Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

TBMM’de kadına yönelik şiddetin sebepleri ve gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan komisyonun davetlisiyiz. Gazeteci Oral Çalışlar ve Prof. Dr. Çiler Dursun ile birlikte. Konu; kadına şiddet olaylarına medyanın yaklaşımı, haberlerde kullanılan dil ve çözüm önerileri, temel sorun alanları, deneyimlerimiz ve bu alanda alınması gereken tedbirler...

Aynı gün Mersin’de tecavüze direndiği için öldürülen Özgecan Arslan’ın cesedi tanımadığı üç erkek tarafından yakılıyordu...

AK Parti İstanbul Milletvekili Alev Dedegil başkanlığında toplanan komisyonun, kadına yönelik şiddetle ilgili ne yapabiliriz, nasıl önleyebiliriz? sorularıyla tezahür eden iyi niyetinden şüphem yok. Sadece bizim değil, birçok sivil toplum örgütünün de, görüşlerine başvurduklarını biliyorum.

Üniversite çağına gelmiş bir genç, neden psikoloji bölümünü seçer...

Herhalde insanlık dertleriyle dertlendiği için.

Yardım etmek istediği için. Sözüyle, dokunuşuyla iyi geleceğini düşündüğü için.

“Başka”, “iyi”, “güzel” bir Özgecan olduğu için.

Gözlerimizin içine içine, adının anlamları gibi bakan Özgecan, bu hayalini gerçekleştireceğini sanacak kadar ümitliydi bu ülkeden.

Ölü çocuklar albümüne eklenmek oldu kaderi.

Kızım olacak yaştaydı.

Yastayım.

***

Yas ile öfkeden boğulacak gibi olan binlerce kadını “ferahlatan” bir gelişme oldu dün.

Başbakan, kadına uzanan elleri kırmaktan söz etti.

Kara gözlüklerini takıp her suçun peşinden koşmayı pek seven devlet erkimiz, mesele kadınlara geldiğinde pembeyi pek seviyor. Tecavüz, taciz, şiddete verilen ceza pespembe baloncuklarla masumlaştırılıp binbir neden bulunarak hafifletiliyor. 'Birkaç sene yatar çıkarsın' zihniyeti kadın katlini işte böyle normalleştiriyor.

Birkaç sene önce..Sabah saatleri. İşe gitmek için Osmanbey metrosunda elektrikli merdivenlerden aşağı iniyorum. Yandaki merdivenlerin ortasında bir adam eğilmiş, karnını tutuyor. Önce hasta sanıyorum adamı. Benim merdiven onunkinin hizasına gelince birden gövdesini kaldırıyor.

Birçok kadının notuna rastladım Özgecan’ın ardından. Erkek adalet sisteminden, medyanın erkek diline, iktidarın maço söyleminden özel hayatlarındaki baskılara kadar birçok nota. En çarpıcılarından biri ise kendi erkek arkadaşına seslenen genç bir kadının yazdıklarıydı.

Ona, ‘kadınlara o ya da şu şekilde bakıyorsun bakmasına; ama şunu da düşünsene senin değer verdiğin kadınlara da başka birileri bu şekilde, tıpkı senin baktığın ve haz aldığın biçimde bakıyor. Kadını, bedenlerimizi nesneleştirerek bakıyorlar. Buna ne dersin?’ diye soruyordu. Ve bu türden bir nesneleştirmenin önüne geçmenin yollarını sıralıyordu.

Bu yıl 14 Şubat’a, olabilecek en kötü “kadın-erkek” hikâyesi damga vurdu. Damga ne kelime, karardık. Kalbimiz, üzerine çöken öfke bulutuyla darlanmakta.

Özgecan Aslan okulundan çıkmış eve gidiyordu. Şoför Suphi A. güzergâhı değiştirince bir terslik olduğunu anladı. İtiraz etti. Minibüs durdu. Suphi A. tecavüze yeltenince Özgecan çantasındaki biber gazını kullanmaya çalıştı. Suphi A.’nın yüzündeki tırnak izlerinden genç kızın çaresizce direndiği anlaşılıyor. Kurtulmak için sarf ettiği çaba yetmedi. Önce bıçaklandı, sonra başına demir çubukla vuruldu.

“Korkunç” demek hafif kalıyor. Tek teselli, Özgecan’ın yanarak can vermediği ihtimali. Cani ve şürekâsı, bedenini yani kanıtları ortadan kaldırmak için Özgecan’ı yakmaya karar verdiğinde genç kız muhtemelen çoktan ölmüştü. Bıçak ve başına aldığı darbe nedeniyle, sadece kadın olduğu için hayatına kıyılan “insanlar” kervanına katılmıştı çoktan.

Özgecan konusunda söylene-bilecek anlamlı bir laf yok. Vahşi, insanı insan olmaktan nefret ettiren bir cinayet.

Ama ilk değil ve son da olmayacak. Bu yüzden de biraz kafa yormamız lazım.

Açık söyleyeyim; ben Özgecan cinayetinin faturasını iktidar partisine yükleme refleksini anlamsız buluyorum. İktidar partisine kızmak için çok nedenimiz var. En basitinden, Ali İsmail’in ailesinden bir başsağlığı esirgediklerini, davayı sürüm sürüm süründürdüklerini, Berkin ve acılı annesinin o miting meydanlarında yuhalandığını, hepimiz gördük. Başka örneklere hacet yok.

Ancak, çıkıp Mersin’de olan bir tecavüz ve cinayetin faturasını Tayyip Erdoğan’a ya da AKP’ye kesmek, sosyal medyada “bu zihniyet” diye başlayan cümlelerle geniş kitleleri mahkûm etmek bana zorlama geliyor. Konu bu değil.

Muhtemelen anacığı kömür karası gözlü Özgecan’ı böyle severdi…

Özgecan benim çocukluğumun gençliğimin Tarsus’unda vahşice katledildi.

Acımız çok büyük, öfkemiz çok daha büyük…

Seni son yolculuğuna taşıyan karayolunda, Tarsus-Adana-Mersin arası ne çok gitmişliğimiz, dolmuş ve otobüslere ne çok binmişliğimiz vardır.

Çocukluğumun Tarsus’unu düşünüyorum… Duyarlı ve farkında biri olarak geçirdiğim ilk gençlik yıllarımda, avukatlığa başladığım ilk yıllarda, böylesine bir vahşeti Tarsus’tan da, yakın çevremizden de anımsamıyorum…

Kadın katliamları aralıksız sürerken, bizleri topluca kaynama noktasına getiren son vahşet ardından idam cezasına özlemin tutkuyla dile getirilmesi bu yazıyı yeniden aklıma düşürdü. Avukatların savunmayı reddetmesi, gözaltı giriş ve çıkış muayenelerini yapacak meslektaşlarımın nasıl bir tutum alacaklarını düşünmeme yol açtı. Zaten yaşanan infialin idamın yanı sıra bir diğer yansıması da, hangi işkence yöntemlerinin kullanılabileceğine ilişkin yöntemler ve tecavüzcülere geçmişte verilen cezaların ballandırılarak paylaşıldığı sosyal mecralardaki dehşet görüntüleriydi.

Aradan geçen yarım yüzyıllık sürede insan haklarının korunması adına pek çok gelişme yaşanmış olsa da, toplumda hak bilincinin oluşmasının aynı hızla ilerlediğini söylemek zor. Haktan dem vurulduğunda, önemli ölçüde bireyin kendisi ile sınırlı bir hak algısından söz edilebilir. Öfkesini dile getirmek için toplanan kadınların yolu kapatmasını kendisine yönelik bir hak ihlali olarak değerlendiren erkeğin aracından çıkıp kadınların üzerine yürümesinde olduğu gibi

Biz üzgün değil, öfkeliyiz. İşin kolayına kaçıp idam değil, yargılama istiyoruz. Kendi vicdanlarınızı, geçmişlerinizi de yargılayın istiyoruz.

Anne Songül Aslan yaprak gibi titriyordu yanımda: 'İki üç yıl yatıp çıkmazlar değil mi?' Masadakiler kendilerinden çok eminlerdi ya da buna inanmak en güzel teselliydi: 'Yo yo, tı tı tı, hayır hayır!'

Kadınlar sokaklara döküldü, muazzam bir kamuoyu oluştu Özgecan Aslan için. Bunun elbette etkisi olacaktır yargılama sürecinde. Ancak yine de biz soralım: Özgecan'ın kanı yerde kalır mı?

Kanı yerde kalmasın diye idam geri gelsin değil mi? Öyle mi? Neden peki? Erkek şiddeti üzerine başka kelam edemediğiniz, tecavüz edeni patır patır ortadan hemen kaldırmak istediğiniz için mi?

Bu topraklarda kanayan bir yara var. Kız çocuklarının yarası bu.

Onların bedenlerinden yerlere akan kan, onların gözlerinden düşen damlalarla karışıp toprağa bir koku bırakıyor. Biz şehirliler bu kokuyu bazen çok keskin olarak alıyoruz.

Sert bir rüzgar onu, burnumuzun direklerine çarpıyor ve yüreğimiz burkuluyor. Sanki çaresizmişiz gibi boynumuz bükülüyor. Hemencecik unutuvermek istiyoruz bu kokuyu. Hikayesi geliyor kulağımıza. Kulaklarımızı kapamak istiyoruz.

Halbuki geceleri Anadolu'nun rüzgarlarıyla geziniyor hıçkırıkları. Bağırışları. Yardım çığlıkları. Nefesleri. Ve hatta Özgecan'ınki gibi son nefesleri...

Popüler İçerikler

Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi