Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

GEZİ direnişi sırasında eyleme katılan veya yoldan geçen çok insan gaz fişeğiyle gözünü kaybetti.

Beyin kanaması geçirenler, kalp krizinden ölenler, başına kapsül, çenesine fişek saplananlar, yüzü parçalananlar, defalarca ameliyat masasına yatanlar, dalağı alınanlar, psikolojik ve nörolojik tedavi görenler, fişlenenler, kalabalık fobisi geliştirenler oldu.

Polisin orantısız güç kullanımı nedeniyle binlerce insan yaralandı.

Yüzbinlerce gaz bombası atıldı, binlerce ton su sıkıldı.

Biber gazı tüfekleri insanları yaralamak veya öldürmek üzere hedef gözetilerek kullanıldı. Çivili sopalarla millete saldıran siviller olduğu ortaya çıktı.

Eylemlere katıldı diye insanlar işlerinden atıldı, yeni iş bulamaz oldu.

Gencecik çocuklar, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Medeni Yıldırım, Mustafa Sarı, Ahmet Atakan canından oldu. Babalar ağladı, analar 'Adalet!' diye haykırdı.

Başbakan'ın yetkilerini kullanmaya başlaması, Erdoğan'ı süper-başkanlık hedefinden uzaklaştırıyor, Gül ve Arınç kendilerini hatırlatıyor, seçime doğru AK Parti'de sular ısınıyor

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün çıkıp selefi Abdullah Gül’ün milletvekili adaylığından memnun olacağını söyleyene kadar, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ABD dönüşünde bekleyen iki sorun vardı.

Biri Amerikan doları karşısında serbest düşüşe geçen Türk lirası ve diğer ekonomik dertler.

Diğeri de Kürt meselesine kaldığı yerden devam etmek idi.

Dertleri ikiyken artık üç oldu.

Dün Türkiye Beyazay Derneği’nin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında düzenlediği bir programdaydım. İç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan ve şimdi Başakşehir’de yaşayan Suriyeli kadınların katılımıyla gerçekleşen yemekte, onların sessiz acılarına tanık oldum. Bu vesileyle “savaşın mağdur kadınları konusunda ne kadar duyarlıyız” sorusunu gündeme getirmek istiyorum. Birçoğu Türkçe öğrenmiş ya da aşina olmuş, acılarını, kaybettikleri yakınlarının özlemlerini kalplerine gömerek yeni bir hayat kurmaya çalışıyorlar. Kendi aralarında dayanışma yapsalar da bizler bu ağın içinde ne kadar yer alıyoruz? Kaçımız onları yabancı gibi görmeden sorunlarını dinliyor, el uzatıyor? Bu konuda çalışan kadın dernekleri olduğunu biliyorum ancak sayıları yetersiz. Sadece dernekler içinde değil bireysel olarak da yapabileceğimiz çok şey olmalı.

Der Stürmer, Nazi hareketine destek veren bir gazeteydi. Parti ve dolayısıyla devlet destekliydi. Gazete o kadar pespayeydi ki partinin önemli isimlerinden Göring , kendi sorumluluğundaki birimlere sokmuyordu.

Birçok Nazi bile gazetenin yalanlarına, ahmakça üslubuna ve seviyesizliğine katlanamıyordu. Buna rağmen Der Stürmer’in ilkelliğinden faydalanılabileceğini düşünen birileri vardı. Bunların başında ise Hitler geliyordu.

Hitler’e göre “sokaktaki adama” etki eden bir yayındı ve gazetenin hizmetleri çoktu.

Hitler, yalanın en zavallı halinin nasıl işe yarayabileceğini, hayali düşmanlar yaratıp kitlesini o yalanlara karşı nasıl kenetleyebileceğini görmüştü.

Gaipten haber vermesiyle ünlenen sosyal medya fenomeniCHP kapatılacak” kehanetinde bulundu diye CHP’nin tedirginlik duymasına hiç gerek yoktu. Ne çare, bazen kâhinlerin ünü mantığın yerini alabiliyor. Önceki akşam bir TV programına çıkan CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Hazırlıktan haberdarız” deyiverdi.

Benimki de kehanet gibi olacak, ama yine de görüşümü söyleyeyim: Hayır, CHP kapatılmayacak...

Ülkemiz bir partiler mezarlığı, bunu biliyorum elbette. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın en belirgin görevi, siyasi partileri izleyip yasallığını yitirenler hakkında kapatılma istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurmak...

Önce Fuat Avni o iddiayı gündeme getirdi sonra CHP Genel Başkanı ve önde gelen CHP’li kurmaylar doğruladı: “Evet biz de partinin kapatılması hazırlıklarının yapıldığını biliyoruz” dediler.

Böyle bir iddiaya normal bir dönemde elbette inanmak mümkün değil. Ama kimse kesin konuşamıyor. Mesela Cemil Çiçek, böyle bir şeyin uygun olmadığını söylüyor ama sadece “Haberim yok” demekle yetiniyor. Yargıtay Başkanı bile “Bu işi Yargıtay Başsavcısı bilir” diye topu taca attı. Türkiye öyle bir ortama geldi ki, en sıra dışı gelişmeler bile beklenebiliyor.

Davacı: Kamu hukuku!

Şüpheli: Şekerci Hacı Bekir Efendi ve Mahdumları...

Suç: Kuşaklar boyunca sistematik olarak ve sınıf farkı gözetmeksizin, sağlığa zarar verdiği son Tikitak yönetimince tescillenen ve özünde glikoz, esans, nişasta, gıda boyası vs. muhteviyatlı şekerleme türleri üretip bunları muhtelif şubelerde alenen satışa çıkarmak, beynelmilel ve milli fuarlara katılmak ve hatta –afedersiniz- ‘Franchising’ denilen pazarlama usûlüyle yurtdışı bağlantılar kurarak milli hıfzısıhhaya taammüden suikasd eylemek için ticari terör örgütü kurmak.

“Lojmanda oturmak ayrı bir yaşam tarzı. Herkesin kocasının aynı işi yaptığı aileler topluluğu… Sabah aynı saatte, hatta aynı dakikada evinden çıkan üniformalı kocalar, pencereden kocalarının servis araçlarına binişini seyreden kadınlar.”

“Yalnızlığa alışıktım aslında. Haftada en az bir gece nöbet, tatbikatlar, denetlemeler, sabahlara kadar süren mesailer… Ama bu farklıydı. Kocam güneydoğudaydı. Lojmandaki apartmanda sadece benim ve Sevil’in kocası güneydoğudaydı. Seviller karşı dairede otururlardı. Çok iyi arkadaş olmuştuk. Sürekli beraberdik, birbirimize destek oluyorduk.”

HDP küçük bir azınlığın cüssesini çok aşan baskısı altında...

Demirtaş’ı kastetmiyorum. O, olsa olsa baskı yapan tarafın HDP içindeki uzantısı sayılabilir. Baksanıza, son demecinde Dolmabahçe Açıklaması’nın 28 Şubat’ta yapmasını nasıl yorumluyor: “Bu açıklama 7 ay önce yapılabilirdi, ertelediler. Şimdi seçim arifesinde barış rüyası pazarlamak istiyorlar.”

Barış rüyası dediğine bakılırsa, demek ki Demirtaş barış ihtimaline hiç inanmamış, hep savaş rüyası görmüş. O yüzden bu kadar hırçın...

Onu bir tarafa bırakalım; ben baskı derken, bir bütün olarak sol mahallenin HDP yönetimi üzerinde oluşturduğu ağır baskıdan bahsediyorum.

Serhat Tuğan.

Sürgünde Filistin Devleti ’nin ilan edildiği günün gecesi.

Hakkâri 'de üç arkadaşıyla birlikte bir bildiri dağıttı.

Filistinlilerin artık haklarına kavuştuğunu, Kürtlerin de mağduru oldukları zalim rejimin son bulması için ayağa kalkması gerektiğine dair bir bildiri...

Daha 15 yaşını doldurmamıştı.

Çok ağır işkence gördü.

10 ay Diyarbakır Cezaevi 'nde tutuklu kaldı.

Beraat etti.

Serbest bırakıldıktan sonra ciddi biçimde yakalanma, tekrar aynı işkencelere maruz kalma, polisin eline geçme korkusuyla yaşadı.

Popüler İçerikler

"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu