Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Eline silah alıp terör eylemleri yapanlara 'terörist' denir.

Eğer teröristler, yaptıkları terör eylemiyle...

- Demokratik taleplerin haykırılmasını daha da zor hale getiriyorlarsa...

- Egemenlerin azgın dişlerini daha da azgın bir şekilde göstermesine katkı sunuyorlarsa...

- 14 yaşındaki bir çocuğun aziz hatırasına bir kez daha saldırılmasına yol açıyorlarsa...

- 'Katiller bulunsun' talebinin kısık bir sesle bile dillendirilmesini imkânsız kılıyorlarsa...

- Güvenlik politikalarına abanmayı marifet sananların ellerini kuvvetlendiriyorlarsa...

- Barışçıl demokratik hak arama taleplerinin töhmet altında kalmasına neden oluyorlarsa...

- Elleri böğründe provokasyon bekleyenlerin beklentilerini karşılıyorlarsa...

- Çatışmacılıktan hayat bulanlara bulunmaz bir fırsat sunuyorlarsa...

Onlara sadece 'teröristler' demek yetmez.

*

Onlara... 

'Maşa oldukları açıkça belli olan provokatör teröristler' denir.

Tabii ki Stuxnet'i hatırladık. Sıradan bir virüsten 20 kat daha kompleks, nükleer santrallerdeki basıncı artırabilen bir virüstü bu. Ama...

31 Mart Salı her bakımdan karanlık bir gündü. Silahlı bir terör eylemi yaşadık. Hayatlar yitirildi, işini yapmakta olan bir hukuk adamı gözlerimizin önünde rehin alındı, öldürüldü. Bu acıyı bu ülkeye yaşatanların insanlıkla, iyilikle, iyilik timsali çocuklarla, ideallerle filan ilgisi olamaz. Yüreklerindeki karanlığı bize de yaşattılar, olan bu.

Bu meşum olayın yaşandığı gün, bir tuhaf karanlık daha yaşadık. Gözle görünür bir karanlık.

Sabah saatlerinden itibaren Türkiye’nin her yerinde tedrici olarak elektrikler kesildi. Ve bu kesintinin bir siber saldırı sonucu olmuş olabileceği iddiaları ortaya atıldı.

İstanbul’un iki yakasındaki adliye binalarından gelen haberler Türkiye’nin gündemine oturdu. 

Gazetelerin dünkü birinci sayfalarında Çağlayan ve Anadolu adliyesinde yaşananlar vardı. 

Berkin Elvan davasına bakan savcı Mehmet Selim Kiraz’ın odasına giren iki terörist 9 saat boyunca eylemini sürdürdükten sonra güvenlik güçlerinin yaptığı baskın sonucu öldürüldü. Ağır yaralanan savcı Kiraz hastaneye yetiştirilirken şehit oldu. 

Kiraz, Berkin Elvan davasına bakan 5. savcıydı. Soruşturmada, önceki 4 savcının aldığı yoldan daha fazlasını almış, olayda rolü olanların büyük bölümünü saptamıştı. Bu aşamada 2 teröristin, “failleri açıklayın” eylemi yapması ne anlama geliyor? 

Her şey bir yana, Berkin Elvan cinayetinin biraz daha karanlığa gömülmesi anlamına geliyor.

Kâbus gibi bir döneme girdik; buna kuşku yok. Ve muhtemelen bu hafta yaşadıklarımız, seçime kadar yaşayacağımızın, sadece uvertürü...

Çağlayan Adliyesi’nde salı günü yaşanan feci olay, bir yanıyla 2007 Danıştay saldırısı, bir yanıyla da Sabancı suikastını hatırlatıyor... Zaten herkesin ağzında seçimler yaklaşırken provokasyon ve siyaseti dizayn çabaları olacağı vardı.

Ancak ben şahsen oyunun yine eski senaryo defterinin tozlanmış sayfalarından çıkacağını, bu kadar tanıdık motiflerle karşı karşıya kalacağımızı beklememiştim. Yanılmışım.

Yapıldığı günden beri onlarca hukuksuzluğa mekân olan o uğursuz Çağlayan Adliyesi, bu kez de savcı Mehmet Selim Kiraz’ın canını aldı. Biliyoruz ki bu eylemi DHKP-C yaptı. Peki, bu örgütün arkasında başkaları var mı?

Hakimlere akıl öğretti…

Danıştay efendi, bu iş senin işin değil, haddini bil” dedi. “Mahkemenin söz söyleme hakkı yoktur, söz söyleme hakkı din ulemasınındır” dedi.

*

Şeriatçı avukat beline silahı taktı, gitti Danıştay’ı bastı, takır takır saydırdı, hakim Yücel Özbilgin’i şehit etti.

*

Savcılara akıl öğretti…

“Ben bu davanın savcısıyım” dedi.

*

Kuddusi Okkır öldürüldü. Albay Murat Özenalp, albay Berk Erden, albay Tarık Akça, albay Abdülkerim Kırca, albay Mehmet Haşimoğlu, yarbay Ali Tatar, MİT’çi subay Kaşif Kozinoğlu şehit oldu.

*

Milislere akıl öğretti…

“Esnaf gerektiğinde askerdir, polistir, hakimdir, cephede vatanını savunan kahramandır” dedi.

Seçimlere giderken, “Düğmeye basıldı” dedik. Önceki gün İstanbul Adliyesinde savcımızı şehit edenler dün de İstanbul Emniyetine saldırdılar. Seçime giderken Türkiye sistemli saldırılarla terör ve kaos ortamının içine çekilmeye çalışılıyor.

Bu eski ama etkili olan bir oyun.

Büyük bir tuzak.

Abdi İpekçi suikastı 12 Eylül’e giden yolda önemli kilometre taşlarından biriydi.

İstanbul’da sıkıyönetim vardı. 1 Ordu Komutanı Necdet Üruğ aynı zamanda Sıkıyönetim Komutanıydı.

Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısında İpekçi suikastını soruşturan savcı, olayı aydınlatmak üzere olduğu bilgisini paylaşınca,  kısa sürede dosyadan el çektirildi.

Dünyamızda iki tür insan var: Biri, meydana gelen olayların birbiriyle ilintisiz olduğuna inananlar; kolaylık olsun diye bunlara “tesadüflere inananlar” diyelim... Diğeri de, tesadüf gibi görünen olayların aslında çok daha derin, çok daha titiz bir planlama sonucu olabileceğinden kuşku duyanlar...

Siz kendinizi bu iki gruptan hangisine yerleştirirsiniz bilemem; ben ikinci grupta yer alanlardanım. Türkiye’nin siyasi tarihi, kuşkuların haklı olabileceğinin çarpıcı örnekleriyle doludur.

1971 öncesinde sokaklara dökülen gençler “devrim” gerçekleştireceklerini sanıyorlardı; masum olsalar bile, onların hareketlenmesi, sonunda askeri müdahaleyi getirdi. Benzer bir hareketlenmenin aynı sonucu doğuracağını öngöremedi 1980 öncesi sokakları ateşe boğanlar...

27 Şubat’ta Rusya’da muhalif siyasetçi Boris Nemtsov öldürüldüğünden beri, hep aynı şeyleri dile getiriyorum: Tıpkı Rusya’da olduğu gibi, Türkiye’de de siyasette toksik bir ortam var. Bu ortam, politik cinayetlere uzanan karanlık bir dönemin kapısını Rusya’da açtı ve Türkiye’de açmaya doğru gidiyor.

“ Bu suikastın [Nemtsov suikastı] haberini ilk duyduğum anlarda, Dolmabahçe’de ‘barış sürecinde tarihî anların yaşandığı’ açıklanıyordu. O esnada, siyasetle ilgili önsezilerim, bana, Dolmabahçe toplantısından çok Nemtsov suikastının, Türkiye politikasının geleceği ile ilgili ipuçları verebileceğini düşündürdü.

Rusya ve Türkiye giderek birbirine benzeyen siyasi koşullara sahip hâle geliyor. Tıpkı, Kremlin gibi AK Saray da, kendi muhalefetini bile kendi yaratmak ve demokrasi illüzyonunu sürdürmek adına, onları sıkı sıkıya kontrol etmek istiyor. ”

Dün sosyal medyada iktidar yanlıları tehditle, hakaretle insanlara şunu dayatıyorlardı: “Bu iki DHKP-C’liye ‘eylemci’ demeyelim,‘terörist’ diyelim.”

Eylemci ya da terörist. Bunu bir kenara bırakalım. Peki, biz bu çocuklara ‘insan’ da mı demeyeceğiz? Türkiye’de hiç kimse birbirine ‘insan’ demeyecek mi? Ne zaman birbirimize insan gözüyle bakacağız?

Öldürmeyi değil yaşatmayı, ayrıştırmayı değil bütünleştirmeyi, ideolojik kazanımı değil ülke kazanımını ne zaman öncelikli kılacağız?

Bu çocuklar nasıl oldu da bu aşamaya geldi? Buna hiç kafa yormayacak mıyız? Nasıl olur da okuldan çıkıp ölüme giderler? Bu operasyon kime hizmet etti?

Yemen'in, İran'ın etki alanına kayması ne kadar endişe vericiyse onlarca yıldır aşiretleri satın alarak bu ülkeye müdahale eden Suudi Arabistan'ın karanlık gölgesinin sona ermesi o kadar önemli. Biri geleceğe dair korku, diğeri onlarca yıldır var olan gerçek.

Bir kere Suudi Arabistan’ın Yemen’e saldırısına destek verildi ya artık bu ülkenin başına gelenlere kör ve sağır kesilebilirsiniz. Nasıl olsa “İran, Yemen’i ele geçirdi” iddiası eşliğinde buyruk geldi: “İran ve teröristler Yemen’den çekilmeli.” Bu saatten sonra isyan eden Husiler kim, Yemen’de kim kiminle savaşıyor, Suudilerin derdi ne, İran unsurları hakikaten var mı soruları önemsiz. Hatta sivil kayıpları hiç sormayın. 30 Mart’ta Mazrak mülteci kampında 40 kişinin ölmesi, 200 kişinin yaralanması kimin umurunda! Amnesty International’ın sunduğu bilançoya bakmaya da gerek yok:Suudi saldırılarında üç günde dördü çocuk 14 kişi yanarak can verdi.

31 Mart’ta Sana’daki bombardımanda 14 ev yerle bir oldu, altısı 10 yaşın altında çocuk 25 kişi öldü.

Popüler İçerikler

Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
Icardi'nin A Milli Takım Forması Giymesi İçin CİMER'e Başvuruda Bulunuldu!
İki Torunlu Mücevher Kralı 30 Yıllık Eşinden Genç Sevgilisi İçin Tek Celsede Boşandı