Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Diken’de büyük bir zevkle yazdım. Ve yine tarih tekerrür etti…

Ben Diken’deki hurma ağacının gölgesinde mutlu mesut yazarken, başta Can Dündar olmak üzere pek çok arkadaşım, bu sefer Cumhuriyet’te yazmam için beni ikna etti. Şimdi bir kez daha yazılı medyaya geçiş yapıyorum.

İtiraf edeyim, Diken’den ayrılmam zor oldu. O nedenle bu geçişi mutlak bir ayrılık olarak görmek istemiyorum. Ara sıra hurma ağacımın gölgesine döner, sizlerle buluşurum diye düşünüyorum.

Bu karar verme sürecinde uzun bir süre bir şey yazmadım. Bu nedenle sizlerden özür diliyorum. Kararsızlık, ara verme ihtiyacı derken işi tembelliğe vurdum.

Doğrusu yazmamak, sadece okuyucu olmak da pek keyifli. Biraz daha sürse, iyice rehavete kapılabilirdim. Şimdi silkinip Cumhuriyet’te yazmaya başlayacağım. Allah utandırmasın!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 'Başkanlık ile çok başlılık bitecek' dedi.

Ardından 'çok başlılıktan ne anladığını' ortaya koyan bir cümle daha söyledi:

'Şu parlamentoda yaşananların büyük bir kısmı artık yaşanmayacaktır, çok başlılık, tüm engellemeler ortadan kalkacaktır.'

Biz de bu cümlelerden anlıyoruz ki Cumhurbaşkanı, Başkan olacak olursa, Meclis'e gerek kalmayacak!

Meclis'teki tartışmalara, görüşmelere, uzlaşmalara ihtiyaç duyulmayacak.

Başkan ne istiyorsa o olacak, herkes sesini kesip oturacak.

Bunu biliyorduk zaten.

'Türk tipi başkanlık sistemi' adını verdiği düzende, ülke başkanlık kararnameleri ile yönetilecek.

Başkan ne diyorsa kanun o olacak, yargı denetimi olmayacak. Sonra da diyor ki 'Seçilmişten diktatör olmaz'.

Benzetmek amacıyla söylemiyorum, evlerden uzak olsun ama olabileceğini biliyoruz, Hitler de seçilmişti!

Otoriter tek adam yönetiminin önüne geçebilmenin yolu seçim değildir.

Ya da sadece Başkan'ın seçim ile işbaşına geliyor olması da değildir.

Denir ki, AK Parti geleneksel sağa göre sivil, daha az milliyetçi, daha az devletçidir. 

Son yıllarda ise geleneksel sağa doğru hareket ettiği söylenir oldu. 

AK Parti elbet Türkiye’deki diğer sağ partilerden farklıdır. Zira dinamikleri ve hassasiyetleri kendisine has 2000’li yılların muhafazakar partisidir.

Dönemler önemlidir.

Şu an dünyada ve ülkede nasıl bir çevre duyarlılığı yaşanıyorsa, örneğin DP döneminde, 1950’lerde, sanayileşmenin ve kalkınmanın erdem olarak görüldüğü bir dünya vardı.

Milli iradenin sık engellendiği dönemlerde nasıl demokrasiyi “çoğunluk ve seçim” fikri taşıdıysa, 1960’lardan itibaren demokrasi o denli “çoğulculuk ve katılım” üzerinden tanımlanmaya başlandı.

'Çözüm süreci'nin 'buzdolabına konulduğu' ve seçim sonrasına kadar da -en iyi ihtimal ile- orada tutulacağı anlaşılıyor. Seçimlere kadar her türlü 'provokasyona açık' bir süre ve zemin var. O nedenle, 'çözüm süreci'nin buzdolabına kaldırılsa bile ortadan kaldırılmaması iyidir.

Ocak ayında Stratim ’in her yıl düzenlediği uluslararası “İstanbul Forumu” nun bir panelini yöneten Michael Werz, panelistlerden birine “Washington’da yaygın bir kanaat var: AKP, ‘barış’ı seviyor ama ‘süreci’ sevmiyor” diyerek “‘Barış Süreci’ konusunda ne düşünüyorsunuz?” diye sormuştu.

Soruyu soranın “Başkan Obama’nın düşünce kuruluşu” diye isim yapan Center for American Progress ’in Türkiye uzmanı olması, soruş tarzını cevaptan daha da ilginç ve önemli kılıyordu. Aynı panelin konuşmacılarından biriydim. Soru bana sorulmamış olmakla birlikte, konuya girdim ve aynen şunu söyledim:

“Washington’da yanlış bir kanaate varılmış. AKP, ‘barışı seviyor, süreci sevmiyor’ diye bir şey yok. AKP, ‘barış süreci’ni seviyor ama telaffuz etmesini seviyor!”

IŞİD'e katılmak, Müslüman kadınların feminist değerlere daha az inandığı yönündeki Batı algısına karşı militan bir isyan olarak görülebilir. Bu da örgütün eşitlik yerine ayrıma dayalı cinsiyet ilişkileri anlayışını, saflarına katılanlar nezdinde özgün ve hatta güçlendirici kılmakta.

Londra'nın doğusundan üç kız öğrenci, Şubat 2015'te Türkiye'ye uçup Irak ve Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) katılmak üzere Suriye sınırını geçti. Medyada geniş yankı bulan bu olay, pek çok soruyu da akıllara getirdi. Batı'da yaşayan kadınlar neden barbar bir militan gruba katılmak için evlerinden kaçıyordu? Bu nasıl durdurulabilirdi? IŞİD'in nesi onlara cazip geliyordu? Kaçanlar, yanlış yönlendirilmiş, baskı gören Müslüman kızlar mıydı? Yoksa kendi militan tarzdaki güçlerini göstermek isteyen radikal aşırılık yanlıları mıydı?

Bildiklerini büyük ölçüde IŞİD'in kadın üyelerinin Twitter mesajları ya da diğer sosyal medya yorumlarına dayandıran, kerameti kendinden menkul bir dizi terör analisti, sıralanan sorulara yanıt bulmak için seferber oldu.

DÜN Hindistan gündeminin baş maddesi Avustralya’ya karşı oynanan ve sonunda kaybedilen kriket maçıydı. Yemen’de olanlar pek de merak uyandırmıyordu. En azından benim katıldığım konferansta. Ancak elbette Hindistan’da işleri bu gelişmeleri takip etmek olanlar da gelişmelerden kaygı duyuyorlardı. Hava saldırılarından sonra bir kara savaşı ihtimali daha şimdiden petrol fiyatlarını yükseltti. Dahası Yemen’in ve Yemen’e dışarıdan müdahalelerin tarihini bilenler açısından, buradaki iç savaş başkalarının müdahil olması halindeherkesi hırpalayacak bir noktaya gelebilir.

Yemen’de olup bitenleri kolayca ve basitçe Şii-Sünni mezhep savaşı veya salt İran-Suudi Arabistan mücadelesinin yeni alanı olarak görmek sanırım yanlış. Yemen’i bilenlerin yazdıklarına göre, bu ülkede mezhepler arasında çok keskin ayrılıklar yok.

Önceki günkü yazımızda Yemen’deki iç çatışmaların Suudi Arabistan’la İran’ı karşı karşıya getirebileceğini ve bu tehlikenin bölgesel, hatta küresel boyutlar alabileceğini belirtmiştik.

Bu noktaya tahmin edildiğinden de hızlı gelindi. İsyancı Şii Husi güçler ülkenin güneyinde saldırılarını yoğunlaştırıp stratejik Aden liman kentini neredeyse ele geçirecek duruma gelince, Suudi Arabistan önderliğindeki yeni koalisyon, askeri müdahale düğmesine bastı.

Bu harekât halen Husilerin kontrolü altında bulunan başkent San’a’ya karşı hava akınlarıyla başladı. Operasyonun bundan sonra karadan da sürmesi söz konusu.

Suudi Arabistan ve koalisyon ortaklarının bu müdahale için öne sürdükleri gerekçe, Devlet Başkanı Mansur Hadi’nin başında bulunduğu “meşru” hükümetin başkaldıran ve “dışarıdan” destek gören Husilerin tehdidi altında bulunmasıdır.

Bu tutum, operasyona lojistik katkıda bulunan ABD’nin aktif desteğine sahip. Türkiye de resmi bir beyanla bu eyleme arka çıkmış bulunuyor.

Acaba 'Başkanlık Sistemi'ne geçişimiz kaç yılda gerçekleşecek? Aslında Cumhurbaşkanını halkın seçtiği modele geçerek, fiilen 'Başkanlık' sistemini gerçekleştirdik ama bizde sistem tartışmalarından çok kişiler üzerindeki tartışmalar ağırlıklıdır. Örneğin 'Ebedi Şef' Atatürk de, Tek Parti'nin 'Milli Şef'i İnönü de 'Başkan' değil Cumhurbaşkanıydılar. Veya Ekmeledin İhsanoğlu Cumhurbaşkanlığına halkoyu ile gelseydi, gündemimiz şimdiki gibi 'Başkanlık' arayışı üzerindeki tartışmalara takılı mı olurdu? 

Demek istediğim şu... Kafamızı sistem ya da rejim içerikli tartışmalara takmamalıyız. Bu konuda uygulamalarla söylenenler arasında her zaman büyük farklar vardır. 1924 Anayasası ile çok partili demokrasiye geçmedik mi sonuçta? Ayrıca resmi olarak benimsenen sistemler de, her zaman beklenen sonuçları beraberinde getirmez.

Geride bıraktığımız günlerde bu gazetede yayınlaman KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık ile yaptığım röportaj/ yorumda şöyle bir ifade kullanmıştım: “Bayık’tan edindiğim izlenim PKK’nın mevcut ateşkesin sürmesini istediği. Dolayısıyla seçim öncesi herhangi bir provokasyon yaşanırsa bunun Kandil kaynaklı olabileceğini düşünmüyorum.”

Evvelsi gün Genelkurmay Başkanlığı’ndan bir açıklama geldi:

Teröristler tarafından, 25 Mart 2015 saat 13.25’te Dağlıca/ Yüksekova/ Hakkari bölgesindeki unsurlarımız yönelik 3 adet havan atışı yapılmıştır. Terörist ateşlerine, bölgede bulunan unsurlarımız tarafından derhal karşılık verilmiştir.

Akp’nin yanlış politikaları sonucunda Türkiye’ye gelen Suriyelilere, şu ana kadar 5.5 milyar dolar harcandı.

*

Ne demişti Ali Babacan… “Libya’ya 300 milyon dolar yardım gönderdik. 100 milyon dolar 1100 kilogram ediyor, uçak muçak düşer diye hepsini vermedim, 10 milyon dolar gönderdik, 100 kilogram tutuyordu, gerisini burada elden teslim ettik.”

*

Gazze’nin inşası için yardım toplandı, Türkiye 200 milyon dolar ödedi. Filistin’e yaptığımız toplam yardım 1.5 milyar doları geçti.

*

Türkiye, şeriatçı Mursi’nin cumhurbaşkanı seçildiği dönemde, Mısır’daki Müslüman Kardeşler’e tiko para 2 milyar dolar verdi.

*

Türkiye’nin Afrika ülkelerine sadece bir senede dağıttığı para 3.5 milyar doları aştı.

Popüler İçerikler

Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı