Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türk lirası ABD dolarına göre değeri en düşük düzeyinde. Gezi'den bu yana büyük krizde birkaç günde kaybedilene eşit yüzde 40 devalüasyon yaşandı. Hükümet ise telaşa mahal görmüyor.

Hürriyet’ten Şebnem Turhan hesap etmiş.

Soru şu: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Merkez Bankası ve Başkanı Erdem Başçı’ya faizleri daha da düşürmesi için çıkışmaya başladığı 16 Ocak tarihinden bu yana Türk Lirası’nın ABD doları karşısında değer kaybı nedir?

Ki bu dahi yüksek bir bedeldir.

Şöyle düşünebilirsiniz: Pek çok büyük şirket 2014’ün son aylarında hükümetin ve bankaların verdiği rakamlara dayanarak hazırladıkları 2015 bütçelerini 2.40 yıl ortalaması tahminine göre yapmışlardı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 'Yeşilay En'leri 2015 Ödül Töreni'nde konuşurken 'Hani mahalle baskısı diyorlar ya, bu konuda hakikaten mahalle baskısı yapmak lazım. Sigara içenin ayıpladığı bir sosyal alanı tesis etmeliyiz' demiş. 'Mahalle Baskısı' konusunda sosyo- politik alanda tatsız deneyler yaşamış bir toplumuz... 

'Mahalle Baskısı' kavramı üstelik bu baskının sonuçlarından fazlasıyla etkilenmiş bir kişi olan Tayyip Erdoğan tarafından sigara bağımlılığına karşı içerikli olsa bile kullanılırken, bu vesile ile galiba bir kez daha düşünmemiz gerekiyor.

Bu mahalle baskısının nerelere kadar dayanabileceğine bir örneği Hindistan'dan verebiliriz...

Geçen hafta Hindistan'ın 113 milyon nüfuslu ve aralarında Mumbai'nin de (Bombay) bulunduğu Maharaştra eyaletinde dana ve sığır eti yasaklandı...

Artık bize yeni tür fikir adamları lazım…

Muktedirin söylediklerini yineleyecek, anlaşılır olanlarını anlaşılmaz, anlaşılmaz olanlarını daha da anlaşılmaz hale getirecek kıdemli kıdemsiz papağanlar lazım…

Eldekiler yakın zamanda maksada hizmet edemez hale gelebilirler…

Defalarca gördük… Hâlâ görmekteyiz…

En sadık hizmetçiler çöp torbası gibi kapı önüne konacaklar.



Artık bize yeni teorisyenler lazım…

Yeni Türkiye’yi başka türlü açıklayamayız.

Sınıflar öldü, tarih öldü, eski çamlar bardak oldu, eski çevre merkez oldu diyenler, önümüzdeki yıllarda pek işe yaramayacaklar…

Demokrasi öldü, özgürlük öldü, hak öldü diyenler kıymet ve itibar kazanacak…

HDP’nin seçimlere parti olarak gireceği artık kesinleşmiş gözüküyor.

Bu saatten sonra geri adım atması zor.

Dolayısıyla Türkiye’nin önünde tarihî bir sınav var:

Yıllarca Kürtlerin varlığını inkâr ettik. Dillerini yasakladık. “Kürdüm” diyen onbinlerce insana akıl almaz zulümler yaşattık.. Filistin askısı, falaka, elektrik, cinsel taciz, kendi pisliğini yedirmek, canlı mayın tarayıcısı olarak kullanmak… Kürt kimliğine sahip çıkan onbinlerce insan bunlara layık görüldü. Binlerce köy yakıldı, yıkıldı. 1,5 milyonu aşkın insan göçe zorlandı. Varoşlarda yetişen milyonlarca Kürt genci daha da bilendi. Karşımıza taşlar ve poşularla çıktı. Dağa gitti. Çünkü onlara hiçbir çare üretilmedi. Hâlâ da üretilmiyor.

Mehmet Baransu tutuklandı. Ve tartışma başladı.

Bunlar arasında Baransu’nun gazeteciliği, gazeteciliğinin etik sınırları, Balyoz davasıyla ilgili ortada bir kumpas olup olmadığı, varsa Baransu’nun bu kumpasta yer alıp almadığı da var.

Önce bir temizlikte fayda var.

Baransu’nun tutuklanmasının bu konuların çoğuyla doğrudan ilgisi yok.

Nitekim mahkeme, kumpas, örgüt, sahtecilik gibi iddialarla ilgili tutuklama talebini delil yetersizliği nedeniyle reddetmiş bulunuyor.

Peki neden tutuklandı Baransu?

Türkiye’nin özgür geleceği adına kaygılanan herkes bedel ödüyor bugünlerde. Demokrasi ve şeffaflık talebinde bulunanlar baskına uğruyor, tutuklanıyor ya da en iyi ihtimalle Nazi Almanya’sını hatırlatan baskı yöntemleriyle linç ediliyor.

Franz Kafka’nın 1914’te yazdığı Dava adlı kitabında anlattığı hukuki kaos, yüz yıl sonra ülkemizde gerçeğe dönüştü. Karanlık adli bürolarda yukarıdan gelen talimatlarla oluşturulan dosyalar, neyle suçlandığını bilmeden yargılanan masum insanlar, sanıksız ve savunmasız duruşmalar, kısıtlanan özgürlükler ve özellikle de hukuktan uzak kararlara imza atan yargıçlar… Yüz yıl öncesinde bir yazarın hayal dünyasında şekillenen bu manzara günümüz Türkiye’si için hiç de yabancı değil. Hukuk bir yana akla ve mantığa aykırı kurgular üzerinden suçlama geliştirip bir tek delil gösterilmeden tutuklandım. Bu kararı da yukarıdan gelen talimatlarla ‘proje’ olarak kurulan Sulh Ceza Hakimliği sistemi verdi. Ve ben bu satırları kaleme aldığım sırada 73 gündür bu kaos planı kapsamında tutukluyum.

Dün dolar kuru 2.60 TL'ye ulaşarak, 'faiz indir' baskısının ilk başladığı 16 Ocak'tan bu yana tam olarak yüzde 14 artmış oldu. Yarım dolar yarım eurodan oluşan döviz kuru sepeti ise yüzde 10 yükseliş gösterdi. Oysa bizimle aynı kulvarda olan Hindistan'da böyle bir döviz kuru hareketi yok ve önceki gün de bu rahatlıkla faiz indirebildiler. Herkes şu soruyu soruyor; döviz kuru bundan sonra nereye gider?

Benim yanıtım şurada; aynı anda birçok şeyle uğraşan Merkez Bankası'nın bu dalgayı nasıl karşılayacağına, hangi araçları kullanacağına bağlı. Daha fazlası; bu araçları eli kolu bağlanmadan rahatça kullanıp kullanamayacağına.

MÜDAHALE AMA NASIL? 

Döviz kurundan rahatsız olan bir merkez bankasının taktik olarak iki temel adımı doğru biçimde atması gerekiyor. Birincisi, girdiğinde düşürebileceği doğru yeri gözüne kestirmesi gerekiyor. İkincisi ise girdiğinde etkili biçimde müdahale edebilmesi gerekiyor.

Ayşe Hanım Teyzem dolardaki fiyat artışından çok, hem de çok zarar görecek. Sakın ha, “Onun dolarla ne işi var? Dolar borcu mu var? O lüks malları almıyor ki” demeyiniz. Ayşe Teyzem’in mutfak sepeti, dolar arttıkça küçülüyor. Mutfak için neler alınır? Yumurta, süt, peynir, tavuk eti, ayçiçeği yağı, nohut, fasulye...

Tavuklar, süt inekleri fabrika yemi ile besleniyor. Fabrika yeminin girdisinin yüzde 90’ı ithal. Ayçiçeği üretimimiz yetişmiyor. Yağı çıkarılan ayçiçeği ithal.

Ayşe Teyzem bakkaldan ekmek alıyor. Buğday yetiştirilirken kullanılan gübre ithal, mazot ithal. Değirmeni döndüren, ekmek yapılan fırını ısıtan mazot ithal.

Ayşe Teyzem’in mutfağını aydınlatan elektriği üreten santralın yakıtı ithal. Ocaktaki gaz ithal.

Ramazan ayı geliyor. Her Ramazan pirinç, fasulye ithalatı yapılır.

Leblebi yapılan nohut, simidin üzerindeki susam ithal.

'Pembe Otobüs', Şanlıurfa Belediyesi tarafından Harran Üniversitesi'nde hayata geçirildi. Ben size söyleyeyim: O otobüs kadınların hayrına bir yere gitmiyor.

Bayılırlar çözüm diye bunu sunmaya.

Bir kadın tecavüze, tacize, şiddete maruz kaldığında hemen ideolojilerinin kucağına düşürmeye çalışırlar.

“Böyle olmuyor, erkekler ile kadınları ayıralım”, “Evet evet ayıralım. Kadınlara özel taksiler olsun, kadınlara özel otobüs olsun.”

Bir de sanki bir hoşluk yaparmış gibi, “özel” derler… Kadınlarla ilgili fikirleri stereotipleri aşamadığından otobüsü pembeye boyarlar.

Kalp nakli gereken hastanın iman tahtasına yara bandı yapıştırmak kadar anlamsız, komik ve iptidai yöntemlerin peşinde koşmaktır aslında yaptıkları.

Bir gazetecinin temel görevi, barışı, özgürlüğü savunmaktır. Bugüne kadar bana komplo kuran, kötülük yapan, özgürlüğümüz ve hayatımızla oynayan polis, savcı, hakim ve gazetecilerin hapishaneye düşmesini istemedim. Hapishaneye düşmek yarı ölümdür çünkü. Bir gazeteci olarak benim peşinde olduğum yalnızca gerçeklerdir. Yalnızca gazetecilik yaptım, yargılamak, cezalandırmak benim işim olmadı. O nedenle Mehmet Baransu dahil hapisteki gazetecilere özgürlük dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden. Bizlere yaşatılanlara rağmen kalbim, vicdanım bunu emrediyor. Hapistekilerin de çocukları, eşleri, anne, babaları olduğunu unutmayın. Acının bir yarısını onlar çekiyor.

Savcının gazetecileri 

Ama ortada gazeteciyim diye dolaşan kanlı bir dönemin kirli aktörlerinden de utanma bekliyorum.

Popüler İçerikler

TSK'dan Atatürkçü Teğmenlerin Kılıçlı Yemini İçin Açıklama: "Mesele Kılıç Değil, Emre Uyulmaması"
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi