ve “savaş makinesini” durduracağına söz vermişti! Sözünü de tutu, tutamadı ve geçmişteki başkanların yapamadıklarını elinden geldiğince yapmadı denedi-denemedi! Dönem dönem darbe aldı, adım atmayı denedi! YAPABİLDİ Mİ! Vicdanı rahatsa sorun yok!

Sevgili dostlar, o günlerde şu tezi ortaya atmıştım: Vietnam’da “zirve yapan” Askeri-Endüstriyel kompleks yapı asla pes etmez, kenara çekilebilir ama bir dönem sonra her türlü imkânı kullanarak ortaya çıkacaktır...

İnsanlık tarihine en çok yön veren durum nedir sorusuna verilebilecek başlıca yanıt şudur:

Göç…

Bu nedenle tarihi ve göçü yan yana getiren tarif şöyledir:

Göç tarihin motorudur.

Asya’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Amerika’ya göç, tarihin akışını değiştirecek kadar önemli olmuştur.

Daha iyi bir yaşam arayışının sonucu olarak gündeme gelen göçün tek nedeni bu değildir. Yine tarih, zorunlu olarak yaşanan ve içinde tarifsiz acılar barındıran pek çok göçe tanıklık etmiştir. Böylesi göçler o kadar büyük acılar doğurmuştur ki, kırım ve kıyımla birlikte anılmıştır.

Anadolu insanı da bunun acısını, sancısını çok çektiği için şu tanım kuşaktan kuşağa yer etmiştir:

Bir hayalim var.

HDP ’nin ’da barajı geçmesi.

Bir hayalim var.

CHP ve MHP oylarının artması.

Bir hayalim var.

Erdoğan ’ın başkanlık umudunun çökmesi.

Bir hayalim var.

AKP ’nin tek başına hükümet kuracak çoğunluğa veda etmesi.

Bir hayalim var.

Saray’daki Sultan ’ın sarayında kendi başına kalması.

Bir hayalim var.

Bir koalisyon hükümetinin kurulması.

Bir hayalim var.

Koalisyonla birlikte, demokratik bir anayasa için kolların sıvanması.

Popüler İçerikler

Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu