Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Hakan Fidan’ın AKP aday adayı olması ile beraber başlayan tartışmalar sürüyor.

Cumhurbaşkanı’nın bu adaylığa karşı çıkışı, Fidan’ın adaylıktan cayması, tekrar MİT Müsteşarlığı’na dönüşü falan filan…

Normali kaybetmemeye, aklımdaki soruları dillendirdiğimde “ ülke bu hale gelmişken sen hâlâ bunlara mı takılıyorsun ” diye yapıştırılan cevaplardan etkilenmemeye çalışıyorum.

Tehlikeli bulduğumuz hâllerin bu kadar çabuk geçiştirilmesinin daha da tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

İktidar ve istihbarat örgütleri arasındaki ilişkinin ve mesafenin ölçüsü tüm demokrasilerde en kritik alanlardan birisidir oysa.

TL faizlerini indirmesi yönünde baskı altına alınan Merkez Bankası, geçen yıl faizleri 5 puan artırdığı bir döviz kuru sepeti seviyesi ile karşı karşıya gelince, döviz piyasası ile ilgili kararları ardı ardına açıklıyor. İşin doğrusu; TL likiditesini sıkılaştırmadan bu adımlar alevlere bir bardak su dökmek demek.

Son iki gündür 5 hamle var, sıfır sonuç. Mali piyasadaki girdap büyüyor.

Merkez Bankası dün açıkladığı iki kararla, zorunlu karşılık olarak tutulan dövizlerin kısa vadede piyasaya likidite olarak girmesine, iki hafta sonrasında ise bir o kadarının yeniden Merkez Bankası’na geri dönmesine yol açacak. Yani 13 Mart’ta 1.5 milyar dolar piyasaya girecek, 27 Mart’ta 1.3 milyar dolar çıkacak. Ay sonuna geldiğimizde nette piyasada kalacak döviz miktarı sadece 200 milyon dolar olacak.

Bu kararın döviz piyasasına belirgin bir etkisi olmayacak. Çünkü Rezerv Opsiyon Mekanizması (ROM) olarak bilinen sistem çerçevesinde, TL karşılıklar yerine Merkez Bankası’na yatırılan dövizlerin bir bölümü yurt dışından borçlanılan dövizler. Ayrıca, bankaların döviz piyasasından döviz satın almalarının nedeni şu aşamada yetersiz döviz likiditesi değil.

Elbette size “En iyi ve en ucuz 10 Pazar kahvaltısı mekanları” listesi yapmayı ben de tercih ederdim. Güneşli bir sabah baktığınızda sizi neşeli bir yere götürecek bir liste sunmayı ben de isterdim.

Fakat ayağımızı bastığımız toprak buna müsaade etmiyor. Mutluluk cimrisi olsa da o toprak, altımızdan kaymasın diye uğraşıyoruz. Tam bu sebepten size, yine arada bir açıp bakacağınız, kişisel arşivinizin nadide bir parçası olacak mühim bir liste sunacağım.

Kuvvetle muhtemeldir ki bu liste…

İlk nefeste sizi güneşli ve neşeli bir yere götürmeyecek, büyük ihtimalle öfkelendirecek, aptal gibi hissettirecek.

Ama sonra gerçeklerin aynası gibi akıl çantanızın demirbaşı olacak.

Dünkü Cumhuriyet’te, Kabataş yalanına ilişkin tartışmaları sonsuza dek kapatmasını umduğumuz bir haber yer aldı. Kabataş’taki olayla ilgili 81 farklı işyeri, mobese’ler ve polis kameralarından alınan, olayın 6 saat öncesi ve sonrasına ait 2560 saatlik görüntü bizzat polis tarafından incelenmiş ve iddialarla ilgili en ufak bir bulguya rastlanmamıştı. Haberin kaynağı bizzat polis raporuydu. Böylece ellerindeki “mobese kameraları bozuk” argümanı da buharlaşmış oldu. “Kabataş Yalanı” tarihimizde bir ilk değil. Benzer dönemlerde farklı kılıklarda karşımıza çıktı. Bu örnekler yüzeysel olarak tekrarlandı, ama Kabataş Yalanı ile benzerlikleri üzerinde durulmadı. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun derdi bu. Bu tarz yalanlar, geçmişte amacına ulaştığında bakın neler olmuştu?

Geçen sene bugün öldü Berkin Elvan . 269 gün komada kaldı. 16 kilo kalmıştı. Ülkenin gördüğü en büyük cenaze törenlerinden biriyle uğurlandı. Belli ki yukarılardan verilen bir talimatla cenazeye katılan sessiz kitleye polis aniden saldırdı.

Savaşta dahi ölüler defnedilirken silahlar bırakılır. Berkin Elvan’ı öldüren gaz fişeklerini cenazesinde bırakmadılar.

Bu da yetmedi. Dönemin başbakanı Erdoğan bu ölümü ve cenazeyi seçim mitinginde kullandı. Hem de ne kullanmak.

Cenazenin hemen ardından “Polis, orada yüzü poşulu, elinde sapanla, demir bilyeleri savuran o kişinin kaç yaşında olduğunu nereden ayıracak” dedi. Kafasına kapsül saplanarak öldürülmüş bir çocuğu “orada maalesef bir biber gazına muhatap oluyor” diye andı.

Neredeyse “sayın biber gazı Berkin Elvan’ı muhatap almıştır” diyecek.

