Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Adliye Sarayı'nda güvenlik nasıl sağlanıyor biliyor musunuz? İsterseniz internette 'Adalet sarayı özel güvenlik' diye bir arama yapın, bu konuda hizmet veren kaç tane özel güvenlik firması olduğunu görürsünüz. Türkiye artık kocaman adalet sarayları yapıyor ama nasıl koruyacağı üzerine ayrıntılı düşünmüş gibi durmuyor.

31 Mart 2015’te memlekette felaket üstüne felaket oldu. Bir taraftan, memleketin her tarafında elektrikler kesildi. Öte yandan, İstanbul’daki Adalet Sarayı’nda, odasında çalışmakta olan bir savcımız terörist bir saldırı sonucu şehit edildi. Her iki olaydan da mutsuz olduk. Ben her iki olayın da Türkiye’nin idari sistemi ve bu sistemin işleyişi üzerine düşünülmesi gerektiğine işaret ettiği kanaatindeyim. Ben her iki olayda idari beceriksizlik açısından büyük bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Her iki olayında akıllı devlet açığımızı ayan beyan ortaya koyduğunu düşünüyorum. Ben akıllı devlet olmadan Türkiye’nin ileri teknolojili ürün ihracatını artırabileceğini zannetmiyorum. Gelin anlatmaya başlayayım.

İran’la nükleer anlaşmanın gerçekleşmesi Türkiye için ne ifade eder?

İlk bakışta bu mutabakatın Türkiye açısından olumlu birçok yanı var. Özetle:

1) İran’ın nükleer silaha sahip olması olasılığı, her zaman Türkiye’yi rahatsız etmiş ve endişelendirmiştir. Böyle bir olasılık Türkiye’nin güvenliği için bir tehdit oluşturacağı gibi, bölgede ciddi gerginliklere ve istikrarsızlığa yol açabilir. Ayrıca Tahran bölgedeki bu askeri üstünlüğünü siyasi nüfuzunu yayma yönünde kullanmak isteyebilir. Dolayısıyla, İran’ın nükleer bir güç olmaması, bu olumsuzlukların önünü kesecektir.

2) Anlaşma sayesinde İran’a karşı yaptırımların kaldırılması, Türkiye’nin de bu komşu ülkeyle ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirme olanağını artıracaktır.

3) Gerçekten öngörüldüğü gibi İran’ın nükleer silah sahibi olmaması, sadece kâğıt üstünde değil, fiilen de sağlanabilecekse, bu diplomasinin bir zaferi olacak, bütün dünya gibi Türkiye de bundan rahat bir nefes alabilecektir.

Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın şehit edilmesi ve Emniyet Müdürlüğü'ne bombalı saldırının sorumlusu olan örgüt, Türkiye'de Emniyet'in ve MİT'in yabancı olduğu, tanımadığı bir örgüt değil.

Nitekim, rahmetli savcının odasından ilk fotoğraf sosyal medyada yayınlandığında, eski polis müdürleri şahısları teşhis ettiler, isimlerini yazdılar.

Böylesine tanınan, hareketleri ve üyeleri takip edilen, hatta isim isim bilinen bir örgüt, Adliye Sarayı gibi iyi korunduğunu varsaymamız gereken bir yerde cinayet işleyebiliyorsa, bundan kimi sorumlu tutmalıyız?

Yanıt belli: Emniyet'in bugünkü yöneticilerini ve MİT'in bu işlerle görevli olan yöneticilerini!

Elbette bütün bunların bir siyasi sorumlusu da var, o da Başbakan Ahmet Davutoğlu'ndan başkası değil.

Peki o ne yapıyor?

Çağlayan İstanbul’da bir semt. Başlangıçta bir gecekondu semtini anlatırdı. Sonra Çağlayan deyince akla 1 Mayıs’ların kutlandığı bir alan gelmeye başladı. Onun da ardından “saray” meraklısı bir ülkede “Ortadoğu ve Balkanlar’ın en büyük adalet sarayı” olarak ünlendi. 

Ama iki gün önce Çağlayan deyince akla şiddeti siyasal mücadele yöntemi olarak benimsemiş örgütlerle devlet şiddetinin yarıştığı, kapıştığı bir bina azmanı anlaşılır oldu. 

Bence dünden bu yana da “pis siyaset üretme” kavramına dönüştü...

Evet pis siyaset. Yürek yakan bir terör eyleminden siyasal çıkar sağlamak üzere lafa sarılmış siyaset bezirgânlarının, klavyeye yumulmuş medya silahşorlarının ürettiği pis siyaset... 

Çağlayan’da bir savcı hayatını yitirdi.

Yazardan sadece öfke kusması ve küfür etmesi beklenen bir ülkede yazı yazmak müşkül iş. 

Düşüncenin yerini keskin siyasi pozisyonların aldığı, doğruya eğriye, haklıya haksıza, meşruya, gayri meşruya bu pozisyonların karar verdiği anlarda, herkesin mahallesinde benzerlerini övdüğü, öte tarafı ise taş yağmuruna tuttuğu bir dönemde, bırakın yazı yazmayı, zihni huzur bile mesele oluyor. 

Siyasi ve toplumsal hayatı yöneten çoğu zaman karşılıksız algılar, kestirme imajlar, keskin cepheler, kuru semboller, ölümcül önyargılar, bunu takip eden çarpıtmalar, söylentiler, iddialar… 

Bunun arasında bir silah eksik… 

O da zaman zaman “söz” biçimiyle ortaya çıkıyor.

Geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yemen’de süren çatışmalara ilişkin basının sorularını yanıtlarken İran ile ilgili herhangi bir devlet yetkilisinden işitmediğimiz sertlikte açıklamalarda bulundu. İran’ı bölgeyi “domine” etmekle suçladı. Yemen’de İran güçleri bulunmadığı hâlde “Yemen’de bir gücü kuvveti varsa çekmesi lazım” dedi. Hızını alamayan Erdoğan İran’ın Irak ve Suriye’deki müdahalelerini kınadı. “Katil” Esad rejimini destekleyen İran’ın İslam anlayışını sorguladı. En önemli komşumuzu adeta yerden yere vurdu. Hem de İran’a yapacağı 6-7 Nisan resmî ziyareti öncesinde.

Erdoğan’ın bu çıkışı Türk dış politikasındaki yalpalamanın son örneği. Türkiye ve İran arasındaki tarihsel rekabetin bir tarafın galibiyeti ile asla sonuçlanmayacağı 1514 Çaldıran Savaşı’ndan beri her iki devlet tarafından kabul görüyordu.

Gezi sırasında polise kaldırım taşı atmayı meşrulaştırmakla başlayan yol, savcı rehin alıp infaz etmeye çıktı. İki çocuk babası bir aile babası, Siirtli bir zabıt katibinin oğlu, harçlığını terzilik yaparak çıkarırken hukuk okumuş bir Anadolu evlâdı, basına son sözleri 'Devletin suçlu korumak gibi bir görevi olamaz. Berkin Elvan'ın faillerini bulmak istiyoruz' olan ve gerçekten davadaki en hızlı aşamayı kat eden cumhurun savcısı hunharca katledildi. 

Haziran 2013'ten beri, bugün geldiğimiz noktayı, ilmek ilmek, elbirliğiyle ördüler. Gezi'den itibaren DHKP-C gibi örgütlerle halk kitleleri yan yana getirildi, onların flamaları altında yüründü, Berkin Elvan'ın cenazesinde eli silahlı yüzü maskeli DHKP-C'lilerin oluşturduğu kortej gövde gösterisi yaparken seyirci kalındı ve hatta maalesef alkış tutuldu, onların yönlendirdiği 'Katil devlet' sloganlarıyla devletin her kademesi nefret objesine dönüştürülerek 'katli vacip' algısı yaratıldı.

Yaşantımda teknolojinin nimetlerinden oldukça faydalanan biri olarak 2014 Eylül ayına kadar teknolojiye ilişkin algılarım oldukça pozitifti. Uzun yıllar yoksullukla mücadele konusunda çeşitli köy ve mahallelerde çalıştım. Bu çalışmalarda da en büyük yardımcım teknolojiydi. Yoksul köylerde, oraların yaşamına adapte edilebilir teknoloji kullandığınızda harikalar yaratmanız mümkün. Tezekle çalışan kurutma makinası ile toplanan otların kurutularak direkt üreticiden pazara sunulması, ph’ı ölçen, sütün sıcaklığını anlayan ufak teknolojik aletlerle sütü sağlıklı depolamanız mümkün. Bugün Afrika’nın birçok köyünde bile günlük tohumlama, sulama, hastalıklarla mücadele gibi bilgilerin cep telefonundan yapılan yönlendirmelerle sağlanması o köylerin gelişiminde ve insanların yaşamında inanılmaz katkı sunabiliyor.

Ülkemin iyi insanları bir çocuğun ekmek almaya giderken vurulmasını içine sindiremedi. Çocukların dini, mezhebi, milliyeti olmaz. Bunlar dayatmadır ve büyüklerin egemen dünyasından gelir. Baharda açan yabani bir çiçektir çocuk. Tavrını, tutumunu, güdülerini tahmin etmek güçtür. Bir hayvanın duyarlılığı vardır çocuk bakışlarında: Sevgiyi ve nefreti hemen fark eder… Hakikati ve sahteliği o terazide ölçebilirsiniz…

‘Berkin’ uzun uykusuna yattığında tedirgin bekleyiş hepimizi esir almıştı. İçimden tekrarlıyordum: “Uyan çocuk uyan” diye. Eğer ‘Berkin’ uyanırsa berrak bir gök bize fısıldayacaktı aydınlık geleceği. Çocuk, soğuk silaha karşı direnip soluk alırsa, yeniden gülmeye başlarsa, sahiden devrim olacaktı. İyi, güzel insanların devrimi…

Bilerek derin uykusundan kalkmamayı seçmiş olabilir ‘Berkin’. O çocuk yüreğiyle sezmiş ve içinde bulunduğumuz bataklığa geri dönmemiş olabilir.

Israrımın sebebi öngörerek önlemek. Karanlık bir tezgâha ışık tutarsanız, yani deşifre ederseniz felâketleri engelleyebilirsiniz.

Terör kime oy getiriyor? Veya tezgâhı deşifre etmek için dünkü soruyu tekrarlayalım: 'Çağlayan'dan AK Parti'ye kaç oy çıkar?' Bizim elimizde devlet iktidarı yok. Ne hükümete, ne de onun emrindeki polise, istihbarat birimlerine sözümüz geçmez, ne de iktidar yanlısı gazetelerdeki çarpıtmalarla, duygu sömürüleri ile baş edebiliriz. 'Terör' kelimesinin anlamını bile bilmeyen cahillere laf anlatacak bahtsızlık da bizden uzak dursun.

'Terör, siyasî amaçlar için şiddete başvurmak' demek. Terörist, siyasî amaçlar için şiddete başvuran, kan döken kişi anlamına geliyor. 'Bu eylemin amacı nedir?' sorusu yerine, hararetle 'terörist dedin-demedin' tartışması çıkartanlar ya ahmaktır, ya da terör örgütü ile aynı amaca hizmet etmektedir.

Popüler İçerikler

Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"