Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

PKK ile diyalogun 'bugün-yarın' silah bırakmayla sonuçlanacağı iyimserliği yerini karamsarlığa bıraktı. Önce açıklama, sonra müzakere kurgusunu PKK önce müzakere sonra açıklamaya çevirmek istiyor. Perde arkasında neler mi oluyor?

Öncelikle okurlardan peşinen özür dileyeceğim. Çünkü bu yazıyı hazırlarken ilgili bütün taraflarla görüşmelerimde verdiğim sözlerden dolayı herhangi bir kaynak kullanılmamış bir metin okuyacaksınız, eğer hala okumak isterseniz. Ama bu aşamadan sonra güvenip okuyanların Kürt sorununa çözüm için hükümet ve PKK arasındaki diyalogun neden bu kadar sert iniş çıkışlar yaşadığına ve tıkanıp kalmış göründüğüne dair güçlü izlenimlere dayalı bir fikir edineceğine inanıyorum.

Türkiye’nin çok yoğun iç ve dış gündemi arasında, Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan’ın Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesini öngören iki protokolü meclisten geri çektiği haberi pek ilgi görmedi.

Aslında bu gelişme iki ülke arasındaki ilişkilerin ötesinde, önümüzdeki haftalarda “Ermeni soykırımı” sorununun uluslararası platforma taşınacak olması bakımından da büyük önem taşıyor.

Ekim 2008’de Zürih’te imzalanan protokollerin Ermenistan Meclisi’nde geri çekilmesinin zamanlaması, güdülen taktiksel amacı açıkça ortaya koyuyor. Yani Erivan bu inisiyatifiyle 24 Nisan’da “Ermeni soykırımı”nın 100. yıldönümü münasebetiyle girişilecek faaliyet için bir zemin hazırlamış oluyor.

Sarkisyan’ın bu kararı için öne sürdüğü gerekçe, Türkiye’nin ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda Karabağ ile ilgili ön şartlar ortaya koymasıdır.

Dün basında yer alan iddialara göre MİT Kobane’den çekilmek zorunda kalan IŞİD militanlarının Türkiye’ye sızdıkları uyarısında bulunmuş. IŞİD’in “Ankara ve İstanbul’daki büyükelçilik ve konsolosluk hedeflerine silahlı, bombalı eylem hazırlığında” olduklarını değerlendirmiş. Üç bin militanın “kontrolsüz olarak bölgede bulunduğunu” ve bazılarının Türkiye’de hücre evlerine yerleştirildiklerini aktaran haberlerde, aralarında saldırıları planlayan liderler olduğu da kaydedildi. Haberler doğruysa eğer, iktidarın çılgın Suriye politikasının olabilecek en korkunç sonuçlarıyla karşı karşıyayız demektir.

Peki, hükümet ne yapacak? Bu soruyu sormaya cüret edenler hapsi boylayabilirler. Zira iktidar Suriye’de bulaştığı tüm kirli operasyonların üzerini basına sansür ve yasalarla kapamakla meşgul.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriyeli sığınmacılar için bugüne kadar 5.5 milyar dolar harcandığını söyledi.

Bu paranın sadece 256 milyon dolarlık bölümü yurtdışından yardım olarak temin edilebilmiş, gerisini biz vergi mükellefleri ödemişiz.

Ve Cumhurbaşkanı Avrupa'ya bu nedenle kızıyor.

'Şu anda Avrupa'da yaşayan Suriyeli mülteci sayısı 130 bin, Burada 2 milyon. Paradan bahset, paradan. Hiç paradan bahsetmiyorsun, bizden de bu kadar destek olsun demiyorsun' diyor.

Bir insanın kendi hesapsızlığı nedeniyle yol açtığı sorun için başkalarını sorumlu tutması ilginç bir

durum tabii.

Siyasette yükseldikçe artan bir şey yalnızlık. İlk bakışta paradoksal gibi dursa da temsil gücü ve halk desteği arttıkça yoğunlaşan yalnızlıktan bahsediyorum. Kalabalık ve yalnızlık. Hem de aynı anda... Yalnızlık; siyasetin ve gücün, zorlu yapısıyla ilgili olduğu kadar zorunlu sonuçlarından. Efsane liderlerde “biricik”lik de ekleniyor buna...

***

Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç arasındaki dostluk, dava ve kader arkadaşlığı, sadece saç ağarması üzerinden bakıldığında bile, uzun denenmişliklere, atlatılmış nice sunturlu badirelere, birlikte tadılmış galibiyetler kadar birlikte yaşanmış mağduriyetlere dayanan bir birikim...

Bir genç kız öldürüldüğünde…

Toplumun en azından bir kesiminde “Cumhurbaşkanı’nın bir sözü” akla geliyorsa…

Bir esnaf gazeteciyi bıçakladığında, hem de Ali İsmail Korkmaz’ın “sopa ve tekmelerle öldürülüşünün davası”yla aynı gün söylediği “esnaf gerektiğinde polis, askerdir” sözü geliyorsa akla…

Hakikaten ciddi bir sorun var!

***

Muhtemelen, “Başkalarının hayatı”na bu kadar çok laf edilince…

Kimi laf da “başkalarının ölümü”ne denk geliyor işte!

Çözüm sürecinde patinaj tekrar başladı.

2013 başı başlayan “ateşkes ve diyalog”, iniş çıkışlarla devam ediyor. Temel olarak silah yerine demokratikleşmenin derinleşmesi ve özellikle siyasetin önünün açılması “fikri” üzerine oturuyor.

Peki bu nasıl olacak?

2013’ten bu yana, daha doğrusu PKK’nın silahlı unsurlarını çekmekten vazgeçmesinden, 2013 sonbaharından bu yana, her geçen gün tarafların bu konudaki tanım ve beklentilerinin ne denli farklı olduğunu ortaya koydu.

Kobani gibi faktörler devreye girdikçe, diyalog derinleşip belirleyici adımlara doğru yaklaşıldıkça, bu fark kendisini iyice hissettiriyor.

Magandanın birisi yoluna çıkıp ağzını burnunu kırsa, tutuksuz yargılanır, en fazla 6 ay ceza alır; aldığı ceza da ertelenir mutlaka, ki bir daha karşılaştığınızda sırıtarak gözlerinizin içine bakar...

Ama birisi yolunu kesip, senden bir tek lirayı zorla alsa, hemen tutuklanır, sonunda da gasptan 24 yıl hapis cezası alır; bütün hayatı biter...

Senin bir tek liranı, suratına inen yumrukların yarattığı tahribattan daha kıymetli görür bizim hukuk sistemi...

Malı, insan canından daha kıymetli gören bu kafa adalet terazisini en baştan yamultmuştur zaten...

Milliyet’ten Kemal Göktaş, Türk ordusunda görevli bir istihbarat subayının Roboski katliamı öncesinde üstlerine, bombardıman hazırlığı yapılan grubun muhtemelen PKK’lılardan değil köylülerden oluştuğunu söylediğini ortaya çıkardı.

Şu an albay rütbesindeki Aygün Eker, bu yöndeki değerlendirmesini üstü dönemin Harekat kurmay başkanı Tuğgeneral Halil Erkek aracılığıyla iletiyor, ancak emir komuta zincirinin daha üstündekiler kulak asmıyor. Sonuçta grup bombalanıyor ve sigara, çay ve benzin kaçakçılığı yapan 34 kişilik grup bombalanıp öldürülüyor. 20’si çocuk…

Şu an albay rütbesindeki Aygün Eker, bu yöndeki değerlendirmesini üstü dönemin Harekat kurmay başkanı Tuğgeneral Halil Erkek aracılığıyla iletiyor, ancak emir komuta zincirinin daha üstündekiler kulak asmıyor.

Özgecan Aslan’ın ölümü –anlaşılır sebeplerle– bir skandal etkisi yarattı kamuoyunda. Siyasal iktidar, infiale dönüşmesi muhtemel bu skandalı savuşturmak için faillerden birini “canavarca hisle öldürme” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırırken, diğer iki faili ise “suça iştirak, yardım ve yataklık” suçlarından mahkûm etti. Mevcut hukuk sistemindeki en sert ceza, “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası”dır. Ne var ki, cinayetin skandal veçhesinin yoğunluğundan ötürü, verilen cezaların –politikacılar da dahil– “ahlaklı” kamuoyunu teskin etmede kifayetsiz kaldığı söylenebilir. Bu itibarla, gerek soruşturma öncesinde gerekse cezalar verildikten sonra kolektif hafızadaki canlı bir duygu harekete geçti: İdam!

Popüler İçerikler

Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!