Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

2010 yılı Haziran ayının son günleriydi. Başbakan Erdoğan grup konuşmasında şunları söylüyordu:

“Sorunların çözümüne ilişkin olarak biz en önemli, en hayati adımı attık. İnkâr politikalarına son verdik...”

Söz büyük ve önemliydi: “İnkâr politikalarına son verdik”...

Bir anlamda doğruydu bu. Son 10 yılda sadece siyasi iktidar için değil, Genelkurmay ve MGK başta olmak üzere güvenlik kurumları ve Dışişleri’yle tüm devlet açısından da Kürt meselesine bakışta tavır, tanım ve politikalar değişmişti.

İnkâr, yerini ikrara bırakmıştı…

Bugün devlet ekonomik, sosyal, politik, kimlik, etnik yönleriyle Kürt sorunu gerçeğini teslim ediyor.

AK Parti’nin o tarihlerdeki demokratik açılım girişimi, 2013’te başlattığı çözüm süreci bu gelinen noktanın sonucuydu.

Şimdi bu noktadan daha ileriye bakmak gerekiyor. İlk koşul görmektir.

AKP’yi 2002’de ve 2002’den bugüne iktidara taşıyan rüzgârda ‘kadın mağduriyeti’nin bayraktarlığını yapmasının da önemli rolü oldu. Kadın seçmen nüfusunun yarısından fazlasının başını örtüyor olduğu gerçeği, seçim sandıklarına AKP’ye oy desteği olarak girdi.

Bugün, söz konusu ‘özgürlük kısıtlaması’ çoktan aşılmış durumda. Âdeta, eşi başörtülü olmayanların Türkiye’de devletin –sadece hükümetin değil- üst kademesinde yer bulamayacağı noktaya gelindi.

2007’de kendi kişiliğinden ziyade eşinin başörtülü olmasından ötürü cumhurbaşkanı adayının önünün hukuk ihlali yapılarak kesilmesinden bu yana, devletin üst kademesinde kimlerin, hangi sıfatlarla yer aldığına ve eşlerinin başörtülü olup olmadığına göz atıldığında neyin ne kadar geride kaldığı ve aşıldığı anlaşılır.

HDP’nin parti olarak seçime girme kararı, Erdoğan iktidarının 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nde arzuladığı sonucu almak için “İmralı süreci”ni kullanarak yaptığı oyun planını altüst etti.

Uygulanması için aylardır üzerinde çalışılan bu basit oyun planı PKK’nın seçim öncesinde silahsızlanma kararı almasını öngörüyordu.

İşin püf noktası, seçim öncesinde hükümet tarafının silahsızlanma karşılığında Kürt sorununun çözümü için herhangi bir somut adım atmayacak olmasıydı.

Hükümet “veren” değil sadece “alan” olacaktı.

Seçime, “İmralı süreci”nin vermeden almak suretiyle nihayet başarıya ulaştığı havası yayılarak gidilecekti.

Öcalan’ın, HDP’nin, Kandil’in, velhasıl Kürt hareketinin bütün aktörlerinin bu “İmralı süreci”nin başından beri savundukları “karşılıklılık” ilkesi gereği silahsızlanmaya paralel olarak atılmasını istedikleri adımlarla ilgili o “10 madde”, kamuoyu tarafından anlaşılmasın diye özellikle muğlaklaştırıldı.

Seçim öncesinde, Kürt hareketinin AKP hükümetiyle neyi müzakere etmek istediğinin bile bilinmesi istenmiyordu.

Neticede nereden bakarsanız bakın, ister koşullu, ister karşılıklı ve hatta hükümetin istediği gibi karşılıksız, Abdullah Öcalan’ın örgütüne seçimden önce bir silahsızlanma ve eylemsizlik çağrısı yapması, HDP’nin parti olarak seçime girme kararı aldığı bir sath-ı mailde Erdoğan’ın varsayılan siyasi aklına da mantığına da terstir, aykırıdır.

HDP seçime parti olarak değil de bağımsız adaylarla girecek olsaydı, İmralı’dan yapılan silahsızlanma çağrısının estirdiği olumlu rüzgar en çok Erdoğan’ın yelkenlerini doldururdu.

Ancak HDP seçime parti olarak girmekle bütün oyun planını ters yüz ettiği için bu rüzgar hesapları da haliyle şaşıyor.

Söylenti” diye bir şey vardır: ortaya bir hikâye çıkar. Anonimdir. Nereden, nasıl çıktığını da bilemeyiz, çünkü oluşum sürecinde daha henüz “söylenti” haline gelmediği için, varlığının farkında bile değilizdir. Ağızdan ağıza, değişerek, büyüyerek yayılır. Artık “söylenti” haline gelmiştir. O zaman, koşullara göre, yayılmasına bilinçli olarak katkıda bulunanlar da çıkar.

Kabataş’ta saldırıya uğrayan başı örtülü ve çocuklu kadın… Deri elbiseli birileri saldırıyor, hakaret ediyor, üstüne işiyorlar… Ya da birileri Taksim’den kaçıyor, Dolmabahçe Camii’ne giriyor, orada bira içiyorlar…

Bu hikâyelerde “söylenti” ögesi fazlasıyla var. Dolayısıyla “Böyle böyle olmuş” diye başkalarına aktarmadan önce birtakım nesnel olgular barındırıp barındırmadıklarına dikkat etmekte yarar var –tabii, sözünüzün doğru olmasına önem veriyorsanız yarar var.

Taraf bazı etmenler sayıyor: görgü tanığı yok, “çişli” bir giyim verilmemiş yetkililere vb. Bunlar ne kadar doğru, onu da bilmiyorum ama hikâyenin kendisinden daha mantıklı geliyor kulağa.

Bazen şarttır:

Bir pencereden başkasına bakarken, hatta “taş” atarken, yan gözle bile olsa, aynaya bakmak!

***

“Kabataş yalanı ve tahriki”, değil 20 kişi 40 kişi 40 gün aynı yazıyı, aynı başlıkla“Kaba” ve “Taş” olarak da “Baba” ve “Baş” olarak da yazsa, tarihe öyle kaldı!

Medya üzerinden, devlet ve hükümetin üstüne abandığı bir yalan, tahrik ve leke!

Bir utanç taşı!

***

Fakat tarih dün başlamadı, bugün de bitmiyor.

Utanç, ayıp ve zalimlikler de öyle.

Diyelim şu anda Kabataş’tayız.

Buyurun lütfen, Kabataş’tan T1 tramvaya binelim.

Şurada yer var, oturun, soluklanın.

Ben ayakta dururum!

Topkapı’da değiştirelim.

Sarı basın kartlı gazeteciyseniz zaten “bedava”; yoksa kart, jeton, Akbil, ne istersen var!

Şimdi T4’teyiz.

Kaçırmayın durağı. Sağmalcılar’da ineceğiz.

Son durağımız Bayrampaşa!

İyimserlerin gerçekçi bir tespiti vardır… Hiçbir çatışmanın ebediyen sürmeyeceğini söylerler. Ancak kötümserlerin de aynı gerçekçilikte bir tespiti olduğunu unutmamak lazım. Buna göre de hiçbir barış ebediyen sürmez. Belki de en doğrusu bu iki halin iç içe olduğunu ve her adımda bizim tercihlerimizle şu veya bu yöne gittiğini kabul etmek. İnsanların birbirlerine sistemli veya münferit olarak yaptıkları bir yana, herkesin farklı bir deneyiminin olması da sonuçta ilkelerimiz, kabullerimiz, algılarımız ve hayallerimiz arasında çoğu zaman sert ayrışmalar yaratır. Dolayısıyla fikir farklılığı hayatın en doğal parçası ve her fikir ayrılığı esasta bir çatışmayı ifade ediyor. Mesele çatışmayı yaşayan tarafların söz konusu farklılaşmayı nasıl ele aldıkları, anlamlandırdıkları ve yönettikleri. Bu ise her iki tarafın da zihniyetine bağlı… Öte yandan zihniyet denen ‘doğal uyum paradigmalarımız’ hiçbir zaman tek odaklı olmadığı gibi sabit de değil. Diğer bir deyişle hiç kimse örneğin salt otoriter veya demokrat zihniyette davranmadığı gibi, farklı koşullar altında değişimler de yaşıyor. Sonuçta bir çatışma hali iki farklı zihniyet yelpazesine sahip aktörü karşı karşıya getiriyor ve birbirlerine tepki/uyum dinamiği çerçevesinde genellikle aynı zihniyette buluşuyorlar. O noktadan sonra artık aktörlerin değil, bizzat ilişkinin zihniyet zemininden söz etmek mümkün hale geliyor.

Barışın sahibi var ve barışın gerçek sahibi, acı çeken, yas tutan analardır. 

Artık bu kan dursun, kardeş kardeşi vurmasın diyor analar.

Geçen hafta TRT-KURDİ’de evlatlarını ve kardeşini çatışmalarda kaybetmiş üç  anayı, Banga Bêdeng’e konuk ettik.

Biraz dertleştik, biraz ağladık. Ama sanırım bir kez daha barışın sahipsiz olmadığını anladık ve anlatmaya çalıştık..

***

Genç bir Kürt fotoğraf sanatçısı, Kamuran Erkaçmaz, uzun bir Türkiye yolculuğu yapmış, Trabzon’dan Diyarbakır’a, İzmir’den, Van’a kadar dolaşmadık şehir bırakmamış. Anaların ve babaların fotoğraflarını çekmiş. Sergiler açmış İstanbul ve Diyarbakır’da. Şimdi yurt dışına uzanmaya çalışıyor.. O fotoğraflarda acı ve yas var ama en çok da umut var..

Kamuran’ın fotoğrafları, bu tek kişilik çabası ilham verdi, bu vesileyle hem Kamuran’ı hem anaları Banga Bêdeng’e konuk ettik.

SAVUNMA: Ne yani? Kadının beyanı esas alınmayacak mı?

ÇÖKERTME: Kadının beyanını esas almak demek şu demek: Kadının beyanını esas alarak meseleyi sorgulamak, araştırmak, delillere bakmak… Kadının beyanını esas almak demek, kadının söylediğini hiçbir araştırmaya tabii tutmadan doğru kabul etmek demek değildir.

SAVUNMA: Nereden biliyorsunuz Kabataş’ın yalan olduğunu? Ne yani? Doğru olamaz mı?

ÇÖKERTME: Kabataş’ın görüntüsü ortaya çıktı. O görüntülerde tacizin ya da saldırının izi bile yok… Ama o görüntüler olmasa da Kabataş yalandı. Kabataş yalanını yalan kılan o görüntüler değil, sizin anlatımınızdır. Öyküyü etkileyici olsun diye mantıkdışı ve akıl almaz temalarla süslediniz ve yakayı ele verdiniz.

İşte bu yüzden Kabataş yalandır.

Bölgenin milletvekili adaylarından biri kampanya çalışmalarına katılmak için aday gösterildiği vilayete geliyor. Aslında sevgili milletvekili adayını, aday olduğu şehrin herhangi bir mahallesine bıraksanız, hükümet konağını tek başına bulması mümkün değil. Lideri öyle münasip gördüğü için, hiç tanımadığı, bilmediği bir Anadolu vilayetinden aday gösterilmiş.

Kampanya esnasında yardım etsin diye tecrübeli, bölgeyi bilen bir arkadaşı yanına vermişler. Yolları bir ilçeye düşmüş ve konuşma yapacakları kahveye girerken ikindi okununca ahali, camiye yöneldiği için bizim arkadaş, vekil adayına namaza gideceğini söylemiş.

-İyi ya ben de geleyim, iyi olur, demiş vekil adayı. Avluya girmişler; bizim aday doğrudan içeriye savlet edince arkadaş, “Önce abdest alalım efendim.” diye ikaz etmiş. Adayda şafak atmış, “Yahu nasıl abdest alınır bilmiyorum ki?”

Kabataş olayının yalan olduğu, böyle bir olayın varid olduğuna dair bir delil olmadığı için değil, yokluğunu gösteren kesin delil bulunduğu için ispatlanmış durumda.

Üstelik bu olay basit ve sıradan bir olay değil. Toplum devlet ve medya gücü ile resmen kandırıldı.

Bu yalana hâlâ talimatla kulp aramak, kalem haysiyeti adına üzüntü verici bir durum. Sürüdeki koyunlar benzer seslerle gürültü çıkarttıkları zaman ortaya aslan sesi çıkmadığı gibi, aynı başlıkla yazı yazınca yalanlar gerçeğe dönüşmüyor.

İktidar himayesi de yetmiyor. Devletin zirvesinde aynı yalana ve sahtekârlığa sahip çıkmak da durumu değiştirmiyor. Kendi ürettikleri Kabataş bataklığında kıvrananlar daha çok çamura-pisliğe bulanıyor.

Kabataş yalanı, mide bulandırıcı bir başörtüsü istismarıydı.

Kabataş’ta tacize uğrayan bu milletin vicdanıydı. Tacizcilerden hesap sormak hepimizin hakkı. Üstelik devlet ve iktidar himayesinde korunan tacizcilere karşı dilimiz yine de çok nezih.

Popüler İçerikler

Bahis Reklamı ve Teşvik İçin Soruşturma Başlatılmıştı: RTÜK Başkanı TV8 İçin İnceleme Başlatıldığını Açıkladı!
Beklenen Gün Geldi: Birbirinden Ünlü İsimler Saygı1 Formatının İkinci Konuğu Sertab Erener İçin Sahneye Çıktı!
Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!