12 yıllık iktidarı boyunca AK Parti’den pek çok isim yetişti. Yetişmekten kasıt, devlet sahasına ya da siyasi arenaya AK Parti’yle çıkmaları, onun iktidar deneyimine paralel olarak deneyim kazanmalarıdır.

Yalçın Akdoğan, Ömer Çelik, Mahir Ünal, Sadullah Ergin, Beşir Atalay bu isimler arasındadır.

Henüz milletvekili olmasa bile yıllarca Başbakanlık Müsteşarlığı yapan, Erdoğan’ın iç kabinesinde yer alan İçişleri Bakanı Efgan Ala da öyledir.

Bunlar dışında, bugün bulundukları konumları dikkate alarak üç ismin altını özellikle çizmek gerekir.

Bunlar sırasıyla Başbakan Ahmet Davutoğlu, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dır.

avcılığın, 2009 yılının Aralık ayında Türkiye gündemini sarsan gelişme ile ilgili olarak ‘takipsizlik’ kararı verdiği öne sürüldü. Türkiye tarihine ‘Çukurambar vakası’  olarak geçen ‘Bülent Arınç’a suikast iddiası’nın ardından Genelkurmay Seferberlik Tetkik Kurulu’nun ‘Kozmik Oda’sında yapılan arama ile bambaşka bir boyuta ulaşan iddialar ile ilgili olarak, geçen 5 yıl içinde iddianame oluşturulamamıştı.

Genelkurmay Başkanlığı’nın kozmik odaları kapatması ile sonuçlanan süreçte, hakkında iddialar öne sürülen personel de mağdur oldu.

Aralarında Özel Kuvvetler mensubu subayların da bulunduğu 30 kişinin, ‘silahlı örgüt kurarak hükümete karşı suça teşebbüs’ ile suçlandığı soruşturmada takipsizlik kararı verildiği haberi üzerine, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı  aradım.

CİA’den MİT’e, MOSSAD’dan El Muhaberat’a, KGB’den Stasi’ye devletlerin, iktidarların istihbarat teşkilatları, işin doğası gereği her türlü suçun işlendiği, içerde dışarda her türlü komplonun tezgâhlandığı, hukuk dışılığın meşru görüldüğü karanlık yapılardır. Başındakilere haklı olarak biraz korku biraz kuşku ile bakılır, kurumun çalışanları halkın gözünde ve dilinde ajandır. Muhbirlikte, ajanlıkta sıradan vatandaşın kolay kabullenemeyeceği bir ahlâk zaafı, en azından kötücüllük algısı vardır. Bu yüzden de bütün istihbarat örgütleri kendilerini ülkenin, vatanın, devletin yüce çıkarlarının teminatı olarak gösterir; kimi zaman cinayetlere, darbelere uzanan edimlerini millî çıkarlar kalkanının arkasına saklarlar.

Bütün bunları bilirim de, yine de kişilerin insan yanını, zaaflarını, hırslarını, kötülüklerini, iyiliklerini, acılarını, sevinçlerini görmeden, düşünmeden edemem: ister karanlık bir istihbarat kuruluşunun, ister gaddar bir terör örgütünün, isterse de bir faşist diktatörlüğün başında olsun…

Dengelerin her gün bu kadar sert şekilde değiştiği bir ülkede yakın geleceğin siyasal gelişmeleri hakkında kestirimde bulunmak çok zor. Dünyanın hiçbir ülkesinde istihbarat örgütünün başındaki kişi, bu derecede güçlü bir Cumhurbaşkanıyla ters düşerek iş yapamazdı. Yapardı ama o durumda çok sert bir kırılma, iktidar içi savaş demeyeyim de kavga yaşanıyor diye düşünürdü insanlar. Şimdi ise o gerilimin konsolide edildiğini düşünüyorlar.

Bu kadar keskin bir dönemecin alındığı hiçbir oluşumda tarafların masum olduğuna kanaat getirilmez. Masumiyet siyasetin özüne, dokusuna, doğasına aykırı. Hele iktidar oyununun cereyan ettiği bir dönemde masumiyet aramak olsa olsa onu arayanlar bakımından saflık olur. Kimse de saf değil artık.

Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel yoksul ile zengin arasındaki enflasyon farkının 2007’den bu yana arttığını söyledi.

BETAM’da yaptıkları araştırma hakkında bilgi veren Gürsel bu eğilimin devam edip etmeyeceğini gıda fiyatlarındaki artışa bağlı olduğunu anlattı.

“Zengin ile yoksulun tüketim sepetlerindeki 12 kalemin ağırlıkları farklı. Ulaştırmanın zenginin sepetindeki payı yüksek; konut ve gıdanın da yoksulun sepetindeki ağırlığı fazla.

“Bunların fiyatları ortalama tüketici fiyatından daha hızlı artığı zaman ulaştırma zenginin enflasyonunu arttırıyor. Gıda ve konut da yoksulun enflasyonunu.

“Bu üç kalemde de 2007’den bu yana fiyatlar daha hızlı arttı. Özellikle gıda da...

“Böyle olunca iki kalem yoksulun bir kalem zenginin aleyhine çalıştı. Ama net sonuç yoksulun aleyhine. Özellikle son bir yılda gıdadaki yüksek artış bu farkı daha da arttırdı.

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi