Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

AKP’nin iyiliğini kim daha çok istiyor?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan mı, AKP hükümetinin sözcüsü Bülent Arınç mı ve sözcünün arkasındaki kişi olan Başbakan Davutoğlu mu?Elbette hepsi AKP’nin iyiliğini istiyorlardır ama “çözüm ve barış sürecini izleme heyeti”ne dair yaptıkları açıklamalara bakılacak olursa bu iki cenahın iyiliği farklı yerlerde aradıkları anlaşılıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ne Kürt sorunu ya? Artık böyle bir şey yok” dedi, Kürtlere “Neyiniz eksik sizin?” diye çıkıştı.

Son olarak da önceki gün “Çözüm sürecini izleme kurulunu doğru bulmadığını” söyledi.

(Doğru bulmadığı “izleme kurulu” da matah bir şey olsa... İktidar çözüm doğrultusunda tek bir somut adım atmadığı için gerçekte var olan çözüm süreci değil, sadece bir çatışmasızlık durumu ve bunu izlemek üzere o kurulda yer alanların akil yandaşlıktan başka bir vasfının bulunması da Türkiye’nin gerçeklerine aykırı.)

Komşularla sıfır sorun” diyordu AKP hükümeti. Onaylanacak bir hedef ve bir politikaydı bu. Gelgelelim, şimdilerde bu komşularla sıfır ilişki ve sonsuz düşmanlığa dönüştü. Türkiye’de böyle şeylere –ya da her şeye– Tayyip Erdoğan’dan başka kimse karar veremediğine göre, bu da onun iradesi ve tercihlerinin sonucu olmalı.

Sıfır sorun” denilen günlerde “mezhep” ayrımının pek sözü geçmiyordu. Ama şimdiki duruma baktığımızda, mezhep konusunun pekâlâ önemli olduğu görülüyor. Böyle bir şey durup dururken ortaya çıkamayacağına göre, demek ki hep oradaydı ama görünür yüzeye çıkmıyordu (AKP’de daha birçok şey gibi).

Bu arada İsrail’de Netanyahu yeniden bir seçim kazandı. Bunu söylemek ilk ağızda çok paradoksal görünüyor ama Netanyahu ile Tayyip Erdoğan arasında bazı önemli bezerlikler var. Birbirlerini “en büyük hasım” olarak görebilirler; düşünceleri, siyasetleri de doğal olarak birbirine karşıt. Ama “benzerlik” dediğim şey de zaten buralarda değil, daha çok siyaset yapma üslûbunda ve son analizde demokrasi ile kurdukları ilişkide.

Bu çıkış… Son günlerde iyice pekişmiş olan ‘Ülkede tüm politikaları Cumhurbaşkanı Erdoğan belirler’ paradigmasına vurulmuş ilk ve esaslı bir darbedir. ‘Saray vesayetine hayır’ çıkışıdır.

İtirazlarınızı işitir gibiyim: “Abartma” diyorsunuz. “Arınç daha önce yaptığı gibi yine geri vites yapacaktır” diyorsunuz. “Yine geri adım atar” diyorsunuz.

Eğer Bülent Arınç, sadece kendisini ilgilendiren bir konuda ve sadece kendi özgül ağırlığını koruma adına bir çıkış yapmış olsaydı… “Haklısınız” derdim. Ama bu kez durum farklı gibi…

… Eğer Bülent Arınç, filler konusunda Timur’a ricaya giden Nasrettin Hoca’nın durumuna düşürülmezse… Ve yine eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu açıklamayı kendi egemenliğine vurulmuş ağır bir darbe olarak algılayıp abartılı tepki vermezse…

Bülent Arınç’ın dünkü çıkışı, hükümetin ‘Saray vesayeti’ne karşı elde ettiği ilk zafer olarak tarihe geçecektir.

Tunus’ta turistlere saldırı; İtalyan, İspanyol, Kolombiyalı, Fransız, Tunuslu, Japon, Avustralyalı, İspanyol, Polonyalı 23 ölü.

Yemen’de camilere, Şiilere saldırı; 77 ölü.

Newroz’da Haseke’de Kürtlere saldırı; çocuk ve kadınlar, çok sayıda ölü.

“Müslüman, öldürmez” denen döngü içinde; “Müslüman, Müslüman’ı öldürmez”denen bilmişliklere inat; “Ey Işid, Müslüman’san yapma” diyenlere ıslık çalarak,“ecdad yadigârları”nı da, camileri de, İslam tarihini ve Müslümanların geleceğini de hedef alarak!

Yağmura ve soğuğa inat ilk kez dün, yani 21 Mart 2015’te bu ülkeye gerçek anlamda bahar geldi. Diyarbakır’da dev bir kalabalığa okunan Öcalan’ın mektubu beklentileri boşa çıkarmadı, aksine! Net bir şekilde barış için kongre çağrısı, silahların döneminin kapandığının vurgusu, Eşme ruhu göndermesi ve birlikte kardeşçe yaşama sözleri çözüm sürecinin net bir şekilde nihai barışa evrildiğini gösterdi.

Lafı dolandırmak istemem: Çok mutluyum! Her şeyden önce çocuklarım için. Ailem için. Kendim için. Gelecek için. Türkiye’nin önünü çok açık bir şekilde görebildiğim için!

Çok uzun bir yoldan geldik bu günlere. Gazeteciliğe başladığım 2000’lerin başında Kürdistancoğrafyasında Nevruz lafını ağzına almaya dahi korkardı insanlar. Diyarbakır’a, Silopi’ye,Yüksekova’ya her gittiğimde Nevruz’da sokaklardan geçen tanklar anlatılırdı. Dersim’de 2004’teSongül Erol Abdil belediye başkanı seçildiğinde zırhlı araçların değil, çiçeklerin göründüğü Nevruz’lar yaşatacağız demişti... Sanki Kafdağı’nın ardına erişeceğiz der gibiydi...

Nereden nereye... Öcalan’ın isminin önüne sayın demek dahi yargı konusu olurken, Kürtçekonuşmak terör eylemi muamelesi görürken, çocuklara Kürtçe isim daha verilemezken, bu gün Öcalan’ın Kürtçe mektubunun tüm Türkiye’ye okunduğu, dev barkovizyonla görüntülerinin izlendiği, terör örgütü liderinin terör örgütlerini lanetleyip, barıştan konuştuğu bir ülke haline geldi Türkiye.

Çözüm Süreci' aslında bir tür 'Erdoğan-Öcalan satrancı' halinde sürüyordu. 2015 Newroz'uyla birlikte 'satranç tahtası'na bir de 'AKP çatlağı' kondu

Abdullah Öcalan’ın “tarihi” olması umut edilen “Newroz Mesajı”nı dinleyince, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bu mesajı beğenmediği için önceki gün “İzleme Heyeti’ne gerek yok. Birilerini tatmin etmek zorunda değiliz” açıklamasını yapmış olduğunu anladım.

Diyarbakır’da Newroz alanını dolduran yüzbinlerce kişi ve geri kalan milyonlar, Öcalan’ın mesajını dün öğle saatlerinde dinlediler, okudular ve bilgi sahibi oldular ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın mesajın içeriğinden haberdardı.

Onu “beğenmediği” de yaptığı açıklamadan belli.

Tayyip Erdoğan, Öcalan’ın “Çözüm Süreci”nin başlaması üzerine yaptığı 2013 tarihli “tarihi” Newroz mesajı”nın içeriğini beğenmişti oysa. “Çağrıyı, daveti olumlu buluyorum. Diyarbakır’daki mesajlar bizim mesajlarımızla örtüşüyor” diye açıklama yapmıştı.

“Tabii ama aslolan uygulamadır” diye eklemeyi ihmal etmeden. O dönem “Başbakan” olan Tayyip Erdoğan’ın“uygulama”dan kastettiği “PKK’nın silahlı güçlerinin Türkiye topraklarını terk etmesi” idi.

Silahların bir stratejik tercih olarak ‘susmasından’ bu yana iki yıl geçti. Ancak aynı dönemde elinde silah olanların taktiksel eylemleri devam etti ve onlarca insan daha öldü. Şimdi silahların bir stratejik tercih olarak ‘ bırakılmasının’ eşiğindeyiz. Elindeki silahı taktiksel amaçlarla bırakmamayı tercih edenler yine olabilir. Toplumu aksine inandırmaya gayret gösterilse de Kandil’in Öcalan’la aynı noktada durmadığı veya duramadığı, Kandil içindeki görüşlerden birinin çatışma zemininin ortadan kalkmasını bir dezavantaj olarak değerlendirdiği ve Kandil’e dış aktörlerden ‘ilginç’ tekliflerin geldiği biliniyor. Buna karşılık hükümetin toplumu barışa alıştırdığı ölçüde kendisini daha avantajlı hissettiği, bu nedenle süreci ağırlaştırmaktan çekinmediğini de görüyoruz. Öte yandan hükümetin yürünecek yolda karşı tarafın yön değiştirmeleri sonucu ‘kullanılma’ duygusu yaşamak istememesi, atılan her adımın geri dönüşü olmayacağına güven duymak istemesi de doğal.

Nevruz günü Diyarbakır meydanında yapılan çağrının da, iktidar cephesinde ortaya çıkan tuhaflığın da -Öcalan'ın daha önce Erdoğan'dan duymaya alıştığımız ifadesiyle- 'hayırlara vesile olmasını' temenni edelim

AK Parti hükümeti daha fazla ne bekliyorsa bilemiyorum, açık konuştuklarında öğreniriz, ama Abdullah Öcalan'ın kurucusu olduğu PKK'yı 'Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı kırık yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak' amacıyla kongre toplamaya çağırması bence kendi başına önemli bir gelişmedir.

Aslında Öcalan'ın 2013 Nevruz'unda yine Sırrı Süreyya Önder tarafından Türkçe, Pervin Buldan tarafından Kürtçe okunan mesajını dün okunandan ayıran en önemli cümle, hapisteki liderinin örgütüne yaptığı bu strateji değiştirme çağrısıdır.

Nitekim Öcalan, cümlenim ikinci kısmında örgütünü 'silahlı olan' mücadeleyi bırakma kararı talep ettiği kongrede 'yeni dönemin ruhuna uygun strateji ve taktikler' belirlemeye de çağırmaktadır.

Sadece İlker Başbuğ'u değil, mümkün olsa Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanan generalleri tam kadro halinde Meclis'e sokabilmek için Erdoğan en küçük bir tereddüt geçirmez.

Lâkin hiçbiri böylesine onursuzca bir taltifi kabul etmez. Nitekim Başbuğ cevabı verdi ve 'hiç bir anlamı yok' dedi. Darbeci bile olsanız, askerlik mesleğinin onurunu ayağa düşüremezsiniz. Hazırlığınızı yapar yola çıkar, 'ya devlet başa, ya kuzgun leşe' diye, başınıza geleceklere peşinen rıza gösterirsiniz. Yakup Cemil gibi başaramayınca, karşınızda silahlarını size doğrultan idam mangasına ateş emrini bizzat siz verirsiniz. Hırsızların dümen suyuna girmek her delikanlıyı bozar.

Üstelik konuşma Harp Akademileri'nde yapılmasına rağmen gerçek muhatap askerler değil, Ulusalcılar. Erdoğan Ulusalcılara, 'gelin birlik olalım' çağrısında bulunuyor. Peki kime karşı?

Başbakan Ahmet Davutoğlu, iyice yönünü şaşırdı. Muhalefete vurmak istiyor ama fark etmeden Tayyip Erdoğan’a zarar veriyor. Son olarak, öyle bir cümle sarf etti ki, herkesin aklına ister istemez Erdoğan’ın sık sık kullandığı kelimeler geldi. Bakın Davutoğlu ne dedi: “Dünyanın neresinde, hangi görüşü savunursa savunsun, bir din adamına bir siyasi, ‘nankör’ diye hitap edebilir? Nankör diyen kişinin kendisi öylesine nankörlük yapıyor ki, bu milletinin imanının temsil edildiği makamına bu ifadeyi kullanabiliyor. Eleştirinin de bir edebi, hayası, üslûbu vardır. Hakareti edenler, genellikle Kur’an’la aşina olmayanlardır.”

Peki ne demişti Kemal Kılıçdaroğlu? Çanakkale Savaşı’nın 100’üncü yılında Diyanet’in camilerde hutbe okuttuğunu ama Atatürk’ün adının rahmetle anılmadığını eleştirmiş ve ilâve etmişti: “Nasıl bu kadar nankör olabilirsiniz? Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başındaki kişiye sesleniyorum. Bütün devlet büyüklerine rahmet okumak zorundasınız; özellikle Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına. Din adamısınız siz, herkese sevgiyle yaklaşmak zorundasınız.”

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı