Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Amerikan Huffington Post gazetesi ilginç bir iddia ortaya attı. Gazeteye göre Türkiye ve Suudi Arabistan Esad rejimini devirmek için askeri bir ittifak kurmaya hazırlanıyor.

İki ülke konuya ilişkin üst düzey görüşmeler gerçekleştiriyormuş.

Görüşmelere yakın kaynakların gazeteye yaptığı açıklamalara göre, Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki müzakereler Katar arabuluculuğunda yürütülüyor.

İddiaya göre, planlanan ortaklık çerçevesinde, Türkiye karadan asker gönderecek, Suudi Arabistan da hava saldırılarıyla destek verecek.

Haberde, Şubat ayında Washington'a giden Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamid El Tani 'nin söz konusu görüşmelerden ABD Başkanı Barack Obama'yı da haberdar ettiği söyleniyor.

ANKARA Yönetimi, 1915 Olayları’nın 100’üncü yıldönümü sayılan 24 Nisan öncesi, Washington’a çok fazla çok kritik bir geziye hazırlanmakta . Papa Françesko’nun 1915 Olayları için ‘soykırım’ demesinin ardından aynısını 24 Nisan’da yayınlayacağı konuya ait geleneksel başkanlık bildirisinde ABD Başkanı Barack Obama’nın da tekrarlamaması için Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Washington’da görüşmeler yapması beklenmekte .

Esasen bu hafta Türk Hükümeti’ni temsilen kente gelecek en üst düzey yetkili Başbakan Yardımcısı Ali Babacan olacak. Ancak IMF ve G-20 için toplantılarına katılacak Babacan, Federal Amerikan Yönetimi ile bu konuda doğrudan bir temas kurmayacak. 24 Nisan diplomasisi ise Babacan’ın Cumartesi günü New York’a devinim etmesinden akabinde kente varması planlanan Çavuşoğlu ile başlayacak.

Bakur adlı belgesel, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “kayıt tescil belgesi” şartını nedense

11 Nisan’da “hatırlaması” ve festival yönetimine hukuki işlem başlatacağı uyarısı üzerine İstanbul Film Festivali’ndeki gösterimden kaldırıldı...

Festivale katılan 22 filmin yapım ve yönetmen ekipleri, alenen sansüre giren bu keyfi yaptırımı protesto etmek ve “Bakur”la dayanışmak için, filmlerini festivalden çektiler.

Ancak bu, İstanbul Film Festivali’ni protesto ettikleri anlamına gelmiyor. Protesto edilen, devletin canı istediği zaman sinema sektörünü sansürleme yetkisini elinde bulundurması.

Türkiye’de PKK kampları var mı? Var. Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel , o kampları anlatan bir belgesel çekti. O belgesel İstanbul Film Festivali’ne katılacaktı. Katılamadı. Kültür Bakanlığı başka zaman çok da üzerinde durmadığı bir gerekçeye dayandı. “Eser işletme belgesi yok” diyerek, Bakur adlı belgeselin festivale katılmasını engelledi.

Ne oldu? Festivale katılan neredeyse herkes filmlerini çekti. Festival yapılamamışlığıyla, Kültür Bakanlığı da “valla sansür yapmıyoruz” dedikten bir iki paragraf sonra “ya film de biraz şey ama yani” diye belirten açıklamasıyla kaldı.

PKK kampları ise hâlâ duruyor.

Bu bir sır değil. Bu devirde bunun-la ilgili bir belgeseli yasaklamaya çalışmak ise hakikaten beyhude. Muhtemelen belgesel bu meseleden sonra normal şartlarda izleyecek olanın yüz katı insana ulaşacak. Sansür bazen iyidir. Film izlettirir, kitap okutturur.

Aralık 2013 krizini takip eden günlerde, Başbakan Erdoğan Dolmabahçe'de gazetecilerle bir bilgilendirme toplantısı yapmıştı.

Etyen Mahçupyan'ın yaptığı bir tespiti ve sorduğu soruyu hatırlıyorum. Krizin derinliğine işaret ederek, 'siyaset örseleniyor, devlet örseleniyor, milli irade kavramı AK Parti tarafından araçsallaştırılarak örseleniyor. Bu durumda seçimleri kazansanız da, bu tam bir kazanç olmayacaktır. Sıkıntıları aşmak için demokratik bir sıçramaya ihtiyaç var. Bunu yapmayı düşünüyor musunuz?' sorusunu sormuştu.

Dolar kontrolsüz bir şekilde yükseliyor. Böyle giderse Türkiye ekonomisi iyice sıkışacak. Ve üretim yapamaz hâle gelecek. Tabii bir de yaşanan devalüasyonun iç fiyatlara etkisi zaten yüksek olan enflasyonu daha da yükseltecek. Böylece orta ve dar gelirli vatandaşlar bu yükün altında iyice ezilecek.

Peki, dün 2 lira 68 kuruşu aşan doları durdurmak için ne yapmak gerekiyor?

Doları durdurmak için Merkez Bankası’nın politika faizini artırması gerekiyor . Çünkü bir yanda Amerikan Merkez Bankası’nın faiz artırımı beklentisi bir yanda Türkiye’de hukuki öngörülemezlik nedeniyle yatırım ikliminin bozulması dolar talebini çoğaltıyor. Tabii bu arada Türk parasına talep azalıyor.

Türkiye siyasetinin insan psikolojisi üzerindeki zehirleyici etkisinden kurtulabilmek için bir süredir yazılarımı durdurmuştum. Fakat ne yazık ki her ne kadar okumamaya, yazmamaya çalışsam da seçim yaklaştıkça yoğunlaşan paylaşımlara göz gezdirmekten kendimi alıkoyamadım.

Konu malumunuz ki hep HDP ve HDP’nin seçim sonrası ne yapacağı.

Öncelikle Cüneyt Ülsever’in çok paylaşılan bir yazısı dikkatimi çekti. Yazıda HDP’nin barajı aşması ve AKP oylarının 2-3 puan düşmesi ihtimalleri değerlendirilirken iki koalisyon senaryosu ortaya koyulmuş. 1) CHP-MHP-HDP. 2) AKP-HDP. Sonra da denmiş ki, ikinci senaryo olursa HDP’ye oyunu ‘kaydıranlar’, ‘siyasetin cilvesi’ni vicdanlarına kazırlar…

Soru şu: “Bizi hasta eden ne?”İçinde bulunduğumuz ortam her yönüyle zehirliyor bizi. Ruhumuzu ele geçirmeye çalışıyor, düşünce dünyamızı aşağı çekiyor ve öylesine sığ, hatta ürkütücü hallere tanıklık ediyoruz ki, giderek artan bir salgın içinde kıvranıyoruz. Bunun adı; “bayağılık”, “cehalet”, “utanmazlık” hastalığı olsa gerek…

Abdocan’ın abisi Zafer, günlerdir sayıklıyor. Anacığının acısını yazıyor, evindeki durumu bildiriyor, işyerinde kimliğini gizlemek zorunda olduğundan söz açıyor. Sosyal medyada… Kusar gibi… Hıncını anlıyorsunuz. “Hepinizden alacaklıyım” diyor. Dünyanın en güzel gülen çocuğu ölmüş. Canından can kopmuş. Fikirler dağınık, duygular sıçramalı. Ölüm gerçek… Yüzlerce kilometre yol gidip, öldürülen evladının hesabını sormaya çalışıyor aile. Üstelik anaya dava açılmış bu arada, abi karakola götürülmüş defalarca. Zafer kendini biliyor, diyor ki: “Bunları niçin yazıyorum ki ben? Nasılsa bir şey değişmeyecek. Biz normal değiliz kardeşim gittiğinden beri”

HDP, kuşkusuz demokratik bir proje olarak gündeme geldi. PKK lideri Abdullah Öcalan'ın 'silahlar sussun, fikirler konuşsun' mesajı üzerine kurgulanan HDP, Kürt siyasetini çatışmalı dönemin kutuplaştırıcı etkisinden kurtarmayı amaçlıyordu. BDP isyan döneminin siyasi partisiydi, HDP ise barış döneminin aktörü olacaktı. Ancak hayatı kurgulamak ne kadar zorsa siyaseti de saat gibi kurmak o kadar imkânsız. Partileri makine gibi yönetemezsiniz. Sosyal-siyasal olaylar üzerinde de yüzde yüz hâkimiyet kurmak mümkün değil.

Biraz geriye doğru gidelim, çözüm sürecinin başladığı ilk günlere. Siyasal iktidar, çözüm sürecini başlatarak İmralı üzerinden PKK ve Kürt meselesini yönlendirme gücüne sahip olunca muhalefet boş durmadı. Kandil ve HDP'ye el atarak siyasal iktidarı dengelemeye çalıştı. AK Parti karşıtı blokun Kürtleri keşfetmesi aslında çözüm süreciyle birlikte başladı. Ankara'nın Apo’su varsa muhalefetin de Kandil'i vardı! Sürecin bozulması ve çatışmaların yeniden başlaması umuduyla muhalefet, Kandil'e büyük ilgi gösterdi.

Türkiye’nin yakın siyasi tarihinde Kürt partilerin parlamentoda temsiliyetini zayıflatmak için gerçekleştirilen devlet merkezli girişimlerin tarih olmadığını Ağrı pratiği ile bir kez daha gördük.

Bugün hedef olan ise merkezinde Kürt hareketinin bulunduğu HDP’dir.

1990’lı yıllar boyunca TSK bölge illerinde sadece operasyonal bir güç olarak savaşmaz, seçimlerde de bölge illerinde Kürt partisinin zayıflatılmasına yönelik bir tutum içinde olurdu. Bu yerleşik bir ‘Milli Güvenlik’ siyasetiydi. Kürt partisine karşı bir ilde hangi devlet partisi güçlü ise, TSK, polis ve tüm güvenlik güçleri onun lehine pozisyon alırdı.

Hizbulkontra’nın bölge illerinde faaliyette olduğu yıllarda o da bu sürecin bir parçası olarak devrede olurdu.

Popüler İçerikler

Cübbeli Ahmet Çakarlı Araçla Geldiği Etkinlikte Şeriatı Savundu: Skandal Sözlere Tepki Yağdı!
Asgari Ücretin Açıklanmasından Sonra Cumhurbaşkanı’na Mesaj Atan Kadir İpek Gözaltına Alındı
Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında