Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Yapısal istikrarsızlığın aşılması kapsamlı reformlarla mümkündür. Buna karşılık konjonktürel istikrarsızlık görünüşte sınırlı gibi gözüken bir veya birkaç etmen nedeniyle, kısa vadede iniş ve çıkışların arasının azalması ve öngörme kapasitesinin zayıflamasıdır. Bugün Türkiye'de bu anlamda en önemli konjonktürel istikrarsızlık nedeni, cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dır.

Bugün Türkiye’de hem siyasal hem iktisadi olarak en büyük konjonktürel istikrarsızlık nedeni nedir? Soruyu yanıtlamadan önce, konjonktürel istikrarsızlık kavramını açayım. İstikrarsızlığın yapısal nedenleri uzun vadede süreklilik gösterir. Örneğin Türkiye ekonomisinin ara malı ve yatırım malı ithalatına aşırı bağımlı üretim yapısı bir yapısal istikrarsızlık nedenidir. Ya da tasarruf oranının düşük olması. İkisi de büyüme ile cari açığın aynı yönde seyretmesine neden olur. Büyüdükçe cari açık büyür ve büyümenin istikrarını tehdit eder.

Önceki günkü Beştepe'deki ekonomi brifinginde Başçı'nın sunumunda dikkat çeken bir tablo vardı; o da döviz kuru oynaklığını gösteren grafikti.

Çok açık biçimde, 2013 Haziran ayında nedeni Fed olan mali piyasa çalkantısının tüm gelişen piyasa ülkelerinde yaşandığı görülüyor. Türkiye, o tarihe kadar dalgalanmanın en düşük olduğu bir ülke iken, Fed'in bol para politikasından çıkış işareti ile 2013 Haziran sonrasında bu yeni duruma ayak uydurmadığı ve kur dalgalanmasının tavana yaklaştığı görülüyor. Seçilmiş 10 gelişen ülke parasının dalgalanma aralığını gösteren bantta, Türkiye'nin 2013 Haziran sonrasında kur dalgalanmasının en yüksek olduğu birkaç ülke arasında yer aldığı görülüyor. TL'nin dalgalanması, 2013 sonrasında gelişen ülkeleri içine alan bandın en üst kıyısında, yani tavanda seyrediyor.

Özellikle son bir buçuk aydaki kur dalgalanmasının nedeni olan Merkez Bankası'na faiz baskısı olduğunu bir tarafa bırakıp 'pariteden oldu' hikâyesi anlatılırken, Başçı'nın Beştepe'de Cumhurbaşkanı'na yaptığı sunumda bunun böyle olmadığı, bu grafik üzerinde rahatça görülüyor.

Oysa ne kadar büyütmüştük gözümüzde… 

“Gladyo”ydu o… 

“Seferberlik Tetkik”ti, “Özel Harp”ti, “Kontrgerilla”ydı. 

Ergenekon”du. 

Soğuk Savaş döneminde, Avrupa’da Nazi artıklarıyla oluşturulmuş bir NATO örgütlenmesiydi. 

“Çok gizli”ydi. O kadar ki, başbakanlar bile bu paramiliter örgütlenmeden haberdar değildi. 

Ecevit başbakan olunca örtülü ödenekten para istendiğinde ondan haberdar olmuş, dehşete kapılarak dönemin Genelkurmay Başkanı’na sormuş, örgütün Amerikan askeri yardım binasında üslendiğini öğrenmişti. Araştırmayı derinleştirince de devletin derinliklerine dalmıştı: 

Genelkurmay’daki Özel Harp Dairesi içinde, “Kontrgerilla” adıyla, gönüllü milliyetçilerden bir direniş örgütü kurulmuştu.

Önceki gün Cumhurbaşkanlığı’na Merkez Bankası sunumunun ardından “ekonominin temellerinin son derece sağlam olduğu” açıklandı. Oysa ekonominin performans kriterlerine baktığımızda pek iyi bir görüntü yok.

