Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Normalde gazetecilikte “haber atlatma” diye bir kavram var. Meslek dışındakiler için “haberi ilk veren olma” ayrıcalığı diye kısaca tarifleyebiliriz. Eskiden gazeteciler için bir başarı kriteriydi. AKP’nin kendi medyasını oluşturma süreciyle bu kriter de ortadan kalktı. Haber atlatmayı bırakın, 7-8 gazetenin aynı manşeti atarak “özel haber” yapmasına sık sık şahit oluyoruz. Bu durum artık haber değeri bile taşımıyor. Aksine iktidar medyası, aynı konuyu aynı şehvetle sahiplenmeyince, bir haber değeri taşıyor. Buna son olarak, “Sümeyye Erdoğan’a suikast iddiası”nda şahit olduk. Doğru dürüst bir belge olmadığı gibi, belge diye sunulanların da ağır inandırıcılık sorunu yaşamasıyla olay adeta havada kaldı. 20 Şubat günü, Star, Akşam ve Güneş gazetelerinin manşetlerinden verdiği bu garip iddia, iktidar basınının diğer taraflarında doğru dürüst sahiplenilmedi. Hemen arkasından Süleyman Şah Türbesi’nin mobilizasyon projesi de çıkınca gündemden hızla çekiliverdi.

Cumhurbaşkanı’na dün bir muhtar sordu..

Neden başkanlık sistemini istiyorsunuz?

Cumhurbaşkanı cevap verdi:

Başkanlık sistemi genlerimizde var..

Genlerimizde var derken Osmanlı hanedanını mı kastetti acaba!..

Kastettiği oysa, onun adı padişahlık..

Babadan oğula veya kardeşe geçen yönetim biçimi.. Osmanlı İmparatorluğu 600 yıl boyunca bir aile tarafından yönetildi..

Genlerimizden kasıt buysa Allah korusun..

*

Cumhurbaşkanı muhtarlara bugünkü sistemin tıkandığını, patinaj yaptığını söyledi.. Meclis’in çalışmasından örnek verdi..

Mealen dedi ki; ‘Meclis’te iç güvenlik yasası var. İktidarın 312 milletvekili var, muhalefetin 220 milletvekili. O 220 milletvekili günlerdir Meclis’i kilitliyor. Başkanlık sisteminde böyle olmayacak’.

Hemen sorumu sorayım:

Peki, nasıl olacak?

Süleyman Şah operasyonu, 2010’dan beri ideolojik körlükleriyle Ortadoğu ve dünyadaki bütün gelişmeleri yanlış okumayı başaran aklın “derinlik sarhoşluğunun” son tezahürü. “Ecdad ecdad” diye bağırıp duranlar bir de kalkmış, Kurtuluş Savaşı koşullarında imparatorluktan yadigâr tek toprak parçasını ısrarcılığıyla sembolik bile olsa muhafaza etmiş Atatürk ’e dil uzatırlar. “Musul ve Kerkük’ü masada verenlerin kalkıp konuşmaya hakkı yok” nutukları sallarlar. Osmanlı hayallerini kendi kendilerine dinamitlemişken üstelik. Hamaset ve entrikayı dış politika sanarak iç siyasette oya tedavül etmek nereye kadar, diye soracak akılları yoktur.

Dört yıldır neler görmedik! Reyhanlı’daki entrika ile savaşın Türkiye topraklarına taşınmasını... Bir savaş uçağımızın Suriye tarafından şaibeli biçimde düşürülmesini... Musul başkonsolosluğumuzun işgal edilip 46 vatandaşımızın rehin alınması ve memleketi yöneten siyasi heyetin “IŞİD onları misafir ediyor” güzellemelerini...

Türkiye'nin içinde değil de 180 metre dibinde Suriye topraklarının içine yerleştirilmesi tasarlanan Süleyman Şah Türbesi, Kobani ile Afrin kantonlarının ilerde birleşmesini engellemek hesabıyla, orada 'konuşlandırılıyor' olmasın?

Ne söylenirse söylensin, hangi propaganda tekniğine başvurulursa vurulursun, eleştirilere yönelik nasıl bir tehditkâr dil kullanılırsa kullanılsın, gerçek değişmiyor: Türkiye, sınırları dışında hukuki anlamda “tek vatan toprağı” olarak tanımladığı küçücük bir araziyi koruyamamış ve terketmiştir.

Ahmet Davutoğlu’nun “Hiç kimse Türkiye’nin gücünü test etmeye kalkışmasın” sözleriyle babalanmasının hiçbir hükmü yoktur. Zira, IŞİD, Türkiye’nin gücünü test etmiş ve onu sınırlarının 33 kilometre ötesinde 8797 metrekarelik bir toprağı koruyamaz olduğunu ortaya koymuştur.

Öncelikle son dönemde sıkça kullandığım “milli”lik ve “yerlilik” kavramlarını bir kez daha tanımlamakta fayda var.

Bana da bundan 15 sene önce milli devleti savunacağım söylense inanmazdım. Çünkü devlet ve kurumları doğrudan vatandaşın aleyhine çalışmıştı. İnsanlık dışı JİTEM pratikleri bile tek başına vatandaş-devlet ilişkisinin ne kadar travmatik bir belleğe sahip olduğunu göstermeye yeter.

İşte, son 13 yılda yaşanan demokratik dönüşümün en önemli kanıtlarından birisi de bu hislerdeki, tanımlardaki vatandaş nezdindeki değişimidir.

Bu değişimden önce öyle şeyler yaşadık ki, “milli”lik, “yurtseverlik” gibi kavramlar yurttaşların çoğu için antipatik/tehditvari sözcükler haline gelmişti. Kelimeler, kendi özgün anlamlarını değil, dönemde yaşanan olumsuz pratikleri yansıtır olmuştu.

Türk Ceza Yasası'nı AB normlarına uyumlu hale getiren 2005 reformunun mimarı sayılan uzman ekipten İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Adem Sözüer 'e Hürriyet'ten İzzet Çapa sormuş, o da cevaplamış.

Verdiği cevapların her bir cümlesinin, bu ülkede vatandaş olarak sorumluluk ve kaygı taşıyan herkeste alarm seviyesini kırmızıya yükseltmesi gerekir.

Soruluyor:

'Karakollar evlere mi taşınıyor?'

Cevap:

'Güvenlik paketinin 10 maddesiyle, bu iktidarın çıkardığı reform kanunları karakollara teslim ediliyor. Oysa o reformlar AB ile müzakere sürecini başlatıp, Türkiye'yi işkence yapılan ülkeler listesinden çıkarmıştı. Ama korkarım ki meşhur 'Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar' sözü geri dönüyor... OHAL'de uygulanacak kuralları her gün uygulanır hale getirirseniz bunun adına zaptiye hukuku denir.'

Malum gecenin sabahında gün ağarınca görüntü de netleşmeye başlamıştı. Evet, yaklaşık 7 yıl önce bir bahar sabahı ziyaret ettiğim ve artık birkaç karelik hatıra olarak kalan Süleyman Şah Saygı Karakolu’na operasyon düzenlenmiş ve askerlerimiz; emanetlerle birlikte dönmüştü. Çok ilginçtir ki, sosyal medyadaki nöbetçi borazanlar da aynı anda yaygaraya başladı:

Türkiye toprak kaybetti!..

Talimatı alan hazır kıtalar aynı nakaratı, bıkıp usanmadan tekrarladılar. İlerleyen dakikalarda Başbakan Davutoğlu’nun Twitter’dan ve Genelkurmay’dan yaptığı açıklamalar da bu yaygaranın hızını kesemedi.

Gün bitti, sabah oldu ama tahrik taarruzu, “Bugün fitne Zamanı, Cumhuriyet elden gidiyor, Tarafınızı belirleyin, bütün Yurt’ta ve Cihanda Meydanlara dökülüp, şer ittifakın Sözcüsü olun” mealindeki yazılı talimatlarla devam etti!..

Süleyman Şah türbesinin düşman işgalinden kurtuluşu törenleri coşkuyla kutlandı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, türbenin birinci kurtuluş yıldönümü vesilesiyle başbakan Ahmet Kiziroğlu’na gönderdiği tebrik mesajında “yazmış olduğumuz bu kahramanlık destanı, bütün mazlum devletlere örnek olmuş, emsali görülmemiş bir galibiyettir” dedi.

Şah Fırat harekatına katılan muharip gaziler, Türk bayrağına sarılı temsili sandukayı omuzlarında taşıdı.

86 yaşındaki gazinin av tüfeğine yanlışlıkla gerçek mermi koyması, üç temsili Suriyelinin ağır yaralanmasına sebep oldu.

Kadın cinayetleri konusunda doğru dürüst araştırma bile yapılamıyor.

Çünkü yasak!

Anket soruları dışında tutuklularla görüşmeye izin verilmiyor, verilse bile, onlara sormadan sonuçları yayınlamaya izin vermiyorlar.

Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri bu yüzden irdelenemiyor.

Oysa, bu ülkede 'kadın kırımı' diye bir şey var.

Kadın hakları aktivisti, Kadınların Medya İzleme Grubu ve Filmmor Kadın Filmleri Festivali kurucu üyelerinden, Doçent Hülya Uğur Tanrıöver ile dün başlayan röportaj bugün de devam ediyor...

Sizce kadın cinayeti haberlerini nasıl vermek gerekir? Bu işin bir doğrusu var mı?

Geçtiğimiz hafta, henüz “Şah Fırat” operasyonu Türkiye’de gündem olmamışken, “ana akım medya” bu konuyla ilgili kırıntı bilgilere bile sahip değilken Rojavalı yöneticiler ile Türkiye arasında bazı görüşmelerin yapıldığı ve bu görüşmelerde Süleyman Şah Türbesi ile bu türbedeki askerlerin güvenliğinin görüşüldüğü satır aralarında Kürt basınına yansımaya başlamıştı. Merak edenler birine bakabilir; Gazeteci Amed Dicle, konuyu operasyon öncesinde Fırat Haber Ajansının sitesinde yayımlanan ve daha çok Kürt basını ile alternatif-özgür medyanın gördüğü, ana akım medyanın es geçtiği makalelerde değerlendirmişti.

Popüler İçerikler

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu