Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bugün İslami Devlet saflarında savaşmak için Suriye'ye gitmek isteyen gönüllülerin sayısının azalmadığını gözlemciler aktarıyorlar. Asıl tehlikenin ise, geri çekilmeyle birlikte IŞİD saflarını terk edecek olan savaşçıların kendi ülkelerine dönmeleri veya başka ülkelere gitmeleri. Bu açıdan bakınca, Türkiye riskli ülkeler arasında en ön sırada.

Çarşamba günü Tunus’un başkentinde, ünlü Bardo müzesinin girişinde otobüsten inen turistlere açılan ateş sonucunda, 20’si turist, 23 kişi öldü. Yaralıların bazılarının durumu ağır ve ölü sayısının artmasından endişe ediliyor. Ateş açan iki kişi de, dört saat süren çatışma sonunda öldürüldü. Saldırganların Tunus’lu oldularını belirtip, kimliklerini açıklayan Tunus hükümet kaynakları, Ensar El Şaria örgütü üyesi olduklarını, Libya’da silahlı eğitim aldıklarını iddia ediyor. Saldırganlara yardım ettiklerinden şüphelenilen dokuz kişi Perşembe günü gözaltına alındı.

HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı'nın başkanlık sistemi özlemine geçit vermeyeceklerini söyledi ama öyle görünüyor ki HDP'ye oy verme konusunda tereddütleri olanların bir bölümü hâlâ bundan kuşkulanıyor.

Cumhurbaşkanı'nın kafasındaki 'başkanlık sistemi'nin neye benzediğini artık biliyoruz.

Denge ve fren mekanizmaları olmayan, Meclis'i işlevsizleştirecek, her şeyin tek hâkimi Başkan'ın olacağı bir sistemden söz ediyor.

Böyle bir ülkede demokrasiden söz edilemez.

HDP'nin böyle bir sistemde, kendi programını uygulayabilmesi mümkün mü?

Erdoğan gibi inişleri çıkışları son derece keskin olan bir başkanın yönettiği bir ülkede, Kürtlerin istediği demokratik açılımlar olabilir mi?

Bu mümkün değildir.

Ülkenin bir bölümünde faşizm sürerken, diğer bölümünde demokrasi olmaz.

Öte yandan 'uzlaşma' da kötü bir şey değildir.

Diyelim ki Demirtaş verdiği sözü tutmadı, birçok kişinin korktuğu şey gerçekleşti, Erdoğan ile uzlaştı ve Anayasa'da kendilerine göre bir değişiklik yaptılar.

Cumhuriyetin özde ya da sözde yurttaşları olmaz, eşit yurttaşları olur. Onu demokratik kılan da budur. Çiğnenmekten tanınmaz hale gelmiş hukuku insanlık ayarlarına geri döndürmek için tehlikelere değil, çarelere ve umuda yönelmek gerekir.

Kalıcı barışa ulaşmanın ne uzun ve hadiseli yol olduğunu her gün biraz daha öğreniyoruz.

Doğrudur, her şeyin yapması, bozmasından zordur. Çelişkilerin içerden dışardan aralıksız kurcalandığı, inançları düşmanlığa, farklılıkları nefrete dönüştürme ustalarının fing attığı coğrafyamızda barışı yapmak zordur.

“Zor”un envanterini çıkarmak bile zordur. O zaman kolaylaştıracak bir yol bulmak gerek.

Mesela sürecin tam da burasında ulaşmış olduğumuz konağa bakabiliriz. Yolun kabasını mı almışız yoksa arpa boylarında mıyız?

Böyle tarihsel bir dönemece gelindiğinde en önce şunu sormakta yarar var: Düşünme sınırlarımız, hayal gücümüz ne ölçüde genişlemiş. Eskiden aklımızın ucundan geçiremediğimiz gelişmeleri kavrayacak, muamma gibi duran sorunları, kısırdöngüleri geride bırakacak ferah bir dil kurabiliyor muyuz?

“Fişlersen, fişlenirsin”, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM’de açıkladığı iddianameyi görünce bunu düşündüm. İddianameye göre; Türkiye’de yaşayan 77 milyon insan tek tek fişlenmiş. 

İşin bir de trajikomik yanı var. Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı o iddianamenin ‘mağdur’ bölümünde 12 yıldır Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi yöneten Recep Tayyip Erdoğan ile eşi Emine, oğulları Burak, Bilal, kardeşi Mustafa Erdoğan’ın isimleri yer alıyor. 

Tam bir ‘fişlersen, fişlenirsin’ vakası. 

Fişlemeyi İçişleri Bakanlığı’na bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı yapıyor. Detaylı Veri Analizi (DEVA I-II) adı verilen bir programda Türkiye’de yaşayan herkesin ailesi, dini, mezhebi, eğitimi, akrabaları gibi kişisel, özel tüm bilgilerinin kaydı tutuluyor.

YGS sonuçları rekor sayılacak bir sürede, 4 günde açıklandı. Eskiden okunması da, evlere gönderilmesi de aylarca sürerdi. Şimdi anında öğreniyorsunuz. Ama bu sürat, felaketleri de beraberinde getiriyor. Şimdilik ilk felaket, sınav sonuç belgesindeki sınav tarihinin yanlış yazılması.

Sonuçlar, dün öğle saatlerinde açıklandığında, sınav tarihi olarak, tüm sınav kartlarında 15 Mart 2014 yazılıyordu. Oysa sınav, bir yıl önce değil 4 gün önce yapılmıştı! Hata konusunda uyarılar yapılınca, ÖSYM anında düzeltme yoluna gitti ama iş işten çoktan geçmişti.

Peki, aynı kodlama ya da tarih hatası, başka konularda da var mı? Adaylardan gelen iddialara bakılırsa, net sayılarında da çok fazla çelişkiler söz konusu. Yani birkaç gün içerisinde yeni sistematik yanlışlar ortaya çıkarsa hiç şaşırtıcı olmaz!..

Müthiş çelişki!

İki aşamalı liselere giriş sınavı TEOG’un ilkinde, soruların tamamını yapan tam 4 bin 742 şampiyon çıkmıştı. Dün açıklanan YGS’de ise soruların tamamını yapan tek öğrenci bile bulunmuyor.

İki merkez bankasının son kararları kısa vadede piyasalar için pozitif bir ortam yaratacak gibi görünüyor. Fakat Haziran ayı yaklaştıkça stresin artma ihtimali bulunuyor. Bir de unutmamak lazım ki para politikaları tek başına ekonomilerin reel sorunlarını çözmeye yetmiyor.

İçinde bulunduğumuz hafta finansal piyasaların önümüzdeki döneme ilişkin bakışını etkileyecek iki önemli karara sahne oldu. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ve ABD Merkez Bankası'nın (Fed) para politikasındaki duruşları ve gelecek döneme ilişkin verecekleri sinyal merakla bekleniyordu. Geçen Salı günü TCMB’nin kararını izledik. Yaklaşık iki aydır süren faiz tartışmalarından sonra Mart ayı başında TCMB’nin hükümetten ilgili bakanlar ve Sayın Cumhurbaşkanı ile yaptığı toplantıların ardından bu karar merakla bekleniyordu.

Medyada yazılıp çizilenlere bakıldığında, medyayı çocuğa benzetmeden edemiyorum; eline hep yeni ve parlak bir oyuncak verilmesi de gerekiyor! Son haftanın oyuncakları arasında, Cumhurbaşkanı’nın “Ne Kürt sorunu ya!” deyişi ile Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız! “ çıkışı dikkat çekiyor. Öyle gündeme oturdular ki, doların tırmanışı, CHP’nin önseçim kararı, artmaya devam eden işsizlik, Çanakkale Zaferi’nin 100. Yılı gibi konular yanlarına yaklaşamadı!

Bunlara bakınca, “medyanın sevgilisi” olabilmek açısından partiler ve liderlerin konumu geliyor aklıma. Bu açıdan AKP’nin ayrıcalıklı konumda olduğuna kuşku yok. Yalnız iktidar partisi olarak sahip oldukları olanaklar değil, gündem yaratmayı seven ve bilen, hemen her konuşmasında “bomba“ patlatmayı iş edinmiş gibi görünen, Cumhurbaşkanı olmanın ötesinde Başbakan ve Parti Başkanı da olan liderlerinin olması gibi avantajları da var!

Bizzat kendisinin bir Kürt sorunu var da ondan... 

HDP, açıkça Başkanlık düşlerinin altını oyuyor. 

Cumhuriyet’te dün yayımlanan anket sonucu sandığa yansırsa Erdoğan, sarayı boşuna yaptırdı demektir. 

HDP, “Biz barajı aşamazsak Erdoğan’ın başkanlığı kolaylaşır” tezini başarıyla işledi. Bir dönem parlamenter rejime tehdit sayılan parti, kendini parlamenter sistemin sigortası olarak sunabildi. O sayede de hem Cizre’de hem Cihangir’de taban bulabildi.

***

Anketi yapan Gezici Araştırma, genel seçmen içindeki Kürt oyunun yüzde 17 olduğunu tahmin ediyor. 

Kürtlerin yarısı 2011’de AK Parti’ye oy verdi. 

Yüzde 40’ı ise “BDP” dedi. 

Bu oran, tersine dönüyor şimdi...

Bir devletin en mahrem istihbarat sırlarının, içeriye ve dışarıya yönelik hesaplarının, gelecek planlarının, gizli tarihinin muhafaza edildiği yerlere, o devletin iktidar gücünü istismar ederek girenler neyi arar, amaçları ne olabilir? Cemaat zannettiğimiz bir yapı, Türkiye’nin kozmik odalarında neyi bulmayı hesaplıyordu? Ya da o yapı, bu bilgileri kopyalayıp hangi ülkelere servis etti? 

Kozmik Oda operasyonu,  Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yapılan en büyük istihbarat operasyonudur. Gezi isyanı ile 17-25 Aralık müdahalesi birer darbe planıydı. Ukrayna’ya döndüremedikleri Türkiye’yi Mısır’a döndürme müdahalesiydi.

Son 10 gündür Irak Kürdistan’ındayım. Epey zamandır Türkiye’nin dışında bu kadar uzun zaman kalmamıştım. İnsan dışarıdan bakıp biraz nefes alınca nasıl zehirli bir atmosferde yaşadığımızı daha iyi idrak ediyor. Ama ister içeriden ister dışarıdan ne yazarsanız yazın tüketenin ideolojik filtresine, mevzilendiği pozisyona göre her bir dediğiniz çarpıtılıyor. Aleyhinize kullanılıyor. Dolayısıyla ne yaparsanız yapın Türkiye’yi kuşatan bu hastalıklı iklimden kaçış yok.

Örneğin ocak ayında Washington’a gitmiştim. Oradayken doğal olarak hükümetten, düşünce kuruluşları, yani “Think Tank” dünyasından Türkiye ile ilgilenen bir kaç kişiyle görüştüm. Ortak kanı şuydu: “AK Parti’nin alternatifi görünmüyor. Türkiye’de muhalefet yok denecek kadar zayıf.

Popüler İçerikler

Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi