Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Toplumsal, siyasal ve ekonomik çerçevesi eklemleşen 2015 beyannamesinin tutarlı bir 'ruhu' ve bunu yansıtan bir dili var. Edindiğim bilgi; CHP'nin bu seçim beyannamesinde bir toplumbilimcinin, Prof. Sencer Ayata'nın damgasının olduğu yönünde. Peki beyanname gerçekçi mi?

CHP’nin seçim beyannamesi, AK Parti’nin açıkladığı ile arasında iki temel fark beliriyor. Biri, AK Parti geçmişe bakarken, CHP geleceğe bakan bir açı çizmiş. İkincisi ise AK Parti güvenlikçi ve devletçi bir politika çerçevesi koyarken, ‘40 yılın devletçi partisi’ CHP’nin beyannamesi her katmanda bireyi selamlayan ve bireysel özgürlükleri kollayan, genç kuşağa, beyaz yakalılara hitap eden bir çerçeveye oturmuş. Bugün yerinde büyük boşluk olan çoğulculuk ve katılımcılık ön plana çıkarılmış, daha sosyal demokrat çizgiye oturmuş.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu, ”Kemal Bey adına, seçim beyannamesinin açıklanacağı toplantıya davet etmek için arıyorum” deyince acayip havaya girdim. Öyle bir ses tonuyla söyledi ki sanki Kılıçdaroğlu sadece beni davet ediyor. 

Acayip havaya girmiştim. O yüzden toplantının yapıldığı mekâna girerken kendimi fazla yabancı hissetmedim. “Gazeteci bey hoş geldin” diyenlerin elini sıktım. Velhasıl kendimi hiç kasmadım. Salonun dolduğunu farkedince, ilk işim hangi kapıdan daha kolay girilir diye bir keşif yapmak oldu. İyi ki de yapmışım bazı meslektaşlarıma da “en az hasarla” salona girebilmeleri için yol gösterdim. Hani bizim CHP toplantılarında CHP'li basına yol göstermişliğimiz var diye mavra yapsam yeridir.

AK Partililer ne düşünüyor? Nasıl bir ruh halindeler? Gidişatı nasıl görüyorlar? Kendi aralarında bir kavga var mı? Mevcut dağınıklığın nedeni ne? Ne yapmak istiyorlardı, ne oldu? Vardıkları yerden ne kadar memnunlar?

Birkaç haftadır bu soruların yanıtını araştırdım. İlginç ve karmaşık bir manzaraya şahit oldum. AK Partililerin ruh halini yansıtabilmek için, duruma uygun bir hikaye anlatacağım.

Türkiye’yi derme çatma bir gemiye doldurulmuş mülteciler topluluğu olarak düşünün.

AK Parti öncesi geminin yönetimine geçen iktidarlar bize, ‘Avrupa’da çok güzel bir hayat var’ diyerek istikameti Avrupa olarak belirlemişlerdi. Ama aynen Afrika’dan kaçak yollarla kapağı Avrupa’ya atmaya çalışan mülteciler gibiydik.

Bir kibir rüzgârı vardı, hatırlarsınız. Ekonomi kadrolarının estirdiği. Son aylarda havası biraz kaçtı gerçi. Ama iktidarın ekonomi kadroları 13 yıldır şöyle diyordu bize: 

Ülkemizdeki bütün iyi şeyler, -belki kâinatı var eden Big-Bang (Büyük Patlama) dahi- 2002’de başlamıştır... 

Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı CHP Seçim Beyannamesi’nin bütün özü, işte bu kibri tersyüz eden o veride saklı: 

“2002’de Türkiye’nin en zengin yüzde 1’i, Türkiye’nin toplam servetinin yüzde 39’una sahipken, bugün yüzde 1, yüzde 54’üne sahip. İşte bu nedenle 17 milyon yoksul var. Onlar yoksulluğu ortadan kaldırmadılar, yönettiler.” 

Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar...

İtiraf edelim ki CHP hepimizi şaşırttı... Önce “emekliye çift ikramiye” gibi mahallelerde, kahvelerde kulaktan kulağa yayılan parlak bir fikir; ardından “önseçim” rüzgârı; “Milletçe Alkışlıyoruz” reklamı ve dün de Kemal Kılıçdaroğlu’nun sunduğu seçim vaatleri...

Anamuhalefet partisi, ilk defa gündemin peşinden giden değil de “gündem yaratan” bir performans sergiledi. Kimse alınmasın, kızmasın ama geleneksel CHP kurultayları, “Faşizme karşı omuz omuza” kıvamında toplu şikâyet ayinleri olarak geçerdi. (Yanlış anlamayın. Memlekette şikâyet edecek çok konu var ancak; seçmen aynı zamanda “Ülkeyi yönetebilirim” garantisi istiyor.)

Ama o da ne! Bu kez anamuhalefet partisi, bu defa ezber bozarak mazot fiyatından HSYK’nın nasıl reform edileceğine dair dan dan somut önerilerle çıktı karşımıza.

Kılıçdaroğlu’nun sunduğu metinde, “Aile sigortası”, “Asgari ücretin 1500 TL’ye çekilmesi”, “YÖK’ün kaldırılması”, “%10 barajının lağvedilmesi” gibi ekonomi ve özgürlüklere dair “elle tutulur” politikalar var.

Enerji Bakanı Taner Yıldız, seçim günü elektrik kesintisi olmaması için her önlemi aldıklarını söyledi. Ekiplerin sürekli denetim yaptığını belirten Yıldız, elektrik şebekesini izledikleri SCADA’yı yedekleyecek sistem hazırladıklarını kaydetti

Türkiye elektrik kesintileriyle sınandı. 31 Mart’taki büyük elektrik kesintisi sistemin nasıl çalıştığını, ne gibi riskler bulunduğunu daha da önemli hale getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kazakistan’a yaptığı ziyaret heyetinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın da bulunduğunu öğrenince etrafını sardık ve kafamıza takılanları sorduk.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan, Diyarbakır'a gitti ve imam hatip okullarının müdürleriyle bir toplantı yaptı.

Bilal Erdoğan'a bu toplantıda Vali Yardımcısı da eşlik etti. Gazetelerden öğrendiğime göre toplantıda Dicle Üniversitesi Rektörü ve AKP Diyarbakır İl Başkanı da bulunmuş.

Bilal Erdoğan, bu toplantıyı hangi 'sıfatla' yapmış, tam olarak belli değil ama bir süredir kurduğu vakıf TÜRGEV aracılığıyla eğitimi yönlendirme işinde olduğunu biliyoruz.

Kız–erkek ayrı eğitim verilen okul kampuslarının kurulması talimatını, imam hatipli sayısının milyonu geçmesi gerektiği fikirlerini de daha önce eğitim dünyamıza bahşetmişti.

Milli Eğitim Bakanlığı bürokratlarına talimatlar verdiğini, bu gücü 'babasının siyasi iradesinden aldığını' da biliyoruz.

Şunu sormak istiyorum: Bilal Erdoğan, Cumhurbaşkanı'nın oğlu olmasaydı, böyle bir toplantı düzenleyebilir miydi?

AKP sözde faiz lobisine karşı. Ama gelin görün AKP döneminde faiz lobisi, kredi kartı ve tüketici kredisinin yüksek gecikme faizini ödeyemediği için 89 bin kişiyi hapse attırdı. Ve 436 bin kişi hapse girmemek için kaçak yaşıyor.

İşte dün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu seçim beyannamesini açıklarken AKP’nin bu tutarsızlığını gözler önüne serdi. Ve AKP döneminin faiz kurbanlarını nasıl kurtaracağını gerçekçi bir hesapla açıkladı. Buna göre tahsili şüpheli borç tutarı 12 milyar lira. Bu tutarı bankalar 2 milyar liraya tahsilat şirketlerine satıyorlar. O hâlde bu 2 milyar lira için bankalarla hükümet oturup anlaşsa 89 bin kişi hapisten çıkar. Yine 436 bin kişi kaçak yaşamaktan kurtulur. Yine yaklaşık 1 milyon 20 bin kişi yüksek faizin kölesi olmaz.

Niye yaptık bu kısa tespiti…

Şundan yaptık. Dün Kılıçdaroğlu iyi tasarlanmış bir ekonomi programıyla vatandaşın önüne çıktı.

Ağrı Diyadin’de yaşanan provokasyon, AKP-Erdoğan’ın kendi iktidarı için kan dökmekten; ülkeyi yeniden çatışmalı sürece sürüklemekten çekinmediğini/çekinmeyeceğini gösterdi. Bu provokasyonun halk tarafından boşa çıkartılmasına rağmen, AKP-Erdoğan cephesinden ortamı germeye yönelik açıklamalar devam ediyor. Bu açıklamalara çeşitli kentlerde HDP binalarına-etkinliklerine saldırılar eşlik ediyor. Bırakın başkanlığı, bir diktatör gibi davranan Erdoğan ve emrindeki hükümet, seçimlerde istedikleri sonucu alamayacaklarını gördükçe ülkeyi adım adım gerilime ve kaos ortamına doğru sürüklüyor.

Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Özel arasındaki ‘özel’ ilişki, Erdoğan’ın Ergenekon Davası konusunda “aldatıldığını” söylemesi ve davanın düşmesiyle yeni bir boyut kazanmıştı. Aynı dönemde tersi bir şekilde Erdoğan, daha önce devamı için “baldıran zehri” içeceğini söylediği “çözüm süreci”ni zehirleyen açıklamalar yapmaya başladı.

AB Komisyonu uzmanlarınca Türk Yargısı Hakkında Hazırlanan 2003, 2004, 2005, 2008 yıllarına ait “İstişari Ziyaret Raporları” hazırlandı. Yararlanmadılar ve okumadılar bile!

Seçim yatırımı olarak gözüken “yargıda reform” yeniden propaganda malzemesi olarak gündemde. Sorunu çok olan yargının sorunları, seçim malzemesi değildir, olmamalıdır.

Yargıyla ilgili sorunlardan sadece birine kısaca göz atmaya çalışalım. Avrupa Birliği Bakanlığının web sayfasından kısa bir bilgi… “Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanlarının 17 Aralık 2004 tarihli Zirvesinde aldığı karar doğrultusunda 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'ta yapılan Hükümetler arası Konferans ile Türkiye resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamıştır. Böylece, Türkiye ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, çok önemli bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece girmiştir.

Popüler İçerikler

18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"