Niye iyi bir görüntü yok?

Yok. Çünkü;

Ocak ayında imalat sanayi üretimi yüzde 2,4 oranında geriledi.

İhracat bir önceki yılın aynı ayına göre sırasıyla ocak ayında yüzde 9,8, şubat ayında yüzde 13 oranında azaldı. 

Yine şubat ayında Hazine nakit açığı 8,4 milyar lira oldu. Faiz dışı fazla yerine 1,4 milyar lira faiz dışı açık oluştu. Bildiğiniz gibi faiz dışı açık borç stokunun artacağını bize gösterir.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yönelik suikast soruşturması takipsizlikle sonuçlandı. Kararın sonuç bölümünde şu çarpıcı tespit yer aldı:  

“19.12.2009 tarihinde saat 14:50 sıralarında Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne ait olan 0 312 303 .... numaralı telefona yapıldığı iddia olunan, ‘Çukurambar’da Bülent Arınç’ın evine geliş gidişlerinde, civarda 06 BH 9712 plakalı gri Renault ile 06 LJY 48 plakalı araçları gördüğünü, Bülent Arınç’a yönelik bir saldırıda bulunabileceklerinden şüphelendiğini’ belirtir ihbar üzerine soruşturma başlatılmış ise de;

...gerçekte böyle bir telefon ihbarının yapılmadığı, bir anlamda Cumhuriyet savcısının soruşturma açması için başlangıç şüphesini oluşturacak emarelerin (basit ve makul şüphenin) dahi soruşturmanın başlangıcında bulunmadığı...”

Olmayan ihbardan Türkiye’yi sarsan bir suikast davası yaratmak ve Kozmik Oda’daki sırlara ulaşmak ancak emniyet ve yargı içinde güçlü bir çetenin işi olabilir.

Türkiye bir yıl aradan sonra yeniden “Kabataş olayı” ile çalkalanıyor; her kafadan farklı bir ses çıktığı gibi siyasiler ile köşe yazarları mahkemelik olacak kadar birbirine giriyor... Buna karşılık, her olaya burnunu sokmakla tanınan kulunuz kılını bile kıpırdatmıyor.

Bu ne iş? 

Geçen yıl da, olay ilk kez kamuoyunun bilgisi dahiline girdiğinde, bendeniz sadece bir yazımı bu konuya ayırmıştım. Başkalarından her bakımdan ayrılan bir yazıydı. Şimdi bu yeni yazıyla da kendimi taraflardan ayrıştırma işlemine devam edeceğim. 

Her konuya bir kulp bulup mutlaka değinirken “Kabataş” konusunda suskunluğumun bir sebebi var: Hangi tarafa hak versem tarafların olay üzerine yaptıkları değerlendirmeleri fazla şık bulmuyorum.

Eski vesayetçi ve askercil düzenin yıkımı sonrası, yeni düzenin kuruluş aşamasında devreye giren “tarihsel bir bagaj”la karşı karşıyayız.

Nedir bu tarihsel bagaj?

Bu bagaj Türk toplumunun farklı ve yan yana yaşayan cemaatlerden oluşması gerçeğidir. Bu toplulukçu dokuda siyaset anlayışı her topluluğun ya da cemaatin kendi yaşam alanını diğerlerinin aleyhine genişletmesi çabasıdır.

Kuralsızlık, faydacılık, aidiyet, sadakat bu işleyişin temel şiarlarıdır. Türkiye’de yaşam biçimi temeline oturan tüm kavgalar, tüm kutuplaşmalar, örneğin laik-dindar, Alevi-Sünni gerilimi bu siyasallaşma biçiminin belirleyici örneklerindendir.

Eziyet, bir devlet dilidir ve Türkiye’de akıcı bir şekilde konuşulur. Sokakta sıkılan kurşun, mahkemede kırılan kalem, kodeste yedirilen bok bu dili her dönem canlı tutmayı başarmıştır. Devlet, çocuklarıyla böyle iletişim kurar. Kendisi için kurşun atana da yiyene de, içini boşalttığı bir şeref atfeder. Tetikçilerden kahramanlar böyle yaratılır; katliamlar destanlara böyle dönüştürülür. Ya nefesini kesip tabuta, ya sesini kesip kodese... Ana dili eziyet olan devletin, çocukları için kurabileceği cümleler, sunabileceği hayat kadar sınırlıdır.

• • •

“Torunum, cebinde papatya saklıyormuş. Gardiyan el koydu. Dayısına verecekti.” Bu yüzden ağlattıkları beş yaşındaki çocuğun dayısı, 1989’da, 16 yaşındayken Hakkâri’de bildiri dağıttığı için gözaltına alınan Serhat Tuğan. Torununun göz yaşlarını silen de, ömrünün 24 yılını, oğlunu görebilmek için hapishane kapılarında geçiren Semiha Tuğan.

Tikrit'te IŞİD'e yönelik harekatın başarıya ulaşması an meselesi. Ancak yerli halkı hedef alan mezhep temelli misillemeler ciddi risk. Bu tür eylemler, Sünnilerin savunucusu ve Şii saldırılarına direnen güç olarak kendini konumlandıran IŞİD'in saflarını sıkılaştırır.

Irak ve Şam İslam Devleti'ni (IŞİD) Tikrit şehrinden çıkarmaya yönelik geniş çaplı saldırı harekatının başarıya ulaşması an meselesi. Her ne kadar başka bölgelerden takviye kuvvet gelse de, örgüt, Irak'ın hava desteği ve deneyimli İranlı komutanların yönetimi ile halihazırda ilerleme kaydetmiş 20 bin civarında askere ile karşı karşıya. IŞİD, Irak ve Suriye'nin diğer bölgelerindeki eş zamanlı saldırılar yüzünden de bölünmüş durumda.

Bununla birlikte, zaferi sadece askeri bir bakış açısından da görmemek gerek. Geçmişte yaşananlara ve son açıklamalara bakılırsa, yerli halkı hedef alan mezhep temelli misilleme eylemleri gerçek bir risk teşkil ediyor ki, riskin farkında olan dünya hükümetleri ve insan hakları kuruluşları da bu tür eylemlere karşı uyarıda bulunmakta.

Doğu Avrupa’da Rusya’ya karşı feci bir “savaş kazanı” kaynatılıyor. 

Bir taraftan ABD, hafta içinde Baltık ülkelerine 3 bin asker gönderme kararı aldı. Diğer taraftan NATO Baltık Bölgesi’nde ve Karadeniz’de tatbikatlarını yoğunlaştırırken, bölge ülkeleri de hızla silahlandırılıyor.

Doğu Avrupa’nın “savaş kazanı”na çevrilmek istenmesi elbette yeni değil. Ancak bu kazanda kimin altta, kimin üste olacağı önemli.

Bu hesaplar arasında AB Komisyonu Başkanı Jean Claude Juncker’den dikkat çeken bir açıklama geldi. Almanya’da yayınlanan Welt am Sonntag gazetesine demeç veren Juncker, Avrupa ordusunun kurulmasını yeniden gündeme getirirken gerekçesini de şu şekilde açıklıyordu: “Avrupalılar ortak bir orduyla, Avrupa değerlerini savunacağı konusunda Rusya’ya açık bir mesaj verebilir” (08.03.2015).

Popüler İçerikler

Serdal Adalı, Ricardo Quaresma'ya Jübile Yaptıracağı Tarihi Açıkladı
Bakanlığın Gıda İfşaları Devam Ederken En Fazla At ve Eşek Etinin Satıldığı Şehirler Belli Oldu
Tolunay Kafkas, "El Sıkmama" Olayına Müdahil Oldu: Hedefinde Volkan Demirel Var