Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Kaynağı belirsiz para giriş çıkışını anlatan “Net Hata Noksan” (NHT) kalemi, şubat ayında 4.3 milyar dolar olarak açıklandı.

Bundan önceki en yüksek kayıt dışı tutar, 4.8 milyar dolar ile 2013 Temmuz dönemine ilişkindi. Ancak bu rakam, Varlık Barışı uygulamaları gerekçe gösterilerek daha sonra 2.1 milyar dolara revize edildi.

Dolayısıyla, CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak ’ın kamuoyuna açıklamasında belirttiği “Son 17 yılın rekoru” tanımında bir yanlışlık yok.

Yazılı açıklamasındaki şu dikkat çekici cümle nedeniyle Öztrak’ı aradım:

“Kaynağı belirsiz paraların nedenini Ortadoğu, Balkanlar, Kuzey Afrika ülkelerinin Türkiye’ye güveni olarak gösteren hükümetin bazı bakanlarının mantık sınırlarını zorlayan açıklamalarının da nedenini ortaya koymuştur.”

Öztrak’tan, aktardığım cümleyi biraz “açmasını” rica ettiğimde, Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli nin birkaç gün önceki açıklamasını anımsattı.

Roboski'de devletin hırsı geçmedi, sıra katırlara geldi. Hayvan katliamı kadim bir taktik; iz bırakmak için, sonsuza dek susturmak için...

Şu katır meselesi insanın içini acıtıyor. İnsanlardan sonra hayvanları da katletmek mesajların en kötüsü. Geri kalanlar korksun, ebediyyen sussun diye; devletlerin başvurduğu en eski yöntem bu. Susturulmuş insanların hikâyelerine bakın; birçoğu ‘Tavuklarımızı, koyunlarımızı, köpeklerimizi bile vurdular’ diyecektir.

Bir devlet düşünün ki nesilden nesile kaçakçılıkla hayat sürmüş köylülerin katırlarını katlediyor. Bu suçsa suçu işleyen insan, cezayı çeken katır.

4 yıl önce Irak sınırında 34 Kürt gencinin uçaklarla bombalanıp paramparça edilmesiyle yürekleri yakan Roboski’de son günlerde askerlerin öldürdüğü katırların görüntüleri geliyor.

2011’deki Roboski katliamında yakınlarını kaybeden Ferhat Encü’nün verdiği bilgilere göre 23 Mart’ta 8 katır askerler tarafından öldü.

Ergenokon, Balyoz tartışmalarından yola çıkarak, “sivilleşme süreci” tamamlandı diyenler var, “sivilleşme süreci” bir tezgahtı diyenler de var.

İki tarafın buluştuğu fikir şu: “Şöyle ya da böyle asker defteri kapanmıştır…”

Vitesin boşa alınması yeni değil…

2011 seçimlerinden hemen önceydi. Başbakan, sorduğum, “sivilleşme süreci devam edecek mi” sorusuna, mealen “Demokratikleşme devam eder, ama asker-sivil ilişkilerinde şu an gelinen nokta ve denge iyi” yanıtını vermişti.

Nitekim o seçim kampanyası AK Parti'nin üçüncü döneminde demokratikleşme meselesini arka plana itebileceğini akla getiren pek çok unsurla doluydu.

Sorumun arkasındaki endişe de buydu.

Nitekim o gün, Başbakan'a siyasi iradenin tek başına yapması gereken daha çok şey olduğunu söylemiş, askeri harcamaların denetimindeki eksikliği, Yüksek Askeri İdare Mankemesi'nin varlığını, ama özellikle jandarmanın durumunu hatırlatmıştım.

Sutyenler ötmesin terör olmasın

BU yazıda memeden bahsedeceğim.

Hayır, göğüs değil, meme.

'Meme' demekten utananlar 'göğüs' der. Buna Türk Dil Kurumu da dahil.

TDK, sutyen (sütyen) tanımını şöyle yapıyor:

'Göğüsleri dik tutup dolgun göstermek için kullanılan saten, dantel vb. kumaşlardan yapılan kadın iç çamaşırı.'

Meme demek ayıp bir şeymiş gibi.

Malum kendisi, toplumun örf ve âdetlerini koruyarak bilgi aktaran bir kurum.

Meme. Cıss.

Oysa meme, göğsün üzerindeki organ. Sutyen de memeleri taşımak için kullanılır.

Bunu netleştirdiysek konuya girelim.

Çocukken duyduğumuz tavsiyelerdendi:

Bir laf edeceksen, nereye gideceğini de düşün!

Uyarsın uymazsın, o başka.

Devamı da herhalde şöyledir:

Nereden nasıl geri döneceğini de!

Şimdi siz bir “devlet büyüğü” olarak, her şeyi kendinizin en doğru bildiğine, her şeyin emrinizde olduğuna inanıp güvenseniz bile, başkalarına terör ortağı” derken de bin düşünmelisiniz belki.

Çünkü laf gidiyor, geliyor, bakın nereye oturuyor.

O basın kuruluşları Savcı’nın şehit edilmesinin ortağı oldu. Teröriste terörist diyemeyen onun ortağıdır.”

Eskiden asker vesayetinden söz edince, askerler perde arkasından her şeyi yönetiyor dediğinizde, hemen lafı yapıştırırlardı: “Sende asker takıntısı var.”

Yani ortada, askerin siyasal rejim içindeki yerine ilişkin bir sorun yoktu da, bizlerde psikolojik bir takıntı vardı.

Bugün de tarih tekerrür ediyor. Tıpkı askeri vesayetin savunucuları gibi, bugün de bir tek adam rejimini savunanlar, Cumhurbaşkanı’ nın her Allah’ın günü Anayasa’ yı çiğnemesini eleştirenleri “Erdoğan takıntılı” olmakla suçluyorlar.

Yani bugün Erdoğan’ ın parlamenter rejim içindeki rolüne ilişkin bir sorun yok ama onun sahip olmadığı yetkileri kullanmasını eleştirenlerin bir “takıntısı” var.

Demokrasiden sapan bütün rejimlerde olduğu gibi, bir taraftan gerçek güç sahibinin kim olduğunu bir dakika bile olsun unutmamamızı ama o güç sahibini de hiçbir şekilde eleştirmemizi istiyorlar.

Yani istiyorlar ki, odanın ortasında bir fil dururken, “a bu oda neden dağınık acaba, perdeyi şöyle çekelim mi, kanepeyi böyle koyalım mı” diye tartışalım.

Kara koyun olarak, görmek istediğimi değil, gördüklerimi yazacağım: hiçbir siyasi çıkarım, hedefim, desteğim de yok. Bir partiye sırtımı yaslayıp ikbal sahibi olmayı ve parti taraftarlarınca popülerleştirilmeyi de reddediyorum. Görüşlerim sadece objektif analizlerdir.

Bu seçimler, “ baraja takıldı ” bile. Türkiye’nin çok önemli sorunlarını konuşmuyor, HDP’nin barajı geçip geçmeyeceğini tartışıyoruz. HDP’nin kararını sorgulamıyor, bu kararı eleştirmiyor sadece gündeme yönelik bir soruyu ortaya atıyorum.

Gündemin baraja takılmasının, öngörülmeyen birçok sonucu var: Bir kere, AKP’nin siyasetimize armağan ettiği “ büyüklük takıntısı ” artık, partilerin ifade ettiği anlamın da barajla ölçülmesine, ne yazık ki her zamankinden fazla neden oluyor.

HDP, yüzde 9,9 oy alsa, yüzde 10 aldığından daha az mı değerli olacak? Politik temsiliyet hakkını, yüzde 0,01 gibi bir fark çalsın çalmasın, bu “ barajın ” baştan muhatap alınıp yıkılması gereken “ meşru bir çıta ” olarak tanınmaya başlanması, Türkiye siyaseti ve kamuoyu açısından başlı başına bir yenilgi ve soru işareti.

İzmir Kahramanlar’da doğdum. Alsancak’ın kıyısıydı. Önümüz fuar, arkamız “tenekeli mahalle” ydi. Bildiğin tenekeden yaparlardı evlerini… Bilahare, artık tenekede oturmasınlar diye, belediye tarafından apartmanlar inşa edildi oraya… Hadi bakalım, bu sefer de tenekeli-naylonlu mahalle oldular. Çünkü, veletler habire camı çerçeveyi indiriyordu. Gereksiz gördükleri pencereleri tenekeyle kapattılar, gerekli gördükleri pencereleri naylonla kapladılar.

Herhangi bir akşamüstü uğrayın… Dördüncü kat balkonunda beygir görebilirsiniz! Faytoncu beygiridir. Kapının önünden araklamasınlar diye, merdivenden çıkarıp, sağlam sağlam balkona bağlarlar.

“Roman” demeleri boşuna değildir. Marquez romanlarından fırlamış gibidir tenekeli mahalle… Bienal’dir. Evini mesela, öyle bi yeşile boyar, yeşilin o tonunu renk skalasında bulamazsın. Kapıyı da gider mor’a boyar. Hayal güçleri, sürrealist ressamları bile kıskandırır.

İster devlet görevlisi olsun, ister sivil, bir insanın şakağına silah dayayıp tehdit etmek, terördür.

Bir mizah dergisini basıp yayıncı, karikatürcü, polis, toplam 12 kişiyi öldürmek de tartışmasız, terördür.

Bu ülkenin başbakanı, terörü kınamak ve ifade özgürlüğüne destek vermek adına, dünya liderleriyle birlikte düzenlenen Paris yürüyüşüne katıldı.

Ancak yurda döndüğünde, işin rengi değişti. Bugün unutulan detaylardan biri, Hebdo’nun son sayısını yayımlayacağı öğrenilen Cumhuriyet’in daha matbaa aşamasında basılması... Polis, yayını tetkik edip “sakıncalı içerik” görmeyince basıma “izin verdi”.

Ertesi gün Davutoğlu, Charlie Hebdo ile dayanışma amacıyla kendi köşelerinde, derginin saldırı sonrası ilk kapağını yayımlayan yazarları ve Cumhuriyet gazetesini şu sözlerle hedef tahtasına koydu:

Ali Taran'ın hazırladığı ' CHP reklamı ' filmleri, daha doğrusu bu kampanyanın açılış adımları olan kısa ' teaser ' filmleri, muhalif yazarlar tarafından pek beğenilmedi, daha doğrusu pek anlaşılamadı.

Bir trafonun önünden kedi geçiyor, duvarda da ' milletçe alkışlıyoruz ' yazıyor... Bu ne demekmiş?

Canım belli işte, ' kedi dediler ama elektrikleri Tayyip kesti ' falan filan. Twitter zevzeklerinin yüz kırk vuruşluk beyin kapasitelerine uygundur.

Fakat parti, yayınladığı ' iletişim ilkeleri ' broşürüyle Ali Taran'ın özene bezene düşündüğü kampanyanın bu ' meraklandırma ' bölümünü piç etti.

Alkışın kerameti daha şimdiden anlaşıldı: ' Görülmemiş ' bir protesto eylemi yapacaklarmış. Gene ' laf yetiştirme ' politikası yani, bir CHP klasiği.

Alkışla protesto!

Popüler İçerikler

Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''
Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin: "Kendi İcat Ettiğin Laikliği Bana Dayatıyorsun"