Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Tarihe not düşmek açısından, bu ülkenin vatandaşları olarak duyduklarımızın üstünden geçelim elbette.

Ülkenin başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü çıktı, ülkenin başkent belediye başkanıyla kavga etti. Bu kavga dahilinde öğrendik ki, ülkenin başkent belediye başkanı şehri ‘birilerine (cemaate veya emmisine fark etmez)’ parsel parsel satmış.

Başkentin parsel parsel ‘birilerine’ peşkeş çekildiğini iktidar partisinde insanlar bilmekteymiş. Başbakan yardımcısı bunları dile getirmiş ve parsel parsel satan kişinin yeniden belediye başkanı adayı yapılmaması gerektiğini söylemiş.

İktidar partisi, daha doğrusu her türlü adaylığa karar veren merci olan dönemin başbakanı, tüm bu ‘parsellere’ rağmen, yani bile bile, bu kişiyi yeniden belediye başkanı yapmış.

Gökçek kime yaranmak istiyor? Kim onu Bülent Arınç’ın üzerine yolladı? Arınç’ın sözlerine bakılırsa Gökçek’in yaranmak istediği kişi “oğlunun milletvekilliği adaylığına onay verecek olan makam” olmalı.

Buna kimin yetkisi var? AKP’de milletvekilleri adaylarını belirleyen bir komisyon var ve onun başında da Başbakan–Genel Başkan Ahmet Davutoğlu. Son sözü kuşkusuz ki genel başkanlar söyler.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu listelerin belirlenmesinde doğrudan etkili olacağı da bir sır değil. O zaman, Gökçek’i, Arınç’ın üzerine saldırtan iki olağan şüpheli ortaya çıkıyor:

Cumhurbaşkanı ya da Başbakan! Doğrusunu isterseniz aralarına fitne sokmak istemem, bana ne, beni ilgilendiren bir durum sayılmaz. Ama bu tanımlamadan sonra merak etmeden de duramıyorum tabii. Arınç’ı sevmeyen kim? Erdoğan mı, Davutoğlu mu?

Hayatımızda “Kabataş Yalancılığı” diye bir kavram var. Bugüne dek bildiğimiz “yalan” içeriğinden farklı bir tarifi var bu türün. Kini, nefreti körüklemek üzere söylenen “yalan” bu. Toplumsal etkisi var. En belirleyici özelliği; birine yaranmak, uşaklık etmek için söyleniyor olması. Kişi bu yalanı bir başına söylemiyor. Örgütlü biçimde bir hayal görülüyor önce; ki bu bölümü dikkat çekici, bir kurgu yapılıyor ve dile geliyor ardından yalan! Üstelik bu yalanı söyleyenlerin özgün bir yönü var: bu kişiler, karşısındakileri “yalan” söylemekle, vicdan sahibi olmamakla itham etme yeteneğine sahip. Elbet hiçbir “yalancının” etik bir değeri söz konusu değil. Ama bunlar neredeyse iç savaş çıkarmayı göze alacak dehli kör ve satırla insanları sokağa dökecek kadar acımasız.

Eğer biri kasıtlı olarak büyük bir kavga çıkarmak istiyorsa, olası “Kabataş Yalancısı”dır. Siyasi hırsı, insanlığının önüne geçmiş; sinsi, pusu kültüründen gelmiş kişidir “Kabataş Yalancısı”… Hep güçlünün yanında boy gösterir “Kabataş Yalancısı”… Fütursuzdur. “Yalan” söylerken herhangi bir tutarlılık aramaz, sadece verilen talimatı yetkin biçimde uygulamaya çalışır. Yetmez: uydurma bilgisayar manevralarıyla iyice topluma kin ve nefret tohumu eker yayın organlarında “Kabataş Yalancısı”. Sonucu düşünmez, bencildir “Kabataş Yalancısı.”

Cumhurbaşkanı ile Başbakan, Cumartesi günü İstanbul’da bir araya gelmişlerdi, Pazartesi günü Ankara’da görüştüler.

Aileleriyle birlikte.

Erdoğan-Davutoğlu diyaloğu devlet yönetimi ve AK Parti’nin geleceği açısından bir sigorta. Bunu Erdoğan ve Davutoğlu konusunda fitne heveslilerini uyarmak için yazıyorum. Fitneye gerek yok. Erdoğan ile Davutoğlu ihtiyaç hissettikleri her an bir araya geliyorlar.

Demirel’in etrafında, genç AP’lilerden bir “Yeminliler grubu” oluşmuş. Ama bunların ne Demirel’e ne de AP’ye bir faydası olmadı. Eğer Süleyman Demirel, diyaloğ kurmayı tercih etse, Demokratik partililer, AP’den ayrılmayabilirdi. Demokratik Parti’nin kopmasıyla birlikte AP bir daha tek başına iktidar yüzü görmedi.

Kim haklı, kim haksız kısmına girmeden cevap veriyorum.

Çünkü bu yanlış bir eşleşme ve esasen mevzu bambaşka...

Gökçek, ait olmadığı bir minderde güreşiyor. Arınç'ın dengi değil. Müsabakaya çıkacaksa doğrusu, kendi sıkletinde bir muhatap ve kendi klasmanında bir minder seçmesiydi. Her açıdan talihsiz oldu. En başta kendisi için.

Fakat bu talihsizliğin beni asıl alakadar eden yanı, tartışmaya da yazık olması. Türkiye'nin, iktidarıyla muhalefetiyle bu tartışmayı tatlı-tatsız bir sonuca bağlamaya ihtiyacı vardı oysa.

Hâlâ anlamayanlar için: 1- Tartışma, 'Hükümet-Saray' çatışması ya da Erdoğan-Davutoğlu ayrışması değil.

Hâlâ anlamayanlar için: 2- Onlar, yani hükümetle Saray, Erdoğan'la Davutoğlu zaten aynı taraf. Tartışma, sistem tartışması...

Barıştan bahsetmek tehlikeli iştir.

İnsanlar inanabilirler…

Bu yüzden AKP’ye müteşekkiriz hepimiz.

Devlet, yıllarca süren asimilasyon, baskı ve zulüm politikalarının adını koyuverdiydi kısa süre önce: “ Bu sorunun adı Kürt sorunudur. ”

Tunceli ayaklanması değil, Dersim Katliamı’dır yaşanan, gerekirse özür dileriz ” diye buyurduydu.

“ Faşizan politikalarla bu ülkenin Hıristiyanlarını kovdular topraklarından, peki iyi mi oldu sonucu ” diye sorduydu.

Devletin böyle söylediğini duydu artık bir kere Kürtler.

Aleviler, Hıristiyanlar başlarına gelenleri itiraf eden yetkili ağızları işitti.

Beğenin, beğenmeyin: Kürt siyasi hareketinin barış sürecine dair önerileri, talepleri var. Dolmabahçe’de açıklanan 10 maddeyle hükümet de bu karede yer aldı. Ancak pratikte iktidar, barış sürecini destekliyor mu, nasıl bir barış vizyonu var, anlamak mümkün değil.

Devletin tepesinden birbiriyle çelişkili açıklamalar üst üste gelirken, TSK da sessizliğini bozdu.

Asker artık siyasete karışmıyor diyorduk, yanılmışız. Genelkurmay’dan yapılan açıklama ve “Mardin’de PKK’ya operasyon” haberi, çözüm sürecinde tıkanmaya, yeni bir patinaj dönemine yol açabilir.

TSK’nın bu tutumu, Cumhurbaşkanı’nın sürece dair yaptığı son açıklamalarla paralel... Dolmabahçe’yi uygun bulmayan, izleme heyetine onay vermeyen, “Kürt sorunu yoktur” diyen CB, son olarak Kürtlerin seçilmiş siyasetçilerine yönelik şu sözleri sarf etti:

“Marjinal, ateist, inançsız, bu toprakların değerlerinden, özünden ve ruhundan kopuk akımlar...”

Bülent Arınç, gündem oluşturmaya devam ediyor. Ama katılmadığım sözleri var.

1) Başım dik, akçeli işlere karışmadım, siyaseti bırakınca, dürüst, namuslu biri olarak anılacağım.

Akçeli işlere karışmadınız ama yolsuzluk yapanlar karşısında sessiz kaldınız. Dahası, TBMM’de onların aklanmasına hizmet ettiniz. Kendinizin kullandığı oy beyaz olabilir fakat ülkenin üstüne kâbus gibi çöken yolsuzluk ve buna duyulan öfkenin yatışması için sorumluların hesap vermesi gerekirdi. “Partinin ağabeyi” sıfatıyla buna önayak olmadınız. Dolayısıyla, belki namuslu bir kişi olarak anılacaksınız ama ben şahsen, göre göre yolsuzluk yapanlara göz yumana dürüst demem. Tabii biat kültürü farklı olabilir ya da siyasal İslâm’ın gereği parti menfaati, ülke menfaatinin üzerinde tutulabilir. Birtakım din adamlarından fetvalar alıp, vicdanlar rahatlatılabilir. Lakin arada sırada bir iki söz söyleyip, sonra kuyruğu kıstırmak namuslu ve dürüst insanların harcı değildir.

2) En fazla Melih Gökçek’in size “paralel” demesine kızdınız. “Benim eşimi, çocuğumu niye hedef alıyorsun” sorusunu yönelttiniz. Sözde hukukçusunuz…

Bir Ankara tekerlemesi…

Biri peşkeş, çekmiş, biri yemiş, biri göz yummuş, diğerleri hani bana hani bana demiş. Tekerleme değil, gerçek. Melih Gökçek Ankara’yı parsel parsel cemaate peşkeş çekmiş. Cemaat Ankara’yı parsel parsel yemiş. Hükümet tüm bunları bildiği halde göz yummuş. Görenler de hani bana hani bana demiş.

Bunu ben söylesem iftira olur.

Ama Bülent Arınç söylüyor: “Benim cemaat denilen olguya karşı sevgim ve sempatimi 78 milyon insan bilir... Ben buyum, her şeyimle ortadayım. Amerika’ya giden, olimpiyatlara koşan benim ben bunları gizlemedim ki. Ama Gökçek bunlardan daha fazlasını yapmıştır. Belediye başkanı adaylığında ve seçimlerde oy isterken bu yapının kucağında oturmuş, bu yapıya Ankara’ya parsel satmıştır. Zengin işadamlarına okul yaptırmıştır” diyor.

Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi , AK Parti’de yaşananları, iki yazısıyla (23-24 Mart) doğru teşhis etti: “ Büyü bozuluyor ” ve “ Farkında mısınız bilmem ama seçimlere 75 gün kaldı. Kimse bu millet 7 Haziran’da sandığa bizim tek başımıza iktidarımızı tescil etmek üzere gidecek diye bakmasın. Bu milletin sağı solu belli olmaz ”.

Newroz alanındayız.

Kalabalık çoşkulu. Abdullah Öcalan’ın mektubunu bekliyor.

Diyarbakır’a bir gün evvel sabahtan gelmiştim.

Konuştuklarımın hepsi, Öcalan’ın, “ çatışmanın, geri dönülmez olarak biteceği ” mesajını içeren olumlu bir mesaj vereceğini, ve, bu konuda, olası tarihli bir kongre çağrısı yapacağını söylüyordu.

Öyle de oldu.

Öcalan’ın mesajı olumluydu. Newroz alanında, çatışma döneminin bittiğini kutlanıyordu. Kongre çağrısı da olmuştu, ama tarihsiz.

Popüler İçerikler

İhracı İstenen Teğmen Ebru Eroğlu'nun Savunması Ortaya Çıktı: "Atatürk'ün İzinden Giden Subaylarız!"
İstanbul Boğazı'nın En Pahalı Yalısında Fiyat Güncellemesi: Değeri Tam 120 Milyon Euro
Yalı Çapkını'ndaki Enişte-Baldız İlişkisi Seyircinin Midesini Kaldırdı