Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumartesi günü Dolmabahçe Sarayı’nda hükümet üyeleri, HDP heyeti ve devlet yetkililerinin birlikte yaptığı açıklama, tarafları çözüm süreci açısından bağlayan tarihi bir adım. Adımın tarihi olması bundan sonraki sürecin sadece hükümet değil devleti de bağlayacak olmasından kaynaklanıyor.

İkinci mühim husus, sürecin demokratikleşme ve güvenlik paketiyle ilişkisi.

Abdullah Öcalan’ın 29 Kasım 2014 tarihli ‘Barış ve Demokratik Çözüm Taslağı’ başlıklı metninin özet hali.

Kasım ayındaki alt başlıklardan biri şuydu: Sürecin güvenlik boyutu. O dönem tabii ki ‘İç Güvenlik Paketi’ de gündemde değildi. Ve bu madde detaylandırılmamıştı.

Açıklanan 10 madde arasında öne çıkan, çözüm sürecinde demokrasi-güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması.

“Çözüm sürecini sabote edenlerin başında Selahattin Demirtaş geliyor. O bir projedir, partisi de öyle….. İstenmedikleri için Ada’ya (İmralı’ya) gidemeyenler var. Neden acaba? (Müstehzi bir gülümseme) Ben istihbarat sahibiyim…”

Yukarki satırlar Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yaptığı ölçüsüz, densiz açıklamadan alıntılandı. Hemen öncesinde Tayyip Erdoğan da Demirtaş’ın çözüm istemediğini söylemiş, “Bunlar iki maymunu oynuyorlar” falan demişti. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’a ve tabii ki HDP’ye Hükümet kanadından yönelen saldırıların pervasızlaşmasının görünürdeki nedeni, Cumartesi günü Dolmabahçe Sarayı’nda pişirilen, İmralı Heyeti ile Hükümet yetkililerinin ortak basın toplantısı aşına soğuk su katmasıydı.

Tam da “barış süreci”nin önemli bir aşamasının açıklandığı gün hayata veda eden Yaşar Kemal, ağıtlarla, binler tarafından uğurlandı... Bu kadar sevilmek, sayılmak her kula, her edebiyatçıya nasip olmaz.

Büyük ustanın ölümü beni üzmedi. Zira 92 yaşına dek usanmadan, bıkmadan üreten, kim bilir nice Anadolu çocuğuna okumayı, yazmayı, düşünmeyi sevdiren...

Her daim “barış” diyen, eşitsizlikler ve fakirlik olduğu müddetçe hiçbir şeyin düzelmeyeceğini hatırlatan bir insan olarak anılmak kadar güzel bir şey düşünemiyorum.

Yaşar Kemal’in anısına tekrar yayımlanan söyleşilerini, kitap alıntılarını okudukça kendime şu soruyu sordum:

Bugün taziyelerini açıklayan muktedirlerden veya ölümüne üzülenlerin kaçı bu yüce adamın ne dediğini gerçekten kavradı?

Hükümetin ve HDP’nin açıklamalarına bakarsak olduğumuz yerde sayıyoruz.

Hükümet müzakare kelimesini telaffuzdan özellikle kaçınıyor. Başbakan televizyonlarda “taraf” demekten bile çekiniyor. Çözüm sürecini salt silah bırakmaya endeksleyen açıklamalar AK Parti'de her düzeyde tekrar ediliyor.

Kandil ve HDP ise hükümetin atacağı adımları öne çekiyor ve 10 maddelik taslağın silah bırakmanın ön koşulu olduğunu ima ediyor. Eşanlı adımlar fikrini ifade etmekten kaçınıyor.

Taraflar 10 maddelik metnin kendisinden, anlamından, ifade ettiklerinden çok, bu metin son haline gelirken kimin geri adım attığını tartışıyorlar.

HSYK, yargı bağımsızlığının en önemli idari kurumudur; çünkü hâkim ve savcıların sicili, teftişi, soruşturulması, atanması, cezalandırılması bu kurulun elindedir.

Onun için iktidar HSYK seçimlerinde desteklediği Yargıda Birlik Platformu kazandıktan sonra ünlü 'yapboz' kanunlarıyla yargıya 'çekidüzen' verdi. 24 Aralık günlü yazımda bunu anlatmıştım. Hâkim ve savcıların 'Hak Yolcu, Ülkücü, Sosyal Demokrat' gibi siyasi eğilimlere göre kategorize edildiğini hatırlatarak sormuştum:

'Hangi hukuk devletinde hâkim ve savcıların hukuki vasıflarından önce siyasi eğilimleri ve Bakanlık destekli listeye yakınlıkları ön plana çıkarak atama yapılır?'

HSYK'nın 'cevap ve düzeltme' metninde bu konularda tek kelime yok.

HSYK'nın kendi yönetmeliğini çiğneyerek hâkim ve savcı atamaları yaptığını defalarca yazdım, bu konuda da tek kelime yok.

İnsan şöyle bir derin iç çekip “Neredeeeen nereye ” demeden edemiyor. IŞİD’in vahşileri, Nakşibendi ordusu ve eski Baasçıların desteğiyle Irak topraklarını silip süpürerek Musul’u ele geçirdiğinde olup bitenleri anımsayın. Tarih 10-11 Haziran 2014’ü göstermekteydi… Devletin resmi haber ajansı AA, IŞİD’in bu zaferini “devrim” nidaları eşliğinde “selamlayalı” şunun şurasında 8-9 ay oldu. Yandaş televizyon kanallarının kendilerini El Kaide, onun Suriye kolu Nusra Cephesi ve IŞİD militanlarının “terörist” olmadığını ispata adadıkları günler de, “öfkeli çocuklar” söylemi de, 49 vatandaşımızı 3 ay rehin tutanların “misafirperverliklerine” düzülen övgüler de hafızalarımızda capcanlı.

