Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Böyle bir felâket, 100 yıl önce bizim ülkemizde, bizim topraklarımızda, bizim yanımızda, biçim içimizde gerçekleşti. Obama veya bir başkası şu ya da bu kelimeyi söylese veya söylemese, bizim için 'tarihle yüzleşmek' zorunluluğu ortadan kalkmıyor.

Obama, bu kez, 1915’in 100. Yıldönümünde “Soykırım” diyecek mi, demeyecek mi?

Diyelim ki, demedi. 1915’in ne olduğu, ne olmadığı değişecek mi?

Washington kaynakları demeyeceğini, yine “Metz Yeghern” yani “Büyük Felâket” sözcüklerini kullanacağına değiniyorlar. Türkiye’nin AB’den sorumlu devlet bakanı de, Obama’nın “soykırım” diyeceğini tahmin etmiyor. “Tahminim ve akıl yolunun beni buraya getirdiği nokta ABD başkanının bu ifadeyi kullanmayacağı yönünde. Kullandığı takdirde böyle bir ifadesinin yaratabileceği sonuçların bölge ve dünya barışı için yanlış sonuçları olacağını düşünüyorum' demiş.

Bundan önceki seçimlerde...

AK Parti vaat ederdi.

Muhalefet partilerine ise sadece 'Kaynak nerede' diye sormak düşerdi.

*

Farkında mısınız?

Olay tersine döndü.

*

Bu seçimde...

Muhalefet partileri vaat ediyor.

AK Parti'ye ise sadece 'Kaynak nerede' diye sormak düşüyor.

*

Üstelik...

AK Parti, 'Kaynak nerede' diye sordukça...

Unutulmaya yüz tutmuş sarayların, ayakkabı kutularının, pahalı kol saatlerinin, uçakların falan bahsi açılıyor.

*

Tarihin hükmü ne olur bilemiyorum ama benim hükmüm şöyle:

Davutoğlu Ahmet Hoca pek bir siyaset acemisi çıktı gibi.

Kürt seçmenlerin bir bölümünü siyasette temsil eden HDP'nin çözüm üretmesi gereken öncelikli sorunu 'Bütün Türkiye'nin Partisi' olmak veya 'Barajı geçmek' değildir. Çünkü 'Bütün Türkiye'nin partisi' olmak hedefiyle yola çıkıp, 'anti-Tayyipizm'e takılmış bir avuç 'Beyaz Türk'ün partisi' ya da 'Gülen Örgütü'nün sözcüsü' olmak gibi bir durumla karşı karşıyalar.

Bu acınacak durumun nedenleri arasında 'Oy toplamak' da bulunabilir... Ama asıl neden başta Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP'yi yöneten çekirdek kadronun Abdullah Öcalan'ın yaşadıklarından hiç ders almamış olmaları ve Öcalan'ın siyasi bilincinden kırıntı ölçüsünde bile yararlanmak gereğini duymamalarıdır. 

Selvi'nin gözlemleri 

Abdülkadir Selvi'nin dün Yeni Şafak'taki köşesinde yazdıklarını, HDP'yi yöneten çekirdek kadro bilinçle değerlendirip özümleseler, karşı karşıya bulundukları çıkmazdan belki kurtulmayı denerler.

Biliyorsunuz, yarın 24 Nisan. 

Sanırım yine biliyorsunuz 24 Nisan, dünya, hele hele Türkiye’nin yakın tarihi için çoooook önemli bir yıldönümüdür. 

Tabii içinizde benim gibi milli hisleri zayıf olanlar hemen şeyi hatırladı… Eee, şeyi… Sözde Ermeni, sözde soy, sözde kırımının, sözde 100., sözde yıldönümünü… Hani şu 24 sözde Ermeni, sözde aydınının İstanbul’da tek tek toplanıp bir daha dönmemek üzere sözde sürgüne, oradan da sözde ölüme yollandıkları günün yıldönümü. 

Ve tabii yanıldılar… 

Milli hisleri daha güçlü olanlar ise belki de Çanakkale Savaşları’nın en kanlı sayfalarından biri olan Anzak çıkarmasını, o sırada yaşanan göğüs göğüse süngü savaşlarının 100. yıldönümü olduğunu düşündü.

Türkiye’de okul çağında olan 893 bin çocuk aile bütçesine katkı yapması için haftada 40 saat çalıştırılıyor. İş Kanunu’na göre 15 yaştan küçüklerin çalıştırılması yasak ama cezası caydırıcı değil, sadece 1478 lira.

23 Nisan 1920, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilan ettiği tarihtir. Bugün millet iradesi temsil edilmeye başlanmıştır. Atatürk, 23 Nisan 1924’te “23 Nisan” gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiş, 5 yıl sonra da bayramı çocuklara armağan etmiştir.

Çocuklar daima en iyiyi hak ederler. Onların eğitimleri ve yetiştirilmeleri bir ülke için en önemli unsurdur. Ne yazık ki, en önemli toplumsal sorunlardan birisi çocukların çalışmaya zorlanmasıdır.

Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) tüm dünyada yaklaşık 120 milyon çalışan çocuk olduğunu tahmin etmektedir. UNICEF tahminleri ise bu rakamı yaklaşık olarak 150 milyon olarak vermektedir.

Bizden gittikçe uzaklaşan, konuşmayan, elimizden kayıp gittiğini, internete ve çoklu medya ortamlarına kurban ettiğimizi düşündüğümüz çocuklarımız için en büyük bayram hediyesi, onlarla birlikte geçirilecek samimi, sıcak zamanlardır.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla hepimizde bir sevinç, heyecan ve telaş var. Ebeveynler bir yandan eski çocukluk anılarını hatırlamakta, diğer yandan da kendi çocukları ve torunlarıyla yeni bayramları deneyimlemekteler. Değişen toplumsal hayatın ve yeni iletişim teknolojilerinin etkisiyle, bayramların kutlanma biçimleri evrilmekteyse de içeriğin aynı hızda değişemediği çok açık.

Aslında teknolojinin yardımıyla hayatlarımızın akıl almaz boyutlarda hızlandığına, çeşitlendiğine ve bilgi bombardımanı içinde şekillendiğine tanık oluyoruz. Anında, etkileşimli ve bireyin etkinleşmesine olanak veren multimedya ve sosyal medya ortamlarının bizlere başka başka dünyalar, var oluşlar vadetmesinin yanında, içeriklerinin aynı hızda gelişemediğini de görüyoruz. Dr. Ulaş Mehmet Çamsarı’nın bu noktadaki tespitleri oldukça yol gösterici:

Perugia’daki Gazetecilik Festivali Türkiye ile dünya gazeteciliği arasındaki uçurumu gösterdi: Sorun sadece sansür değil bizde emek ve özen de eksik.

Dünyanın en önemli gazetecilik festivallerinden birine, İtalya’da düzenlenen International Journalism Festival #IJF15’e Türkiye'den katılan beş kişiyiz: P24'ün kurucularından Andrew Finkel ve Yavuz Baydar Türkiye’de medyanın nasıl bir kuşatma altında olduğunu anlattılar, Milliyet'in dış haber editörü Gülsin Harman ve İstanbul’da yaşayan veri gazetecisi Eva Constantaras kendi kaynaklarıyla geldiler, bir de Twitter’daki sansürü anlatmak için ben katıldım.

Türkiye'deki medyayı konuştuğumuz sunumlarla dünya gazeteciliğini dinlediğimiz sunumlar arasında bir uçurum var. Bu uçurum sadece medya için değil, tüm toplum için oldukça endişe verici.

Türkiye, belki sadece 70-80 yılın değil, Osmanlı'nın yıkılışında, dirlik ve düzenin bozulduğu tarihlerden itibaren ortaya çıkan sorunların hepsi ile yüzleşmeye, halleşmeye, bu yükleri sırtından demokratik bir şekilde atmaya çalışıyor. Bu hem bir şans, hem de bir şanssızlık. Eğer üstesinden gelirsek yeni bir hayatımız olacak, kendi ülkemizde çıktığımız sürgün bitecek.

İşin şanssızlık kısmı da, şansımızı yaratacağımız nokta zaten. Kapaklar inip, engeller birden ortadan kalkınca, iki yüz yılın birikmiş, ötelenmiş, reddedilmiş ve hatta derinleştirilmiş tüm sorunlarını önümüzde bulduk.

TBMM Çocuk Sitesi ülkedeki 23 milyon çocuğa büyüklerin demokrasi masalını anlatıyor. Büyükler yasakları koyar, küçükler uyar. Büyükler güçlü, küçükler güçsüzdür. Siyaset de yasaklardan, yasaklılardan oluşur. Toplumun siyasete katılımı bir sandık kadardır.

Türkiye’de çocuk nüfusu yaklaşık 23 milyonmuş. 23 milyon! Gündemde seçimler olduğu için soralım, acaba meclis çocukların yararına geçen sene neler yapmış? Tutanaklara bakmaya gerek yok. Yanıtı belli.

Ama vitrin boş değil: Artık TBMM Çocuk Sitesi var. Tam bir yıl önce, 23 Nisan’da açılmış ve belli ki, site için epeyce para harcanmış. Yaşlara göre ayrı sayfalar bile var. Hemen başta 5-8, 9-12 ve 13-18 seçenekleri beliriyor.

Popüler İçerikler

Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"