Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Hakan Fidan'ın şahsı ayrı konu fakat 'MİT Müsteşarı'nın bir partiden aday olmasını ben de olumlu bulmadım. Yüksek yargı, MİT ve Genelkurmay gibi özelliği olan kurumlardaki görevlilerin iç politikaya mesafeli durmaları gerektiğine inanırım da ondan.

Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı kurumlarının başkan ve üyeleri görevlerinden ayrılarak veya hemen emekli olur olmaz siyasete girmemelidir. Görevlerini siyasi saiklerle yaptığı kuşkusu doğar çünkü.

MİT ve Genelkurmay Başkanlığı gibi kurumlar için de böyle.

Amerikan, İngiliz, Fransız yargı kurumları veya istihbarat teşkilatları ülkelerindeki hangi partiye yakındır?!

İlk defa AK Parti'deki bir krizi, kulis bilgilerinden değil Cumhurbaşkanı'nın ağzından izliyor Türkiye. Seçim yolunda Erdoğan ve Davutoğlu uzlaşır muhtemelen ama bu yaranın izi kalır.

İşin özeti şu: Cumhurbaşkanı, istihbarat şefine ‘gitme, kal’ demiş, ama o dinlememiş, istifa etmiş.

Ne için istifa etmiş? Başbakan istifasını isteyip onu milletvekili, belki bakan yapmak istiyormuş.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanı buna alınmış, kızmış ve şimdi tam seçime giderken zafiyet algılanır filan demeden bu durumu millete şikâyet etmiş.

Tuhaf bir durumla karşı karşıya olduğumuz ortada. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, önce Başbakan Ahmet Davutoğlu, ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la bir araya geldikten sonra, siyasete atılmak için görevinden istifa ediyor. Tarih, 7 Şubat.

Yandaş medya, Hakan Fidan’ın 7 Şubat’taki istifasını bir ”kutlu başlangıç” havasıyla manşetlerden veriyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu ise, yıllardır yakın çalıştığı ve danışmanlık döneminden bu yana desteklediği Hakan Fidan’ın siyasete giriş hamlesini, ”Hakan Bey devletimize ciddi çalışmalar yapıyor. Değerli görevler üstlenmiş, görevini de yerine getirmiştir. 7 Şubat olması tevafuktur” sözleriyle alkışlıyor.

Ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün gazetelere yansıyan sözleriyle açık ve net bir biçimde ”karşıyım” mesajı veriyor. “Olumlu bakmıyorum” diyor.

Cumhuriyetin ilk yılları, 20’lerin sonu...

Bursa’nın Tophane semtinde pembe boyalı ev o gece ışıklar içindeydi. Saz sesleri, oynak melodiler arnavut kaldırımlı sokağa yayılıyordu. Işıkları sızdıran keten perdelerin üzerinde gölgeler oynaşıyordu. Geceyarısına doğru sesler, saz sesleri birden kesildi.

Küçük odada oturan kadınların arasında küçük bir kız çıktı ortaya.

Elinde işlemeli bir mendil vardı. Sazlar makamlarda gezindiler. İçli bir ses okumaya başladı.

“Sevda yaratan gözlerin...”

1979 yazıydı; aylardan Temmuz...

Ankara Konur Sokak’taki üç katlı binanın merdivenlerini tırmandım. Üzerinde “Yankı Dergisi” yazan kapıyı çaldım.

Salonda, sırtı balkona dönük oturan Yazıişleri Müdürü Ömer Tarkan’ın karşısına kuruldum.

Kalktığımda artık gazeteciydim.

Üniversite 2’ye geçmiştim.

Harika bir büroya düşmüştüm.

Derginin sahibi ve yöneticisi Mehmet Ali Kışlalı gerçek bir okuldu. İlk ustam oldu. Üniversiteden hocam Prof. Ahmet Taner Kışlalı, derginin yazar kadrosundaydı. Girişin tam karşısındaki odadan Hıncal Uluç’un kahkahası yükseliyordu.

Kimler yazmıyordu ki:

 Ertuğrul Özkök, Emre Kongar, Mehmet Yakup Yılmaz, Avni Özgürel, Yalçın Küçük, Kurthan Fişek, Hikmet Bila ve diğerleri...

Toplumsal dinamik ve dönüşüm yanlış okunmaya başlandığında, bu süreci yöneten siyasetin ve siyasetçilerin de haliyle yanlış okunma durumu ortaya çıkıyor. Eğer bir de söz konusu siyaset ve siyasetçilerle kavga durumunda iseniz, bir süre sonra toplumsal değişimi anlama çabası tamamen ortadan kalkıyor ve toplumla gerçekçi bağ kurma imkânı kalmıyor. Türkiye’de muhalefetin durumu maalesef bu. Adına ‘muhalefet’ deniyor ama bu kelime asgari ölçüde de olsa alternatif geliştirebilmeyi, dolayısıyla toplumsal değişimin farkında olmayı gerektirir. O nedenle bugün aslında bir ‘muhalefet’ değil ‘karşıtlık’ hareketi var. İktidardaki siyasete ve siyasetçiye karşıt iseniz, gözünüzü ona diker ve ondan başkasını da görmezsiniz.

Selam Tevhid dosyasından, -bazıları 3’üncü defa gözaltına alınan- polislerin meydan okuması “Tiran’dan korkmuyoruz” diye bağırmaları neye delalet eder? Bence, yaptıkları bütün işlemlerin yasalara uygunluğuna inanıyorlar. Öte yandan, “Kullanışlı gazeteciler” vasıtasıyla, “Selam Tevhid soruşturmasında binlerce kişinin yasa dışı dinlendiği” izlenimini yaratacak bir algı operasyonu yürütülüyor. Önce, Star, Yeni Şafak gibi yandaş medya ile kamuoyunda böyle bir intiba yaratmaya çalıştılar. Herkes Star’ın malûm manşetini hatırlıyor: “7 bin kişi dinlendi…” Bilahare, Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu, 3 yılda, hedef şahıs olarak dinlenen toplam kişi sayısının 251 olduğunu kabul etti. O algı operasyonu çöktü.

Son günlerde iktidar siyasi istikrar pazarlamacısı oldu. Başbakan ve yardımcıları sürekli “siyasi istikrarın olması ekonomik gelişmeye katkı sağladı” tezini işliyor.

Hâlbuki 2014 yılının haziran ayından beri bu ülkede tüketici güven endeksi sürekli aşağı doğru gidiyor. Ve 2014’ün nisan ayında 78,5 olan tüketici güven endeksi 2015’in ocak ayında 67,7’ye kadar geriledi. Yine 2014’ün dokuz ayında sağlanan büyüme oranı sürekli azaldı. 2014’ün ilk çeyreğinde yüzde 4,8 olan büyüme hızı, ikinci çeyreğinde 2,2’ye, üçüncü çeyreğinde ise 1,7’ye geriledi. Böylece 2014 yılının dokuz aylık büyüme ortalaması yüzde 2,8 oranında oldu.

Haziran 2015 seçiminin iki heyecanlı tartışma konusu var. Biri seçimi kazanması kesin olan AKP’nin 367 milletvekiline ulaşıp ulaşamayacağı. İkinci de HDP’nin yüzde 10 barajı aşıp aşamayacağı.

HDP’nin barajı aşıp aşmamasının siyasi sonuçları bir yana, bu sıçramayı yapmasını siyasi odakların hiç birisi istemiyor.

AKP istemiyor, çünkü HDP barajın altında kalırsa, bu partinin alması gereken vekilliklerin hemen tümü AKP’nin olacaktır. Bu da anayasayı tek başına değiştirecek Meclis çoğunluğuna ulaşması demektir.

AKP’de, Meclis dışı kalarak eli zayıflamış bir HDP ile barış sürecinin yürütülmesinin daha kolay olacağını düşünenler de kuşkusuz vardır.

AKP, toplumsal aklı karıştırabildiği ölçüde politika “yapabilmekte” ve yarattığı illüzyon ya da sanrılarla toplumun üstünü kapkara bir bilinmezlik bulutu kaplamakta...

Modern siyaset felsefesinin ve idealizmin büyük düşünürlerinden Kant, akıl nosyonunu paradoksal bir benzerlikle -günümüzün komünalist sol düşüncesinin kurucu politikasında olduğu gibi- “ortak iyinin” kurucu gücü olarak tarif eder. Başka bir deyişle kamusal akıl ve onun özerk ve tutarlı eylemi olarak “iletişimsellik”, toplumun bir araya gelme yeteneğini geliştirerek ortak iyiye doğru özgürleşmeyi sağlar. Yani toplum için ortak iyiyi temsil eden akıl iyi ve yararlıdır.

Popüler İçerikler

Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!