'Dünyanın en mütevazı devlet başkanı' olarak tanımlanan kişi beş yıllık iktidarının ardından Uruguay’daki makamından ayrıldı. Jose “Pepe” Mujica, yaklaşık yüzde 70 halk desteğine sahipken, dün düzenlenen bir törenle başkanlık kuşağını Tabare Vazquez’e devretti.

İşte neden özleneceğine dair sekiz neden:

1- Maaşının yüzde 90’ını hayır işlerine bağışlıyordu

Mujica boşuna dünyanın en mütevazı devlet başkanı olarak bilinmiyordu. Eski başkan lüks hayat tarzından uzak duruyordu ve resmî törenlerde bile genellikle gündelik kıyafetleri içinde görülüyordu, bazen nadiren de olsa kravat takıyordu. Maaşının yüzde 90’ını hayır işlerine bağışlayınca, yaklaşık geliri Uruguay’daki ortalama ücret seviyesine düşüyordu: Ayda 775 dolar.

'Sırf başkanım diye değiştirmeyeceğim bir hayat tarzım var. Başkalarına az gelse de, ihtiyacım olandan fazlasını kazanıyorum. Benim için bu bir fedakârlık değil, bir görev.'

2- Bir çiftlikte yaşıyordu

Mujica, üç bacaklı köpeği Manuela ve güvenlik için iki polisle birlikte başkent Montevideo’nun dışında küçük bir çiftlikte yaşıyor. 2012’de BBC’ye verdiği bir söyleşide durumu şöyle açıklıyordu: 'Bana ‘en yoksul devlet başkanı’ diyorlar ama ben kendimi yoksul hissetmiyorum. Yoksul insanlar, sadece pahalı bir hayat tarzını sürdürmek için çalışıp, her zaman daha fazlasını isteyip duranlardır.'

Bu ülkenin polisine, savcısına hakimine nasıl güveneceksiniz. Son günlerde yaşanan olaylara baktığımızda, dün yargı önünde “kahraman” olarak gösterilenler, şimdi cezaevine gönderiliyor. Bilirkişilerin, bilirkişi olmaktan uzak başka amaçlarla rapor hazırladıkları ortaya çıkınca, bu kez savcılar, hakimler kendilerini kurtarabilmek için özellikle TÜBİTAK’ta görevli “bilirkişiler” hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu öğreniyoruz.

Yalnız polise, savcıya, hakime, bilirkişiye haksızlık etmeyelim. Ekranları dolduran o “koca adamlar!” ne yalanlar üfürdüler. Profesörler, emekli savcı, hakim, yok bilmem hangi hukuk derneğinin başkanı, çıkıp bu ülkenin insanlarını yalanlarıyla kandırmadılar mı? Ya anlı-şanlı gazetecilere ne buyrulur? O gün yazdıklarından utanıyorlar mı acaba?

Bütün bir gezegen tek bir candan daha fazla acı çekemez derler.

Kim bilir belki de insan acısını ölçmeye, tartmaya, kıyasa teşne dünyaya böylesi ahlaki kalın bir set çekmek gerekirdi...

Ondandır yeryüzünde tek bir insanın çığlığından daha büyük çığlık yoktur.

Hele o can, ışıkları saat 11’de söndürülünce, kirli gölgelerin civarında cirit attığı adı “çocuk cezaevimiz” olan yüksek güvenlikli” kara kutu” alandaki bir çocuksa...

Çığlığı süngerli mavi odalarda kıstırılmış, varlığına ilişen arsız elleri kör kameralara defalarca işaret etse de duyuramayan tutuklu bir çocuksa, o çocuğun ruh acısı eski/yeni tüm Türkiye’nin acısından büyüktü...

“Çocukluğu” kendisine karşı suç işleme yetkinliğine sahip “erişkinler” zanneden devletin “kampüs” modern çocuk cezaevlerinin çocuklar için nasıl dehşetli tekinsiz mekânlar olduğu artık gizlenemiyor.

Adalet sistemi adeta çocuklara Türk usulü Guantanomo kampları inşa etmişti...

Sincan, Şakran, Van, Maltepe, Antalya, Adana, Mersin...

İşsizlik her gün daha fazla ailenin canını yakıyor. Ama yeni iş alanları oluşturamayan hükümet rakamları gizlemeyi tercih ediyor.

Geçen yılın başında hesaplama yöntemi değiştirildi. Daha önce son 3 aydır işsiz olan ve resmi kanallardan iş arayanlar “işsiz” kabul ediliyordu. Bu süre 4 haftaya çekildi. Artık son 4 haftada iş aramayanlar “işsiz” kabul edilmiyorlar.

Hesaplama yöntemindeki değişikliğin sonucu geçen yıl gizlenen işsiz sayısı yaklaşık 400 bini buldu.

Eğer hesaplama yöntemi değişmese, kasım ayında 3 milyon 96 bin olan resmi işsiz sayısı yaklaşık 3 milyon 500 bine ulaşacaktı. İşsizlik azaltıldı. Ama sadece kâğıt üzerinde. Sokakta değil.

Makyajlanmış rakam; artık umudunu kestiği için iş aramaktan vazgeçen ve istatistiklerde “umutsuzlar” diye ayrı bir grupta gösterilenleri kapsamıyor. Oysa bu grupta yer alanlar “kıdemli” işsiz. Ama son 4 haftada hiçbir yere başvuruda bulunmadıkları için “işsiz” sınıfına dahil edilmiyorlar. “Umutsuzları” da eklediğinizde gerçek işsizlik sayısı ortaya çıkıyor: 5 milyon 600 bin.

Popüler İçerikler

Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler
Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi