Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

‘Bezci valiler’ vardı. Başörtüsü peşinde koşarlar, başörtüsünü çekiştirirler, başörtüsünden başka bir şey bilmezler, başörtüsü zabıtası gibi hareket ederlerdi.

Çok şükür kurtulduk bu tür valilerden. ‘Bezci valiler’ den kurtulduk ama bu sefer de ‘Kılcı valiler’ türedi. Bu ‘Kılcı valiler’ … Öğretmenlerimizin sakalıyla uğraşıyorlar, bıyığıyla uğraşıyorlar, kılıyla uğraşıyorlar, tüyüyle uğraşıyorlar. İşte onlardan biri: Yalova Valisi Selim Cebiroğlu. Hayatı zindan eden ‘Bezci valiler’ gitti…

…Kısacası… Ceberut, kibirli, aşağılayıcı, kılcı, tüycü, anlayışsız, nizamcı, intizamcı, kılık kıyafet zabiti, ölümüne zalim, ölümüne mütekebbir bir valilik geleneğimiz var. Ve ne yazık ki… Devlette devamlılık esas…

İstanbul Üniversitesi’nin rektör seçiminin bugün geldiği nokta, AKP, daha doğrusu Tayyip Erdoğan iktidarının Gezi- sonrası girdiği yeni kılığın göstergelerinden biri. Muhalif gazeteler Tayyip Erdoğan’ın ‘seçim’ üstüne daha önceleri söylediği sözleri (yani, ‘sandık namustur’ retoriği) hatırlatarak, Erdoğan’ın kendi söyledikleriyle de çeliştiğini vurguluyorlar. Ama bu son rektör seçimi bu konuda tek işaret değil. Tayyip Erdoğan, şaka maka değil, daha önce yaptığı ya da söylediği her şeyin tersini yaptı.

Buna ‘fikir değiştirdi’ diye bir açıklama bulmak, çok inandırıcı görünmüyor. ‘Taktik değiştirdi’ demek herhalde daha doğru. Yani, Gezi- sonrası yaptıkları ve söyledikleri nasıl bir ‘zihniyet’ , bir ‘düşünce dünyası’ gösteriyor ise, bu, başından beri Tayyip Erdoğan’ın sahici, otantik düşünce dünyasıydı. Ama bunu açığa vurmuyordu. Yani, uzun lafın kısası, birçok kişinin söylediği gibi, ‘takiye’ yapıyordu. Bu da, ‘köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek’ felsefesinde özetlenmiştir.

Sanırım Gezi protestoları olmasa da, Tayyip Erdoğan köprünün artık geçilmiş olduğuna inanmaya başlamıştı. Dolayısıyla daha önce kamufle ettiği düşünceleri, tavırları açıkça ortaya koymaya hazırlanıyordu. Gezi ile birlikte bu yeni durum, daha saldırgan bir şekilde açığa çıktı.

Türkiye toplumunun özellikle çeperinden merkeze doğru akan kesim için vesayet dönemi o denli olumsuz bir nitelik taşımakta ki, gelecek olan ‘yeniye’ daha kötü olma ihtimali atfedilmiyor. Bunun denetim açısından olumsuz bir etkisinin olduğu açık. Eskiden kurtulmaya bu denli istekliyseniz, yeni olanın ‘doğru’ yapılması için yeterli titizliğe sahip olmayabilirsiniz.

Dahası ‘yeni’ diye oluşturduğunuz düzenin eski ile ne denli iç içe geçtiğini de fark edemeyebilirsiniz. Ne var ki bugün böyle bir hassasiyeti üretebilmek de hiç kolay değil, çünkü sert bir siyasi kavga yaşanıyor ve AKP üzerindeki tehdit azalmadan devam ediyor. Bunun sonucu olarak AKP seçmeni gözünü AKP’nin muhtemel yanlışlarından ziyade, AKP karşıtlığının apaçık zararlarına dikmiş durumda.

Söz konusu ruh hali ‘yeniyi’ de belirgin bir nitelikle tanımlıyor: Bu öyle bir ‘yeni’ olmalı ki eskiye dönüşü olanaksız kılsın… Böylece AKP iktidarının zımni ihtilalci niteliğini bir kez daha hatırlıyoruz. İhtilal hükümetlerin yaptıklarıyla değil, altta yatan bu son derece güçlü irade ile hayata yansıyor.

Dünya uzun yıllardır ‘özgürlük-güvenlik’ dengesini ve alt kavramları sorguluyor ve bu sorgulama devam ederken, Türkiye’de ortaya konan liderlik -atılan adımlar Türkiye’yi YENİ DENKLEM’de farklı bir noktaya taşıyor… YENİ TÜRKİYE gerçeğini özellikle küresel siyasi hayatın her karesinde hissetmek mümkün… Yeni GÜÇLÜ BÜYÜK TÜRKİYE ve bu yolu açan LİDERLİK her alanda hissediliyor…

Sevgili dostlar, son 12 yılda her alanda önemli yol alan Türkiye’de, bu gidişi engellemek isteyenlerin ilk hedefleri net olarak görülebilir: ‘Güvenlik-özgürlük dengesini bozmak ve sağlıklı bir toplumsal yapı kurma yolunda ilerleyen ülkenin dengesini sarsarak, istedikleri noktaya çekmek’ …Son birkaç haftadır da bu yolda adımlar atmayı deniyorlar…

Sevgili dostlar, konuyu biraz daha açalım ve ‘Türkiye özelinden Dünya geneline’ geçelim… 2001-11 Eylül saldırısı ‘yeni dünya düzenine’ geçen modern toplum yapısı içinde bir soruyu öne çıkardı; güvenlik mi yoksa özgürlük mü? YENİ DÜZEN içinde özellikle Türkiye gibi ‘lider olma potansiyeli’ olan ülkelerde, ‘ana paradigmanın’ sokak olaylarıyla ‘kaotik yapıya’ çekilmeye çalışılması da ayrıca sorgulanması gereken bir durum!

DHKP-C’li teröristlerin Gezi olaylarında hayatını kaybeden 14 yaşındaki bir çocuğu malzeme yapmaları çirkin bir davranış. Bu, kanlı örgütten zaten başka türlü bir hareket beklenemez. Silahlı propaganda için her yolu mubah görürler. Ama meselenin bir de arka planı var.

Eğer geçmişte Berkin Elvan, Tayyip Erdoğan tarafından Gezi olaylarını itibarsızlaştırmak amacıyla malzeme yapılmasaydı, istismar edilecek böyle bir zemin de oluşmayacaktı. Erdoğan, kutuplaştırıcı tavrıyla, DHKP-C’ye bu imkânı verdi; terör örgütü, gönülleri yaralanan Aleviler’e dayanarak taban tutma gayretine girdi.

Bunun sorumlusu kim? Aynı gün, AK Parti Kartal İlçe Başkanlığı’na yapılan baskın da menfur olaydan AK Parti’nin mağduriyet devşirmeye çalıştığını gösteriyor. Zihin özürlü bir kişi, kurusıkı tabancayla AK Parti’nin binasına giriyor; Zülfikar amblemli bir Türk bayrağını camdan sarkıtıyor. Bu bir provokasyon değilse nedir?

Bu köşeyi takip edenler çok iyi bilir. 2011 yılında yine bir sebeple avukatlık mesleğini icra edenlerin adliye girişlerinde üstünün aranmaması ile ilgili bir durum yaşanmıştı ve ben de 'Ne demek avukatın üstü aranamaz?' başlığı ile bir yazı kaleme alarak bu meseleyi sorgulamıştım. Başta Barolar Birliği olmak üzere avukatlar bu yazı üzerine beni yaylım ateşine tutmuş ve çok sert tepkilerle karşı karşıya kalmıştım. Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın katledilişinin ardından birkez daha gündeme gelen bu konuyu ele aldığım 3 yıl önceki yazıyı bir kez daha dikkatlere sunmak istiyorum. Ama ondan önce de bir noktanın altını özenle çizmek istiyorum: Bu sorgulamada amacım zinhar avukatları incitmek ya da onları küçük düşürmek filan değil. Bence yargı camiasının en önemli sıfatını hak eden meslek grubu avukatlardır. Çünkü bir yargılamada kutsal ve mühim olan kısım savunma hakkıdır! Bu hakkın yerine getirilmesi için canla başla çalışan bütün avukatların önünde saygıyla eğiliyorum ancak 'imtiyazlı' olma konusundaki ısrarlarından da artık vazgeçmelerini rica ediyorum...

Fasulyeciyan , meşhur tiradında ne güzel özetler sanatçının kaderini:

“Oynarken varızdır, yok olunca sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır.”

Fasulyeciyan çoktan yok oldu, ama tiradı, tam da tahmin ettiği gibi, tiyatronun bir perdesine takılı kaldı, pervazına sindi, eski kostümlerden birinin yırtığına sığındı, fısıldaşıp durdu orda asırlarca...

Çünkü dünyaya söyleyecek bir sözü vardı.

Ve o söz, onu ölümsüzlüğe taşıdı.

Dünden beri herkes, Kayahan ’ın sözlerini dilinde gezdiriyor.

Candaş Tolga Işık , Posta ’da, 30 yıllık eşinden ayrılmış doktor Meşhut Bey’ in yalnızlığını Kayahan ’ın sözcükleriyle dile getirdiğini yazıyor:

“El ayak çekilince / sohbetler tükenince

Dostlar eve gidince / bu geceler işkence...”

Ertuğrul Özkök Hürriyet ’te, “Sana sevdanın yolları / bana kurşunlar” dizesinin, bir ayrılık ıstırabını nasıl ruhumuza kanla yazdığından söz ediyor.

Bekir Coşkun Sözcü ’de, yağmurlu kumsaldaki adamın gözyaşlarını anımsatıyor:

“Asırlardır yalnızım / pişmanım alın yazım/

Bir öfkeye mahkûm ettik her şeyi/ bir yemin ettim ki dönemem.”

TÜRKİYE 80 ilde yaşanan, Cumhuriyet tarihi boyunca bir ilk olan elektrik kesintisiyle sarsıldı. Kesintinin nedeni araştırılırken yapılan “Bir terör saldırısı (siber saldırısı) olabilir” cümlesi apaçık biçimde “Söz konusu kesinti bir terör saldırısından kaynaklanmış olabilir” anlamında kullanıldığı halde, koca koca adamlar çıktı ve bu cümle üzerinden çarpıtmanın nirvanasına ulaştılar. Cümle,“Elektrikler gitti ve bu yüzden terör saldırısı olması mümkündür” anlamında kullanılmış gibi davrandılar. Maskesi düşmüş bazı eski polis, yeni trol paralel yapı mensuplarının Savcı Selim Kiraz rehin alınmadan önce kehanette bulunmaları dikkatlerden kaçmadı. Savcı rehin alındığında ise bu kehaneti ilk satın alan Kemal Kılıçdaroğlu oldu. Elektriklerin, teröristlerin ve beraberindeki malzemelerin adliyeye sokulması için kasten kesildiği iddiasını haiz sorular sordu.

Kışkırtma, kör göze parmağı sokar gibi bu kadar bodoslama yapılınca bize de bu soruyu sormak düşüyor. Alevî-Sünnî çatışması AK Parti’ye ne kadar oy getirir? Bu çatışma Erdoğan’ı “başkanlık” koltuğuna çıkartır mı? Erdoğan ve çevresindeki Saray gazetecilerinin, Çağlayan terörü sonrası düğmeye basılmış gibi başlattıkları ve ısrarla sürdürdükleri mezhep savaşı kışkırtması akla başka soru getirmiyor.

Erdoğan, Bükreş dönüşü uçaktaki kalemşörlerine, DHKP-C’nin “mezhep dayanaklı” olduğunu yani “Alevîliğe dayandığını” hatırlatıyor. Devlet terörüne kurban giden 14 yaşındaki bir çocuğu hâlâ bir kin ve nefret objesi olarak yâd ederken, belli ki bir mezhep göndermesinde bulunuyor. Daha ileri gidiyor, Savcı’yı şehit eden terör örgütünün eylem gerekçesi olan “Berkin Elvan soruşturması” hakkında adalet duygusunu yaralayan ve suç teşkil eden cümleler sarf ediyor.

Adliyeler avm değildir.

Avukatlar da müşteri değildir.

Avukatların üstü aranamaz.

Ortalama zekaya sahip her vatandaşın kendine şu soruyu sorması gerekir… “Avukatların üstü aranamaz” maddesi, avukatlık yasasına hangi amaçla konulmuş olabilir? Neden?

Popüler İçerikler

151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı