Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Ve daha can alıcı soru... Böylesine hazırlıklı ve planlı bir 'seçim güvenliği' operasyonunun ardında neden yaralı askerler bölgede kaderine bırakılmıştı?

Haftasonu Ağrı Diyadin’de yaşanan olay ‘bekleniyordu.’

DHKP-C savcıyı rehin aldı, şehit etti. Fenerbahçe otobüsü tam da şarampole yuvarlanacağı noktada silahlı saldırıya uğradı.

PKK askerle karşılaşmasa olmazdı!

KCK başkanının “Biz artık Türkiye’yle savaşmayacağız, yeter. Bu şekilde bir yere varılamadığını iki taraf da gördü, bizi artık terör listesinden çıkarın” diye Almanya’ya seslendiği, hatta mazideki eylemleri için özür dilediği demecinin ertesi gün… Karşılaşmasa, bir çatışma yaşanmasa olmazdı!

Türkiye'deki en büyük maden kazası olan Soma faciasının üzerinden neredeyse 1 yıl geçti.

Dün Soma kazası nedeniyle açılan davanın mahkemesi başladı. Bu mahkeme nedeniyle, bir süre tartışıp yine unuttuğumuz Soma kazasını tekrar hatırlamakta fayda var. Ben de Soma kazası unutturulmamalı diyenlerdenim.

Unutturulmamalı; çünkü bu kaza Türkiye'deki siyasi parti düzeninden kamu yönetim sistemine, devlet-birey ilişkisinden uygulanan ekonomik sisteme kadar o kadar çok tartışılması gereken sorun olduğunu ortaya koyuyor ki.

Bu sorunlar ciddi biçimde tartışılıp çözülmediği takdirde milli irade de, vatandaşlık hakkı da, çağdaş ekonomik düzen de, güçlü devlet olmak da sadece lafta kalan demagojik sloganlar olarak kalmaya devam eder.

Dünkü dava bize bir kez daha gösterdi ki; bu kaza nedeniyle yargılanan bir kamu görevlisi bile bulunmuyor. Yetkililer hakkında soruşturma ve sorumluluk aranmasına ilgili Bakan tarafından izin verilmedi. Davayla, konuyla ilgili herkes ilgili kamu görevlileri yargılanmadığı takdirde bu sorunun çözümünün mümkün olamayacağı konusunda hemfikir. Bakan kamu görevlileri için izin vermeyerek, aslında işin kendisine gelmesini de engellemiş oldu.

Bir hafta sonra, aklım başıma yeni geldi. “Ne oldu bana, neler oluyor Ankara'da” diye daha yeni düşünmeye başladım. Nerden çıktı bu yazı demeyin yani.

Aday yapılmayınca zil takarak, üzerime çullanan Geziciler, Paralelciler, Kobaniciler ve tuhaf insanların yaylım ateşi, şu yazıyı yazdığım sırada bile hala devam ediyordu. Bana demedikleri kalmadı, itiraf edeyim bir kısmı oldukça yaratıcıydı. Ne çok sevenim varmış!

Beni sosyal medya üzerinden taciz eden, alaya alan, hakaret edenlerin çoğunu anladım ama iki tuhaf kesimi anlamadım. Sosyal medyada kendilerine AK Partili diyen, partinin fotoğraflarını kullanan bir grup, bana “kripto paralel hain!” diye çok sayıda mesaj attı. Bu insanların kim olduğunu, bana niye öyle yazdıklarını anlayamadım.

Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti bugün işleyen ve örnek alınabilecek tek modeldir. Türkiye’nin sorunları da laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olmasından değil, bu değerlerin hakkının verilmemesinden kaynaklanıyor.

Bir çırpıda bakalım. Freedom House’un ‘Dünyada Özgürlük 2015’ raporunda Türkiye ‘yarı özgür’ ülke olarak geçiyor. ‘Sosyal Gelişmişlik Endeksi’nde 132 ülke arasında 64’üncü sıradayız. Kırılgan Devlet Endeksi’nde 178 ülke arasında 98’inci sıradayız. Vietnam, Gabon, Namibya, Meksika bizden daha iyi durumda. Ekonomik Özgürlükler Endeksi’nde 178 ülke arasında 64’üncü sıradayız. Küresel Cinsiyet Eşitliği Raporu’na göre 142 ülke arasında 125’inci sıradayız. Katar, Nijerya, Malezya, Angola bizim üstümüzde. Avustralya merkezli Walk Free adlı vakfın hazırladığı 167 ülkede modern köleliği mercek altına alan Küresel Kölelik endeksinde Türkiye kölelerin nüfusa oranı açısından dünyada 167 ülke arasında 105’inci sırada. Türkiye’de 185 bin 500 insan ‘modern köle’ olarak tanımlanacak koşullarda yaşıyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü tarafından yayınlanan Yolsuzluk Algısı Endeksi’nde Türkiye 174 ülke arasında 64’üncü sırada.

AKP şimdi Papa’yla ve Vatikan’la tartışmaya girdi. Papa “yüzyılın ilk soykırımı” demiş 1915 için. Aslında Papa olmadan önce yazdığı kitapta da söylemiş bunu, o “kelime”yi ağzına almış. Ama bu, bir Papa ağzından ilk kez çıkıyormuş. Onun için Davutoğlu, Çavuşoğlu, Papa’ya cevap vermişler. Elçi’yi geri çağırmışlar vb.

Davutoğlu Papa’ya cevap yetiştirirken iki tarafın da acılarını dikkate almadığı için eleştiriyor. Yani, “Ermeniler de Türkler’i öldürdü” demeye getiriyor. Bu doğru mu?

Talât Paşa, çeşitli kaynaklardan okuduğumuza göre, yapılanı, “Biz yapmasak onlar yapacaktı” diyerek savunur. Halil Menteşe anılarında “Talât’ı telefon başında buldum… Yüzü simsiyah, gözleri kan çanağına dönmüş” diye anlatır. “Sorma. Tahsin’den (Erzurum Valisi) Ermenilere dair birtakım telgraflar aldım, sinirlerim bozuldu. Sabaha kadar uyuyamadım. İnsan yüreğinin dayanacağı bir şey değil, fakat ben onlara yapmasaydım, onlar benimkine yapacaktılar.”

Biri yapmış; öbürünün yapma ihtimaline karşı… Bu bir “eşitlik” durumu mu?

Mithat Şükrü (Bleda) ise Vali Reşit Bey’e, “Sen doktorsun, nasıl böyle şeyler yaparsın?” diye sorar. Cevap aynıdır: “Ben yapmasam onlar bize yapacaktı.” Gene, “gelecek zaman”lı bir söz. “Yapacaktı”, yani “yapamadı.”

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın açıklamaları yenilir yutulur değil ama beklemek lazım, sis perdesinin aydınlanması lazım..

Hata yapmamak lazım..

Biz somut veriler üzerinden gidelim..

Ağrı’nın kırsalında askerlerle PKK militanları çatıştı.. Beş PKK’lı öldü, dört asker yaralandı..

Askerler PKK’ya yönelik operasyon mu yapmışlar?

Hayır..

Mesele şu.. Bahar Şenliği’ne PKK’lı bir grubun katılacağını haber alan jandarma o bölgeye gidiyor..

PKK’lılar da silahlarıyla gelince çatışma çıkıyor..

Öyle basit bir çatışma değil.. 10 saat sürüyor; söylendiğine göre, PKK 10 bine yakın mermi sıkıyor..

Buraya bir nokta koyalım..

Çözüm sürecinde adımlar o kadar yavaş atıldı ki bir gün parmakların tetiğe değeceği belliydi..

Güneydoğu’da yaratılan ortam sürdürebilir ortam değildi..

Diyadin’de yaralanan askerleri köylülerin koruyup, taşıdıklarını Selahattin Demirtaş söylediğinde, Başbakan, “Sayın Demirtaş yalan söylüyor ve gerçekleri saptırıyor. Demirtaş’ın yalancı şahitliğine ihtiyacımız yok” deyivermişti. Daha sonra, bu tür konularda artık neredeyse her defasında tekrarlanan şey oldu. Cumhurbaşkanı gibi, Başbakan’ın da söylediklerinin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıktı. Bu konuda dün Cumhuriyet’te yer alan haberler ve özellikle Ahmet Şık’ın verdiği bilgiler, ne olup bittiği hakkında gerçekçi ve etraflı bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. 

Yaralı askerleri koruyan ve taşıyan köylülerin kısa video filmi bu örgütlenmiş yalanın üzerine tüy dikti. Genelkurmay Başkanlığı ikinci bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Gerçeği Davutoğlu’nun çarpıttığını neredeyse tescil etti.

Dünya anadil günü nedeniyle İmc tv için hazırlanan bir videoda Mehmet Bekaroğlu “Herkesin anadili güzeldir ama en güzeli benim anadilimdir” diyordu. Yüzündeki ifadeyi, sesindeki içtenliği hiç unutamam.

Babam ve Oğlum filminde herkesin unutamadığı bir sahne vardır. Ben defalarca izlediğim için benim unutamadığım sahne birden bir hayli fazla. En çok etkilendiklerimden biri  “İnsanın dönebileceği bir evinin olmaması ne demek biliyor musun baba?” diye başlayıp “Ona bir oda ver baba. Bir evi olsun. Ama zaman zaman çıkıp gidebileceği bir evi…  “ biten bölümüdür.

Evet herkesin memleketi, dili güzeldir. Ama insana en çok kendi dili, kendi memleketi güzel gelir.  Dil konusunda tam anlamıyla beceriksizlik örneğiyim.

Eğer AKP’nin ‘Yeni Türkiye’ sloganı vaatlerden hedeflere, oradan da hayallere uzanan bir çizgiyi ifade ediyorsa, topluma ilişkin tasavvurun bu üç unsuru gerçekçi bir şekilde birleştirdiğini, siyasi tasavvurun ise daha ziyade hedefi öne çıkardığını söylemek mümkün. Buna karşılık ‘yeni Türkiye’ bariz bir biçimde bu ülkenin gelecekteki ‘yeni’ konumuna ve niteliklerine gönderme yapıyor ve daha ziyade bir hayali seslendiriyor. Öte yandan bu gerçeklikle uyum sıkıntısı çeken bir hayal değil. Post modern küresel dünyanın açtığı olanakların, içinde bulunduğumuz coğrafyayı aşan bir perspektifle değerlendirilmesini ima ediyor. Aynı zamanda geleceğe bakarken yakın geçmişin ideolojik ayak bağlarından kurtulmayı, onun gerisinde yatan tarihsel ve kültürel zemini bir sıçrama tahtasına dönüştürmeyi umut ediyor. Böyle bakıldığında AKP’nin ‘yeni Türkiye’ tasavvurunun en önemli parçalarından birinin bizzat Türkiye’nin geleceği yer, edineceği misyon ve üreteceği etki halesi olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz.

“Olağan şüpheli” lafının, Ağrı için kimi hedeflediği belli. Yine de ne parti kurumsal kimliği ile AK Parti’yi, ne İktidar’ın Erdoğan veya Hükümet kanadını, ne devletin derinlerindeki iktidar eklentilerini veya ne de Efkan Ala gibi olayda adı geçen kişiyi “şüpheli” ilan etmemiz için yeterli delil yok. “Şiddet AK Parti’ye oy getirir” postülası bile, “bu işin içinde bit yeniği var” kuşkusunu aklımıza getirmeli.

Esnaf kurnazlığı ile terör cambazlığı yapmak, onca iktidar tecrübesine rağmen bugünün güç sahiplerinin altından kalkabileceği bir tezgah değil. Ortaya dökülüp-saçılan deliller ve yapılan açıklamalar “terör=oy” denklemini destekleyerek, matematiksel kesinlikte “olağan şüpheli” olarak İktidar’ı gösterse de bizim biraz daha derinlere inmemiz lâzım; çünkü sonuç tam tersi oluyor. Paradoks keskin: Oy için devlet eliyle provokasyon tezgahlayan bir partiye kim oy verir?

Popüler İçerikler

Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Beklenen Gün Geldi: Birbirinden Ünlü İsimler Saygı1 Formatının İkinci Konuğu Sertab Erener İçin Sahneye Çıktı!
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu